Cüneyt Altıparmak / Hukukçu
11.03.2020, dünya için yeni milat oldu. Ve bu süre devam ediyor. “Pandemi” ilan edildiği Dünya Sağlık Örgütünce açıklandı. En son 2009 yılında böyle bir ilanda bulunmuştu örgüt. Fakat 2009 yılındaki Domuz Gribi ülkemizde etkisini bu derece yoğun ve etkili göstermemişti. Hatta neredeyse hissetmedik desek yerdir. Şöyle bir geriye doğru bakarsak İspanyol gribi, kolera, çiçek hastalığı, tifüs salgını, AIDS, SARS, Ebola derken şimdi de Covid-19, dünyayı etkileyen olaylar arasında yerini aldı, hepimiz bu ana tanıklık ediyoruz. Bir çıkış arıyoruz. Bir süredir, hukuk ve koronavirüs konularında yazılar yazıyorum. Bu yazımda, bu sürecin idaresi için hukuki açıdan eksiklerimiz neler? Hangi düzenlemelere ihtiyacımız var? Gelecekte benzer sorunlar olursa nasıl bir mevzuat olmalı? Sorularının yanıtını aramaya çalışacağız. Pek tabii, bu yazı ile tüm konulara değinemeyiz. Fakat bir tartışma açmış olmamız yeterli olacaktır, düşüncesindeyiz.
Hukuk canlıdır
Hukuk canlı bir disiplindir. Güncel gelişmelere biçim verir, yaşanan olaylardan şekil alır. Koronavirus gündemi de, ülkemizde mevzuatın tekrar ele alınması gerektiğini ve gelecek salgınlara dair yeni düzenlemeler yapılması gerektiğini gösterdi. Hatta bu gereklilik şu an için bile var. Gözlediğim kadarıyla ilk başta, herkesteki kanaat: “Birkaç ay sonra biter” şeklindeydi. Bu sebeple, mevzuat açısından düzenlemelere yer vermek düşünülmedi, gerek görülmedi. Bunun yerine “eldeki hükümler” kullanılmak ve daha çok idari yetkiler suretiyle süreç yürütüldü. Süreç bu haliyle iyi yönetildi ve bu şekilde de gidiyor. Ancak hukuki açıdan bir takım tespitler yapmamız gerekiyor ki, daha iyiyi bulalım ve tatbik edelim. Bu süreçte bir köşede duran bir kanunu keşfettik adeta: “Umumi Hıfzısıhha Kanunu” yani Genel Sağlığın Korunması Yasası… Diğeri ise bildiğimiz ancak “sağlık” konusunda uygulanacağını çok da tahmin etmediğimiz “İl İdaresi Kanunu” bağlamındaki yetkilerdi. Şayet, bu iki düzenleme olmasaydı: “Tedbir almanın yasal bir dayanağı” olmayacaktı!.. Bir de unuttuğumuz ve gözümüzün önünde duran temel bir kanun vardı: Medeni Kanun….
Olağanüstü dönem
Yasalar, kendilerini meydana getiren çağın etkisi ile yazılır. Misal, “çiçek aşısı” konusunda zorunluluk bulunan yasal düzenleme o dönemin şartlarına uygun üretilmiştir. Ancak şimdi durum farklılaşmıştır… Devletler, olağan ve olağanüstü dönemlerde de hukuka uymak zorundadır. Olağanüstü dönemler, olağan kurallar ile aşılmaz. Bu konunda Anayasamızda ve Olağanüstü Hal Kanununda bir takım düzenlemeler öngörülmüştür. Salgın bağlamında “olağanüstü hal” ilanı, bir noktada idarenin takdirindedir. Bu irade TBMM’nin onayına ihtiyaç duyar. Koronavirüs bağlamında bu şekilde bir “ilan” söz konusu olmadan, sürecin Valilere verilen yetkiler bağlamında ilerletilmektedir. Bu kapsamda tedbirler “idari” olarak seyretmekte ve sonucunda daha ağır durumlar belirince “ceza hukuku” devreye girmektedir.
