Kıbrıs çözümsüzlüğe mahkum edilemez
ABONE OL

Kıbrıs görüşmeleri, bölgesel ve uluslararası ortamın çalkantılı olduğu bir zamanda yeniden başladı. 60 yılı aşkın bir süredir devam eden Kıbrıs sorununun çözümü, şüphesiz bölgesel ölçekte barış, refah ve istikrar kuşağının tesisine eşsiz bir katkı sağlayacaktır. Doğu Akdeniz'de belirsizliklerin arttığı, öngörülebilirliğin azaldığı böylesine çetin bir dönemde adanın en çok ihtiyaç duyduğu motivasyon, sürdürülebilir adil bir çözümdür. Taraflara düşen, var olan tehditleri bertaraf etmek ve iş birliği fırsatlarından azami ölçüde istifade etmektir.

Stratejik öncelik

Kuşkusuz Kıbrıs meselesinin çözümü, iş birliği temelli ortak çabalara bağlıdır. Aksi durum, bölgesel barışı ve güvenliği tehdit etmektir. Her geçen gün enerji hatlarının merkezi konumuna doğru güçlü adımlarla ilerleyen Kıbrıs adası üzerinde jeopolitik baskılar daha da artmadan, soruna bir çare getirmek tüm tarafların faydasına olacaktır. Kıbrıs Türkleri ile Rumları, bu gerçekliği göz önünde bulundurarak hareket etmeyi kendilerine şiar edinmelidir. Daha doğrusu her iki tarafın stratejik önceliği bu olmalıdır.

Adil müzakere

Adada çözüme en çok ihtiyaç duyan tarafın Kıbrıs Türkleri olduğu çok açıktır. Rum tarafıyla eşit ve adil bir düzlemde yer almayan Türk halkının nihai hedefi, uluslararası toplumla bütünleşmektir. Uluslararası ambargolara ve izolasyonlara maruz kalan Türk halkının, Rum tarafıyla eşit ve adil şartlarda müzakere masasına oturması şimdiye kadar mümkün olmamıştır. Bölgede kalıcı barış ve istikrarın temini bakımından Kıbrıs Türklerinin siyasi, kültürel ve ekonomik olarak desteklenmesi önemlidir. Kıbrıs'ta iki toplum arasındaki müzakereler 1968 yılından beri devam etmektedir. Bu uzun süre zarfında Rum tarafı, çözüm odaklı bir politika ortaya koymadığı gibi adaya kalıcı bir barış sağlamak adına herhangi bir inisiyatif almaktan da kaçınmıştır. Bunu yapmalarının en önemli nedeni, 1960 yılında kurulan ortaklık devletinin tüm imkanlarını kesintisiz bir şekilde kullanabilmelerinden ileri gelmiştir. Tarihsel bir temel üzerine inşa edilen Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıs Türkleri ile Rumlarının eşit siyasi ortaklığına dayalı olarak kurulmuştu. Fakat bu ortak devlet, Rum tarafının adanın yönetimini Türklerle paylaşmak istememesinden dolayı kısa vadeli oldu ve 1963 yılının sonunda çöktü. Fakat kurulan bu ortaklık devletinin Kıbrıs Türklerinin üzerine çöktüğü dikkatlerden kaçmamalıdır.

Çözümsüzlüğün nedeni

1963-1974 arası dönemde Makarios önderliğindeki Rum tarafının ana gayesi, Türklerin uluslararası antlaşmalardan ve anayasadan kaynaklanan hak ve yetkilerini ellerinden almak ve onları azınlık haklarına razı etmekti. Rum tarafının temel iddiası, Kıbrıs'ın kadim bir Yunan adası olduğu tezine dayanmaktadır. Bu teze göre Türklere siyasi eşitlik hak ve yetkisi verilemezdi. Buradan hareketle Kıbrıs Cumhuriyeti'ni kuran uluslararası antlaşmaların kendilerine "dayatıldığını" iddia eden Rum tarafına göre, Kıbrıs Türklerine azınlık haklarını aşan yetkiler tanımak, adalete uygun bir davranış değildi.

