Dr. Deniz İstikbal/ İstanbul Medipol Üniversitesi
Kovid-19 salgını, Ukrayna Savaşı, enerji ve tedarik krizi küresel ekonomi üzerinde ciddi sarsıntılar oluşturdu. Hükümetler krizlerle mücadele için devlet harcamalarını artırırken merkez bankaları faizleri indirerek salgının etkilerini minimize etmeye çalıştı. Piyasalara enjekte edilen 20 trilyon dolarlık likiditeye 120 trilyon dolarlık ek borçlanma eşlik etti. Küresel Finans Krizi sonrası hızla artan global borçluluk düzeyi salgınla tarihin en yüksek seviyesine erişti. Salgının aşıyla birlikte zayıflaması iktisadi olarak talebi canlandırırken Ukrayna Savaşı patlak verdi. Rusya'ya karşı uygulanan yaptırımlar enerji fiyatlarını hızla artırarak tarihi zirvelere taşıdı. Petrol ve doğalgazda yaşanılan fiyat artışı maliyetleri yukarıya taşırken salgın döneminde piyasaya verilen likiditenin de etkisiyle enflasyon artmaya başladı. Gelişmiş birçok ülkede enflasyon çift haneli rakamlara ulaşırken gelişmekte olan aktörlerde ciddi krizler meydana geldi. 2022'de faizlerin enflasyon ve krizlerle mücadele için artırılmaya başlanması yeni zorluklar meydana getirdi. İşsizlik ve düşük büyüme olarak isimlendirilen resesyon süreci ekonomileri etkisi altına aldı. Mevcut krizler silsilesine gıda ve iklim krizi eklendi. 2020-2023 döneminde Birleşmiş Milletler tarafından açıklanan Küresel Gıda Fiyat Endeksi tarihi rekor seviyeye erişti.
2023'ün sonlarında faiz artırım süreci son bulurken 2024'ün ortalarına kadar faizler yüksek kalmaya devam etti. Avrupa Merkez Bankası yılın ikinci yarısında FED ise son çeyrekte faizleri düşürmeye başladılar. 2026'ya kadar faiz indirim süreci devam ederken birçok merkez bankasının global aktörleri takip etmesi bekleniyor. İngiltere, İsviçre, Kanada ve Brezilya Merkez Bankası faiz indirim trendine katılarak küresel finans kuruluşlarını takip ediyor. Asya ülkelerinde ise Çin öncülüğünde salgının başlarından itibaren farklı bir ekonomi politikası izleniyor. FED ve Avrupa Merkez Bankası faizleri artırmayı tercih ederken Çin faizleri düşürme yönlü bir politikaya başvurdu. İktisadi büyümenin güçlendirilmesi ve istihdamın artırılması için kamu destek paketleri açıklandı. Japonya'da da benzer bir süreç farklılıklar barındırmakla birlikte olağan hale geldi. Ancak küresel ekonomi ve ticaretin daralması Asya ülkelerini de derinden etkiledi. Fakat Japonya, Güney Kore ve Çin'de enflasyon rakamları Batılı aktörlere kıyasla kontrolden çıkmadı ve toplumsal değişimleri tetiklemedi. Özellikle Avrupa'da meydana gelen siyasi değişimler enflasyonun bir sonucu olarak analiz edilebilir. Trump'ın başkan seçilmesinde de aynı enflasyonist etmenler toplumsal kararlara ciddi anlamda etki etti.
FED Kasım ayında başladığı faiz indirimine Aralıkta da devam etti. Ocak-Aralık 2025 döneminde de FED'in faiz indirimlerini sürdürmesi bekleniyor. Tahminlere göre FED'in her 25 baz puanlık faiz indirimi küresel ekonomi açısından 400 milyar dolarlık ek likidite oluşturuyor. Benzer şekilde Avrupa Merkez Bankası da faizleri düşürerek iktisadi büyüme yönlü bir politikayı önceliyor. Faiz indirimlerinin yarattığı olumlu trendin borç ödemelerinde kolaylıklara neden olması beklenebilir. Faizlerin son çeyrek asrın en yüksek seviyesinde olması ise global borç faiz ödemelerini tarihi zirvelere taşıdı. 2023'te 6 trilyon dolar olan küresel borç faiz ödemeleri 2024'te 7 trilyon doları aştı ve tarihin en yüksek miktarına ulaştı.