Mevcut tablo
Yeni durumda, idarelerin eylemlere “suç” arama yönündeki adımları ile mücadele süreci başladı. Virüs bulaştırmanın suç olduğunu, yaralama ve öldürme suçları bağlamında ele alınması gündeme geldi. Böylece, “karantinadan kaçmanın” sonuçları itibarıyla daha ağır bir ceza oluşturacağı kamuoyunda bilinir hale geldi. Son olarak, İçişleri Bakanlığının koronavirüs tanılı hastalar tarafından temaslı kişiler hakkında yapılan eksik veya yanıltıcı veya gerçeğe aykırı beyan ve bildirimlerde bulunmasının TCK 206. madde kapsamında yalan beyan suçunu oluşturacağı ve buna göre işlem yapılması tüm valiliklere bildirildi. Adalet Bakanlığı da bu konuda, cezaların arttırılması konusunda girişimlere başladığını öğrendik. Şüphesiz, salgın sürdükçe bunlara yenileri eklenecektir… Bu bir gerekliliktir, bu arayış doğrudur ancak en doğrusu meseleye bütünlüklü bakmayı gerektirir.
Mesela, maske takmama basit görülen bir tedbir olsa da, bugün salgının yayılmasını engelleyen en ciddi, basit ve yaygın tedbir. Buna uyulmaması bir kabahat olarak düzenlenmiş. Cezası ise Hıfzısıhha kararlarıyla 900TL. Bu ceza ile maske takmamanın oluşturduğu olumsuz etki birlikte düşünüldüğünde, bu eylemin bir suç olmalı ya da en azından, daha yüksek bir para cezası uygulanmalı. Hele bu eylemi tekrar edenler için doğrudan yurtlarda muhafaza tedbiri uygulanmak gerekiyor. Bir diğer sorun ise, bu cezayı verme yetkisinin “mülki amir” tarafından kullanılmasının zorunlu olmasıdır. Diğer tedbirlere dair cezaları valinin yetkisine kalması doğrudur ancak maske takmama konusunda yasal bir değişiklik ile bunun kolluk amirlerine devredilmesi lazımdır ki, etkili mücadelenin önü açılmalıdır. Bir diğer örnek ise, karantina tedbirlerine uymayanlar hakkında soruşturmalar TCK’nın 195’nci maddesi kapsamında yürütülüyor. Ancak burada verilen ceza şimdilik (Bakanlık bunun artacağını belirtti) üst sınırı iki yıl. Bu kimseler hakkında bu suçun doğal sonucu olarak “gerekli sağlık tedbirleri” uygulanır veya “adli kontrol hükümleri çerçevesinde haline uygun biçimde tedbir uygulanır” ya da “bu kimseler belirli yerlerde kalan karantina süresini geçirir” şeklindeki bir tamamlayıcı hükme ihtiyaç vardır. Burada, ceza verip ardından idari tedbir ile meseleye devam edilmektedir. Bunun yerine bu konunun tüm detayları “gözlem altına alma” veya “adli kontrol” kurumlarına kıyasla ortaya konulacak bir düzenleme ile gündeme alınması daha iyi olacaktır. Umumi Hıfzısıhha Kanunun (m.57 vd) “bulaşıcı hastalıklar” tek tek saymış ve tedbirleri Bunlar “tecrit”, “tetkik” yani araştırma, “müşahede” yani gözlem altında tutma bunlara yetki verilmiş durumda. İlaç, aşı ve gıdaların yasaklanması vb. konular da düzenlenmiştir. Ancak bunlar “idari” tedbir bağlamında. Ve hastalıkların, yıllar sonra farklı olabileceği açık. Sayma yolu yerine daha geniş kapsamlara ihtiyaç var. Yine önlemlerin de belirtilmesi bir noktada eli kolu bağlayan bir durum…
Pandemi’nin başında, bu mesele çokça dile getirildi. Şehirler arası seyahat ve sokağa çıkma yasağı, yurt dışı uçuşlarının durdurulması gibi tedbirlerin ancak Olağanüstü Hal İlanı ile mümkün olacağı belirtildi. Ancak yukarda da değindiğimiz üzere il idaresi ve umumi hıfzısıhha kanunlarındaki tedbir uygulandı. Yine “fazla uzun sürmez” düşüncesi ile bu yola tevessül edilmedi. Ancak, mesele daha ağır boyuta ulaşsa idi, kimse “yürütme” erkinin böyle bir yetkiyi kullanmasına mani olamazdı. Bu tartışmayı ortadan kaldıracak düzenlemelere gitmek ve sağlık Bakanlığı bünyesinde tek merkezden karar alınacak bir Ulusal Kamu Sağlığı Tedbirleri Kurulu vb. isimde bir yapı teşekkül ettirmek gerekir. “Bilim Kurulu” tavsiye kararları ile süreci idare etmektedir. Teşekkül edecek kurulu bir tür “Olağanüstü Sağlık Kurulu” gibi teşekkül ettirilmeli ve bu dönemlerde buranın kararları ve Cumhurbaşkanın onayı ile süreç yönetilmelidir. Ve her şeyden önce böyle bir yasal düzenlemeye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu konular muhalefetin ve iktidarın ortak ödevidir. Sağlık konusunda atılacak bu tip reformun ilk adımını iktidar atarsa, “yapıcı” olmak adına muhalefet destek vermelidir. Sağlık, tarım ve savunma meseleleri üzerinde ihtilaf olmayacak milli konulardır…