Bu bakış açısı, Kıbrıs'taki çözümsüzlüğün esas faktörlerinden biridir. Rum tarafının genel kanaati, adada tek bir devletin var olmasıdır. Ayrıca bu devlette söz hakkı sadece Rumlara ait olmalıdır. Halbuki Rumların adada tek egemen siyasi varlık olarak kendilerini görmesi, hakkaniyete, uluslararası antlaşmalara ve anayasal düzene aykırı bir durumdur. Nitekim Kıbrıs Cumhuriyeti, Türk ve Rumların egemenlik haklarının devriyle ortaya çıkan hukuki ve siyasi bir düzendi. Fakat 1963-1974 arası dönemde Rum tarafının, Türkleri sistematik bir şekilde devletten tasfiye etmesiyle başlayan süreçte, Türk halkı egemenlik haklarını kullanamaz bir pozisyona gelmiştir. Başka bir ifadeyle Kıbrıs Türk halkının egemenlik hakları Rum makamlarınca gasp edilmiştir. Dolayısıyla Rum tarafının Türkleri "ayrılıkçı" olarak niteleyerek dünya kamuoyuna takdim etmesi, siyasi ve hukuki zeminden yoksun temelsiz bir suçlamadır.

Rum tarafının adanın tamamını tek başına yönetme arzusu, Kıbrıs Türk halkının mücadelesi ve Türkiye'nin desteğiyle akamete uğramış ve nihayetinde Rum tarafı şu günlerde Cenevre'de iki devletli çözümü görüşme mecburiyetinde kalmıştır. Türk tarafı artık iki bölgeli, iki toplumlu federasyon yerine yarım asırlık tecrübeden ve gerçeklikten hareketle iki ayrı bağımsız devlet önerisini müzakere masasına getirmeyi uygun görmüştür.

Çözüm formülleri

Rum tarafının Annan Planı (2004) ile Crans Montana (2017) görüşmelerinde, federasyon çözümüne dahi mesafeli durduğunu göstermesi, Türk tarafını iki devletli çözüm formülüne iten başlıca etmen olmuştur. Şurası çok açıktır ki Rum tarafı, adayı Türk-Rum siyasi eşitliğine dayalı bir yöntemle yönetme formülüne her daim gönülsüz olmuştur. Daha açık bir ifadeyle, Rum tarafına göre 1960 yılında kurulan Türk-Rum ortaklık devleti, büyük bir tarihi hatadır ve bu hatanın tekrarlanmasını hiçbir Rum göze alamaz. Bu düşünceye sahip Rumların aynı zamanda adanın ikiye bölünmesine de karşı oldukları görülmektedir.

Bağımsız iki devlet çözümünü asla müzakere etmeyeceklerini beyan eden Rum tarafı, görüşmelerin 2017 yılında kaldığı yerden, federasyon temelinden devam etmesini talep ediyor. Türk tarafı ise federasyon görüşmelerinden yarım asrı geçkin bir sürede herhangi bir netice elde edilemediğini; bu yüzden federasyon tercihinin başarısızlığının görüldüğünü ileri sürerek yeniden federasyon tezini görüşmek istemediğini resmen açıkladı. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin (GKRY) Avrupa Birliği (AB) üyesi olmasının (2004), adadaki siyasi dengeyi Rum tarafının lehine değiştirdiği çok açık. GKRY'nin; Kıbrıs Cumhuriyeti'nin tüm hak ve yetkilerini kullanması, herhangi bir uluslararası veya diplomatik kısıtla karşılaşmaması, ayrıca AB üyesi olması gibi etkenler, kendisini Türklere karşı daha üstün bir pozisyonda görmesine yol açmıştır. İşin bir de mağduriyet getirisi yönü vardır. Rum tarafı dünya kamuoyunu kendi tezlerine ikna etmek için tüm senaryoyu Kıbrıs Barış Harekatı'ndan (1974) başlatmakta; 1963-1974 arası dönemi ise neredeyse yok saymaktadır. Yürüttükleri başarılı propaganda sayesinde Kıbrıs meselesini "Türk işgali" yalanı üzerine bina etmeyi başarmışlardır.

Hem mağrur hem mağdur

Görüldüğü üzere halihazırdaki tüm koşullar Rum tarafından yanadır. Mevcut koşullardan hareket eden Rum tarafı müzakerelerin kapalı kapılar ardındaki kısmında "mağrur" bir pozisyon takınırken, kamuoyuna açık kısımlarında ise "mağdur" bir tutum sergilemektedir.

Rum tarafının "mağrur ve mağdur" yönü zayıflamadıkça, Kıbrıs'ta kalıcı, onurlu, eşit ve adil bir çözüm beklemek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Öncelikle, Rum tarafının Türk tarafına saygısı yoktur. Dahası Rum tarafı, Kıbrıs Türklerini kendisine denk ve eşit görmemektedir. Daha da kötüsü, Kıbrıs Türklerinin hak ve menfaatlerini yok saymaktadır. Gerçekte Rum tarafının çözümsüzlükten beklentisi, Kıbrıs Türklerinin çözülmesi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne (KKTC) duydukları aidiyet bağlarının zaman içerisinde aşınmasıdır. Bir diğer beklentileri ise Kıbrıs Türk halkı ile Türkiye'yi karşı karşıya getirmektir. Tüm bunların neticesinde Kıbrıs Türklerini, bir Rum devletine dönüşen Kıbrıs Cumhuriyeti'ne yeniden tabi kılmayı hedefliyorlar. Tüm bu denklemi Türkiye'nin güçlü varlığı ve Kıbrıs'a ilişkin garantörlük hakları bozuyor.

KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ın, Cenevre'deki 5+BM gayrı resmi Kıbrıs toplantısında BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'e Türk tarafının yeni tezlerini içeren altı maddelik bir öneri sunmasının bir nedeni de yukarıdaki endişedir. Zira altı maddelik önerinin ilk maddesi, BM Genel Sekreteri'nin inisiyatif alıp iki tarafa eşit uluslararası statü ve eşit egemenlik sağlayan yeni bir Güvenlik Konseyi kararı çıkarmasını teklif ediyordu.

Rum kesimi hep kaybetti

Türk tarafının ilk kez açık bir şekilde iki devletin iş birliğine dayalı yeni bir ortaklık kurulmasını talep etmesi, Rum tarafının hayalini bile kurmaktan korktuğu bir seçenekti. Nitekim Rum Lider Nikos Anastasiadis'in Cumhurbaşkanı Tatar'ın öneri paketine ilişkin, "hayal kırıklığına uğradık" ifadesini kullanması bu durumu doğrulamaktadır.

Rum tarafının amacı, Türk tarafının egemenlik hak ve yetkilerini ortadan kaldırmaktı. Bu doğrultuda göze almadığı herhangi bir risk kalmadı. Açıkçası bu uğurda her türlü kumarı oynadı. Fakat her defasında kaybetti. Önce Enosis politikası iflas etti. Ardından Kıbrıs Cumhuriyeti'ni Rum devletine dönüştürüp adanın tamamı üzerinde tek bir otorite kurmaya yönelik faaliyetleri akim kaldı. AB üyeliğiyle tüm adayı kendi egemenliğine alabileceğini hesap etti ancak yine başarısız oldu. Kıbrıs'ın deniz yataklarında bulunan doğalgaz ve petrol kaynaklarını tek başına yönetmeye kalkıştı, fakat gene baltayı taşa vurdu. Yaşanan tüm bu gelişmeler, Rum tarafının, Türklerle "Yönetim ve Yetki Paylaşımını" istemediğini somut bir şekilde gösteren hadiselerdir.

Peki Cenevre görüşmelerinde Rumlar nasıl bir tutum takınabilir? Bir defa iki devletli çözüme "nefretle" yaklaştıkları aşikardır. Lakin Rusya'nın Baltık, Karadeniz ve Akdeniz'de artarak güçlenen varlığı ABD, NATO ve AB tarafından endişeyle takip edilmektedir. Öyle ki NATO nazarında Rusya canlı bir tehlikedir ve Moskova'nın saldırgan eylemleri, Avrupa-Atlantik güvenliğine tehdit oluşturmaktadır. Bu anlayış doğrultusunda ne ABD ne NATO ne de AB Doğu Akdeniz'de müttefikler arasında bir çatışma veya ayrışma istemektedir. Bir diğer ifadeyle, Doğu Akdeniz'de müttefikler arası çatışma yerine, iş birliğini teşvik ettiklerini görmekteyiz. Arzu edilen iş birliğinin Kıbrıs'tan geçtiği çok açıktır. O halde Kıbrıs meselesinin halli iş birliği için şarttır. Şayet adı geçen üç aktör (ABD, NATO ve AB), bu realpolitiği dikkate alarak hareket eder ve bu noktada taraflara baskı uygulamayı göze alırsa, Rum tarafının, iki devletli çözüm yerine güçlendirilmiş federe devletlerin söz konusu olduğu gevşek federasyon tezini kırmızı çizgi haline getirmesi muhtemeldir. Gel gör ki bu seçenek dahi şüphelidir. Fakat burada esas baskının Rum tarafına yapılması gerektiğinin altını çizmekte fayda vardır. Bu baskı yapılır mı, işte orası oldukça belirsiz.

Eğer ABD ve AB, yukarıdaki jeopolitik gerçekliği dikkate almaz ve de Rum tarafı üzerindeki baskılarını artırmazlarsa Cenevre'de olduğu gibi diğer benzeri görüşmelerden de herhangi bir müzakere zemini ortaya çıkmayacaktır. Rum tarafının kendi tezlerinde ısrarcı olmasına ve çözümü sürekli ertelemesine bölgesel barış adına artık müsaade edilmemelidir.

[email protected]