Kur savaşları stratejisi
ABONE OL

ABD’nin fitilini ateşlediği ticaret savaşları gün geçtikçe yaygınlaşarak kur savaşlarını tetiklemeye başlamıştır. Dünya tüketiminin önemli bir bölümünü yapan ABD bu durumu kullanarak dış ticarette hak etmediği üstünlükleri elde etme peşinde koşmakta ve ülkesine giren ithal ürünlere oldukça yüklü vergiler uygulamaktadır. Özellikle ABD başkanı Trump’ın izlediği, alışılmışın çok dışındaki tüccar mantığına dayalı dış politikanın yansımalarını görmekteyiz. ABD tarafından izlenen politika dünya üzerinde ihracata dayalı büyüme gösteren ülkeleri oldukça zor duruma sokmakta, onların da ABD ürünlerine ek vergiler getirmesine sebebiyet vermektedir. Bu nedenle dünya ticareti yavaşlamakta, küresel büyüme ise ivme kaybetmektedir. 

Çin olumsuz mu etkileniyor? 

Çin başta olmak üzere dünya ülkeleri ABD’nin bu tavrı karşısında ABD’den ithal ettikleri ürünlere gittikçe artan vergiler koyma imkanına sahip değildirler. Bu ülkeler son zamanlarda döviz kurlarıyla oynayarak dış ticarette avantaj elde etmeyi benimseme düşüncesi içine girmektedir. Bu durumun altında iki ana neden yatmaktadır. Öncelikle artan vergiler Çin gibi ülkelerin ithal ettiği ürünleri daha pahalı hale getirmektedir. Özellikle nüfusun çok olduğu bölgelerde tüketicilerin ithal ürünlere çok pahalı fiyatlardan ulaşması memnuniyetsizliği oluşturmakta ve iktidarda bulunan siyasi güçlerin yıpranmasına neden olmaktadır. Her ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar siyasi erkler yaşam pahalılığının ülkelerinde baş göstermesinden çekinmektedirler. Bu olgunun en güzel örneği ise Çin’de gözlenmektedir. Ucuz iş gücünü en büyük rekabet avantajı olarak kullanan bu ülke, vatandaşlarının alım güçlerini belli bir seviyenin üzerinde tutmak için elinden geleni yapmaktadır. Fakat ABD dış ticaret politikası ise bu çabaları baltalamaktadır. Böyle bir durumda ABD’den ithal edilen ürünlerin ikamesinin başka ülkelerden temin edilmesi belki kolay bir çözüm olarak görülebilir. Fakat, bu tür bir çözüm süreci hem çok uzun zaman almakta, hem de aksine küresel ürün fiyatlarını daha da yukarıya doğru itmektedir. Kısacası, dış ticarette ülkeler arasında çeşitlendirme yapmak küçük ülkeler açısından makul olmakla beraber büyük ülkeler için uygulanabilir bir strateji olmaktan uzaktır. 

İkinci neden ise ABD’nin bu ülkelere karşı ticaret açığı veren tarafta olmasıdır. Diğer bir deyişle ABD bu ülkelere sattığından daha çok malı bu ülkelerden almaktadır. Bu durum ABD’nin daha çok miktarda mala vergi koyabilme imkanını doğurmaktadır. Böylelikle ABD’nin ticaret savaşlarında stratejik bir üstünlüğü oluşmaktadır. ABD’nin ticaret savaşlarındaki bu üstünlüğü diğer ülkelerin para birimlerini ABD dolarına karşı zayıflatmaya çalışmasını tetiklemektedir. Nitekim Çin’de bir dolar 6.80 yuan civarında seyretmekteyken ve Çin bu pariteyi koruma yolunda adımlar atmaktayken off-shore piyasada bu değer 7’nin üzerine çıkmıştır. Çin hükümeti ise para biriminin değerini korumaya yönelik her hangi bir önlem almaktan kaçınmıştır. Son zamanlarda Çin para birimi daha da değer kaybederek 7.20 seviyelerini görmüştür. Sadece bu olgu bile ticaret savaşlarının artık evrilerek bir kur savaşına dönüştüğünü göstermeye yeterlidir. 

 Öte yandan ABD başkanı da kendi merkez bankası başkanına faizleri indirerek Çin’e karşılık verme telkininde bulunmaktadır. Son toplantıda baskılara daha fazla dayanamayan Fed başkanı Powell ve açık piyasa komitesi üyeleri (bizdeki sistemdeki karşılığı para piyasası kurulu başkanı ve üyeleri) karar alarak Fed faiz oranını 25 baz puan indirmiştir. Buna rağmen yaklaşan başkanlık seçimlerinin de etkisiyle ABD Başkanı hem ulusal hem de uluslararası düzeyde elini güçlendirmek için 100 baz puan daha indirim talep etmekte ve bu talebini sık sık sosyal medya aracılığıyla dile getirmektedir. Bu durum dünyayı açık bir biçimde kur savaşlarına sürüklemektedir. İki büyük küresel gücün kurlar üzerinden bu derecede çatışması diğer ülkeleri de kendi para birimlerini değersizleştirmeye yönelik önlemler almaya itmektedir. 

Fırsat mı tehdit mi?  