Yukarıda değinilen krizlere paralel şekilde artan borç yükü faiz ödemelerinin yükselmesine sebebiyet verdi. Gelişmiş ülkeler en fazla borç yüküne sahip aktörler olarak faiz ödemelerinde başı çekiyorlar. ABD, İngiltere, İtalya, Fransa ve Japonya en fazla faiz ödemesi yapan ülkeler arasında yer alıyor. Türkiye ise diğer ülkelere kıyasla düşük borçluluk düzeyi nedeniyle kısmi bir faiz ödemesi gerçekleştiriyor. Faizlerin düşmesiyle faiz ödemelerinin de azalması beklenebilir. Fakat ABD'de 34 trilyon dolara yaklaşan borç miktarının faizler düşse de yüksek miktar nedeniyle finanse edilmesinde zorluklara neden olması ihtimal dahilinde bulunuyor. Buradan hareketle 2012'de Avrupa Birliğinde başlayan borç krizi benzeri bir sürecin küresel ekonomiyi etkisi altına alması beklenebilir. Borç ve faiz ödemelerinde zorluklar yaşayan ülkelerin yeni bir krizle karşı karşıya kalacak olması toplumların mevcut iktidarları değiştirme yönlü olacağına işaret ediyor. Bu nedenle enflasyon nedeniyle birçok iktidarın değiştiği bir dönemde siyasi karmaşanın azalması değil artması ihtimal dahilinde.
ABD'de yeniden başkan seçilen Trump'ın ticaret savaşları olarak isimlendirilen sürece hız vermesi bekleniyor. Ticari gümrük vergilerinin artırılması dış ticarete tehdit oluştururken geçmiş dönem krizleri henüz atlatamayan dünya ekonomisi yeni risklerle karşı karşıya. Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için mevcut karmaşa toplumsal olayları tetikleyebilecek bir sürece evrilebilir. Türkiye açısından küresel ekonomide meydana gelen tehdit ve krizlere yaklaşıldığında, içerisinde fırsatlar barındırdığını söylemek mümkün. Çin'e karşı artacak olan gümrük vergileri yeni destinasyon ve üretim merkezlerini öne çıkarabilir. Dünyanın en büyük 12. sanayisine sahip olarak Türkiye süreçten kazançlı çıkabilir. Faiz indirim döneminin getirdiği yabancı yatırımcı artışı da gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye'ye gelecek olan yatırımları ivmelendirilebilir.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) küresel finans kuruluşlarını izleyerek faizleri indirmeye hazırlanıyor. Enflasyondaki düşüşün bir getirisi olarak büyük ihtimal aralık ayında faizleri indirmeye başlayacak olan TCMB, 2025 boyunca faiz indirimlerine devam edebilir. FED ve Avrupa Merkez Bankasının yapacağı gibi 2026'da faiz indirimleri TCMB açısından da sürdürülebilir. Enflasyonun sorun olarak ortadan kalkması öngörülebilirliği artırırken yabancı yatırımcı ilgisinin güçlenmesine katkı sunabilir. Küresel şartların sunduğu fırsatları eğer Türkiye iyi değerlendirebilirse yıllık ortalama 20 milyar doların üzerinde doğrudan yabancı yatırım çekmek mümkün olabilir. Özellikle salgın sonrası ihracat merkezli bir kalkınma modeline doğru evrilen Türk ekonomisi yeni rekorlara imza atabilir. Günümüzde dünya ekonomisinden yüzde 1,24 pay alan ve dünya ihracatının yüzde 1,1'ini gerçekleştiren Türkiye hızla paylarını yüzde 1,5'e doğru çıkarabilir. Bu ivmenin yakalanması için ortaya çıkan fırsatların iktisadi reformlarla desteklenmesi ve enflasyonun tek haneye indirilmesi gerekiyor. Haziran 2023'ten itibaren ortaya konan rasyonel ekonomi politikalarına geri dönüş iradesi bu açıdan büyük önem taşıyor.
Sonuç olarak küresel faiz indirimleri Türkiye ekonomisini olumlu yönde etkilerken ihracat pazarlarında talebi canlandıracaktır. Bu talep artışı ihracatın artmasına ve firmaların daha fazla gelir elde etmesine yardımcı olabilir. Böylelikle iktisadi büyüme kuvvetlenirken istihdam artışı meydana gelebilir. İstihdam artışı üretime katkı sunan bir olgu olarak ekonomik kalkınmanın ivmelenmesine ve refah artışının gerçekleşmesine yardımcı olabilir.