Karantinadan kaçma
Karantinadan kaçma suçu ve Hıfzıssıhha Kurullarınca karar alınacak kararlara ilişkin aykrı beyanda bulunanlara uygulanacak “bir belgenin düzenlenmesine yalan beyanda bulunma” suçunu işledikleri (TCK m.206) için yapılacak işlemler ve bilinçli yada ihmalen bulaştırma suretiyle bir insanı öldürme veya yaralama suçları dışında başkaca suçtan işlem yapma olanağı yok hali hazırda. Bizce yapılması gereken, bu konuda çıkarılacak bir yasa da özel suçlar düzenlemektir. Örneğin, pandemi döneminde kabahatleri ihlal etmeyi itiyat haline getirmek, yetkililere yanıltıcı bilgi vermek, getirilen tedbirlere ihlal suretiyle bulaşmaya neden olmak vb… bunlar gündeme gelmelidir. Bu suç-kabahat, suçlar arasındaki ceza dengesi açısından önemlidir. Meseleyi vatandaş nezdinde çokça değerlendirdik, denetimler noktasında da “göz yumma” durumlarının olduğu da belirtelim. Bunun için pandemi döneminde böyle bir ihmalin cezasının da ayrıca düzenlenmesi veya bir ağırlatıcı bir neden olarak düzenlenmesi gerektiği kanaatindeyim. Daha önceki yazımda da değindiğim üzere bir başka gereklilik ise, salgın döneminde sağlık çalışanlara işlenen suçların cezasının arttırılması ve dehal tutuklama tedbirinin uygulanmasıdır. Bu dönemde kamunun ihtiyacı “olağanüstüleşmiştir”, bu telafisiz zararlara gebedir, bunun için cezalar ve tedbirler de bu nispette olmalıdır… Bu konu da bir hüküm de Türk Medeni Kanununda bulunuyor (m.432 vd). Buna göre bir kimse ağır tehlike arz eden bulaşıcı hastalık “kişisel korunmasının başka şekilde sağlanamaması” hâlinde, tedavisi, eğitimi veya ıslahı için elverişli bir kuruma yerleştirilir veya bu sebeple alıkonulabilir. Görevlerini yaparlarken bu sebeplerden birinin varlığını öğrenen kamu görevlileri, bu durumu hemen yetkili vesayet makamına bildirmek zorundadırlar. Bu hüküm, genel bir salgın için değil, kişinin hürriyetinin kısıtlanması maksatlı kişi ve kamu güvenliği ilgili olarak düzenlenmiştir. Burada, Medeni Kanun marifetiyle ihdas edilmiş bir yol vardır. Burada “tehlike arz eden bulaşıcı hastalık” denilerek genel kamu sağlığını korumak da amaçlanmıştır. İdarecilerin dikkatini, bu düzenlemeye de çekmek isteriz.
Suç-ceza dengesi
Gelişen durum, bize bundan sonrası için yapılması gerekenleri bildiriyor. Başta, il idaresi kanununda valiliklere verilen genel yetkiden hareketle yürütülen faaliyetleri salgın konusunda daha özel düzenlemelere yer vermek gerekiyor. Umumi Hıfzısıhha Kanununun başta adı ve içeriğinin sadeleşmesi ve geliştirilmesi lazım. Hali hazırda bu metnin günümüz Türkçesine çevrilerek çeşitli kurumlarda kullanıldığını görünce, bunun evleviyet olduğunu düşünüyorum. Yeni suçlar ile suç-ceza dengesini daha iyi oturtabiliriz. Kabahatler için de durum aynı. Yeni kabahat türlerini ihdas etmeliyiz. “Emre aykırı davranış” bu konuda çok genel kalmakta. Ve en mühimi ise “salgına dönük olarak” ve “pandemi” ilanı birlikte yürürlüğe girecek, bugünkü tecrübelerimizden hareketle bir temel norm üretmek gerekiyor. Bu tür mevzuat çalışmalarında tüm kurumların nasıl çalışacağına, toplantıların nasıl yapılacağına, kurumların neler yapması gerektiğine dair bir yol haritasını da içermesi yerinde olacaktır. Yaşadığımız bu sıkıcı ve üzücü süreçten dersler almak hepimizin ödevidir.