Kur savaşlarının sonuçları ne olabilir? Bizim için bir fırsat mı yoksa bir tehdit midir bu savaşlar? Dilerseniz konuyu küresel ve ulusal bazda ele alarak inceleyelim. Küresel bazda özellikle Çin gibi ülkelerin para birimlerini değersizleştirmek üzere adımlar atması gelişen piyasalardan gelişmiş olan piyasalara doğru sermaye çıkışlarını tetikleyebilecek riskleri barındırmaktadır. Başka bir şekilde ifade edilirse, gelişmekte olan ülkelerin para birimleri sermaye çıkışlarından yüksek seviyede etkilenmeye açıktır ve sermaye çıkışları sonucunda değer kaybedecektir. İlk aşamalarda altın ve dolar fiyatlarına yarayacak bu durum altın fiyatını ve dolar  kurunu arttıracaktır. Altın fiyatlarının artması normal bir durum iken, doların değerinin artması tamamen bu ve benzeri birkaç para biriminin rezerv para birimi olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır. Tarihsel süreçte savaş gibi belirsizliklerin had safhalara çıktığı ve risklerin üst düzeye çıktığı zamanlarda riskten korunma güdüsüyle altına ve diğer değerli maden ve taşlara hücum edildiği görülmüştür. Fakat dolar benzer bir içsel değer taşımamaktadır ve dolara yapılan hücumun özünde anlamsız olduğu görülmektedir. Fed tarafından yapılacak yüksek seviyedeki faiz düşüşlerinin dolarla bağdaştırılan bu tabuyu yavaş yavaş sarsarak yakın gelecekte yıkacağı düşünülebilir. Özellikle her topluluğun, hatta şirketlerin bile kendi kripto parasını üretebildiği bir ortamda bu dönüşümün çok hızlı bir şekilde vücut bulması kaçınılmazdır. Son yıllarda bireylerin portföylerinde rezerv para birimleri yanında Bitcoin gibi kripto paralar tutmaları ve kripto paralarla alışveriş yapmaları dünyada doların tahtını sarsacak adımların atıldığını gösteren ilk işaret fişekleri olarak algılanabilir. 

Kur savaşlarının ülkeler arasındaki ticareti baskılayıcı özelliği de göz ardı edilmemelidir. Kurların stabil bir şekilde seyretmediği ortamlarda hem dış ticaret hem de üretim olması gerekenin çok altında bir seviyede seyredecektir. Çünkü oynak kurlar mal ve hammadde fiyatlamalarının doğru bir şekilde yapılmasına engeldir. Üretici üreteceği malın maliyetini bilemezken, satıcı veya tüketici de son fiyatını tahmin edemeyecektir. Böyle bir ortamda ise özellikle dış ticaretin sağlıklı yürütülmesi beklenemez. 

Uluslararası ticaret   

Küresel açıdan çok büyük bir tehdit olarak gözüken kur savaşlarının ülkemize etkilerini ele alırsak karşılaşacağımız tablo bizi kısa vadede üzecek olsa da orta ve uzun vadede rahatlatacaktır. Öncelikle ülkemizdeki yurt içi tasarruf oranları oldukça az olduğu için ülkemiz yabancı sermaye girişlerine muhtaçtır. Ülkemizde çok karlı yatırım imkânları bulunmasına rağmen sermayenin maliyeti çoğu zaman ülkemizdeki yatırımları sınırlamaktadır. Kur savaşları sermayenin riskten kaçtığı ilk aşamada yabancı para birimlerini yükseltecektir. Fakat bu ilk şokun ülkemiz için geçiştirilebilecek düzeyde olması beklenmelidir. Sonraki aşamalarda ise düşük maliyetli sermaye bulmanın kapıları ülkemizdeki şirket ve bankalara ardına kadar açılacaktır. Bu sayede tasarruf açığımızdan kaynaklanan sorunlarımızı gidermemiz kolaylaşacaktır. Fakat, 2008 krizi sonrasında da görüldüğü üzere ülkemiz ucuz yabancı kaynakları daha çok tüketimi destekleyen verimsiz yatırımlara ve borç ötelemeye kanalize etmektedir. Böyle bir durumun tekrardan yaşanması ülkemiz açısından bir fırsatın bir tehdide dönüşmesini gündeme de getirebilir. 

Ticaret savaşlarının kur savaşlarıyla birleşerek dünya ticaretini frenlemesi ülkemize negatif yansıyabilir. Fakat, ülkemizin ihracat odaklı büyüyen ülkelerle karşılaştırıldığında çok önemli bir avantajı vardır. Genç ve dinamik nüfus yapısı sayesinde Türkiye daha çok iç talep ile büyümekte ve gelişmektedir. İhracat yapımız ise montaj odaklı olup ucuz ama kalifiye iş gücünün varlığına bağlıdır. İç talebin yoğun olması ve ihracat yapımızın çok kompleks olmaması ülke ekonomisinin yavaşlayan dünya ticaretinden daha düşük seviyede etkilenmesine neden olacaktır. 

Özetle, önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi ticaret savaşları gün geçtikçe kur savaşlarına evrilmektedir. Bu durumun küresel ekonomiye olan negatif etkisi ihmal edilemeyecek kadar büyüktür. Türkiye bağlamında bu etkinin ilk aşamada negatif olsa bile, orta ve uzun vadede fırsatlar içerdiği muhakkaktır. Ekonomimize düşük maliyetli sermaye girişinin sağlanması tasarruf açığı bulunan ülkemiz için hayati öneme sahiptir. Önemli olan bu sermayenin getirisi yüksek olan alanlarda kullanılmasıdır. Aksi takdirde yurt içine giren sermaye, şirketlerin daha çok borçlanarak verimsiz yatırımlar yapmasına ve dolayısıyla tüketim odaklı bir ekonomik anlayışın artmasına neden olabilir. 

[email protected]