Küresel mücadelenin tampon ülkesi Ukrayna
ABONE OL

Günümüz dünyasında uluslararası ilişkilere ve modern siyasi tarihe dair olaylar daha çok bölgesel ve küresel jeopolitiğin etkisi altında gelişmektedir. Batı siyasi, askeri ve diplomatik bu olayların hem kaynağı hem de gelişiminde yön verici güç olarak karşımıza çıkmaktadır. En azından son 300 yılda bu böyle olmuştur. Doğu ve Batı arasında, Doğu'nun ve Batı'nın sınırlarının kesiştiği noktada, Baltık Denizi'nin doğusundan Doğu Akdeniz'in doğusuna kadar kuzey güney yönlü yaşanan tarihi rekabet bu durumun oluşmasında etkin sebeptir.

REKABETİN COĞRAFYASI

Doğu'nun köklü devlet geleneğine sahip devletleri ile Batı Avrupa'nın tek bir medeniyet olarak sunulduğu Batı arasında bitmek tükenmek bilmeyen bir mücadele söz konusu olmuştur. Rekabetin sebepleri farklı olsa da rekabetin coğrafyası aslında hiç değişmemiştir. Aslında bu rekabetin muhatapları olan Çarlık Rusya'sı ve Osmanlı Devleti kendi devlet gelenekleri ve kimlikleri ile Batı medeniyetinin bir parçası olmak için çaba göstermişlerdir. Başka bir deyişle modern dünyanın bir parçası olarak yenilenme ve dönüşüm çabası içerisine girmişlerdir. Osmanlı Devleti Tanzimat sonrası süreçte Batılı değerleri kendi toplumuna kazandırmaya çalışmıştır. Çarlık Rusya'sı da bu yaklaşımları Rus toplumunun entelektüel soylu sınıfı vasıtasıyla sergilemiştir. Ancak Batı kendi sınırlarının bin yıldır kesiştiği bu iki ülkeyi, iki toplumu, kabul etmediği gibi ya sürekli dışlamış ya da dizayn ederek dönüştürmeye çalışmıştır. Sanayileşmiş olmanın verdiği avantajları da bu ülkelerin topraklarını sömürmek amacıyla kullanma çabasından geri durmamıştır. Bu geleneksel rekabetin sebepleri tarihi süreçler içerisinde değişmiştir. Bir zamanlar Türkiye ve Rusya ile emperyal bir ilişki kurmaya çalışan Batı, son yüz yıldır demokratikleşmeyi etkin bir silah olarak kullanmaktadır.

Özellikle insanlık siyasi tarihine ve devlet yönetimine etkin bir siyasi kültür olarak ikinci dünya savaşından sonra giriş yapan demokrasi bu tarihten itibaren etkin bir araç olarak küresel siyasetteki yerini almıştır. Totaliter rejimlere karşı Batılı ve etkin bir enstrüman olarak savaş sonrası süreçte tüm dünyaya transfer edilmek istenmiştir. Bu anlamda Batılı bir değer olan demokratikleşme ve Bolşevik bir değer olan Sovyetleşme ayrı birer siyasi kültür olarak doğdukları toplumların dışında başka coğrafyalarda yayılma çabasına girmişler ve bu nedenle aralarında büyük bir rekabet yaşanmıştır.

YAYILMACI İKİ İDEOLOJİ

Yayılmacı bu iki ideolojinin jeopolitik mücadelesi Soğuk Savaş'ın en etkin dinamiği olarak siyasi, askeri, diplomatik tüm meselelerin kaynağı olmuştur. Demokratikleşme ve Sovyetleşmenin mücadele sahası uluslararası ilişkilerin de en aktif sahası olmuştur.

Demokratikleşme sloganı altında genelde Batı'nın özelde ABD'nin yürüttüğü doğu yönlü ideolojik yayılma bu siyasi kültürün siyasi ve askeri kanadı olan NATO ile birlikte gerçekleştirilmiştir. Soğuk Savaş döneminde NATO öncü güç olmuş arkasından demokratik rejimlere geçişler başlamış, 1991 sonrası süreçte ise demokratik rejimlere geçiş başlamış arkasından NATO yayılmaya başlamıştır. Henüz Soğuk Savaş döneminde kendi etkisini Avrupa'da; 1975 yılında Portekiz'de Salazar'ın devrilmesiyle hissettiren demokratikleşme hareketi Portekiz'den sonra Doğu Avrupa'ya yayılmıştır. Polonya'da Solidarnost (dayanışma) hareketi ile 1981'de başlayan söz konusu hareket sosyalist blok ülkelerinin tamamında etkisini göstermiş ve sürecin sonunda Sovyetler Birliği dağılmıştır.

Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte Sovyet sonrası coğrafyada demokratikleşme hareketleri seri bir şekilde yaşanmıştır. Yayılmacı ideolojilerin savaşını Batı yani demokratikleşme kazanmış, Sovyetleşme ise tarihin ideoloji müzesindeki yerini almıştır.

Ancak Soğuk Savaş bitse de demokratikleşme hareketleri hızını alamamış ve Sovyet sonrası coğrafyanın yeni ülkelerinde Batı menfaatleri ile uyumlu çalışacak lider ve rejim değişikliğini yapmak üzere ABD dış politikasının sloganı olarak yayılmaya devam etmiştir.

11 Eylül ve yeni anlaşma

Diğer yandan 11 Eylül 2001 olaylarıyla bu yayılmacılıkta Soğuk Savaş sonrası döneminin yeni bir aşaması başlamıştır. Soğuk Savaş'ın iki kutuplu dünyasının yerini artık ABD'nin egemen olduğu tek kutuplu bir dünyaya bırakması Batı'nın ilerleyişini son derece hızlandırmıştır. 11 Eylül olaylarıyla önce Afganistan'ı, sonra Irak'ı işgal eden ABD Sovyet sonrası coğrafyada da renkli devrimleri başlatmıştır. Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan ilk dalga devrim hareketlerinin yaşandığı ülkeler olmuştur. Birçok ülkede renkli devrimler çatısı altında halk hareketleri ve devrimler organize edilmiş, Sovyet siyasi elitinin kalıntısı olan liderler ve rejimler değiştirilmeye çalışılmıştır. Bu coğrafyalar aynı zamanda Soğuk Savaş sonrası uluslararası ilişkilerin yeni bölgeleri olmuştur. Yine bu durumun bir sonucu olarak; Doğu Avrupa'da ve Balkanlarda önce sosyalist rejimler ortadan kaldırılmış sonra Batı ile uyumlu çalışacak liderler yönetime getirilmiş ve son olarak bu ülkeler NATO üyesi yapılmıştır. Ancak bu ilerleyiş bugün Doğu Avrupa'da Ukrayna'da kilitlenmiş ve yeniden karşılıklı bir cepheleşmeye dönüşmüştür. Rusya kendi sınırlarına kadar bu yayılmacılığa müdahale etmemiş/edememiş ancak pasif savunmacı yaklaşımlar sergilemiştir. Ukrayna bu nedenle artık Batı'nın rejim trasnferi ve ilerleyişinin bir dirençle karşılaştığı ülke olmuştur. Bu anlamda Soğuk Savaş'ın tarihi simetrisi tam olarak Ukrayna sorunu nedeniyle yaşanmaya başlamıştır. Bu Soğuk Savaş'ı artçı olarak nitelemek yanlış olmayacaktır. Diğer yandan 2010 yılında ikinci bir demokratikleşme dalgası Kuzey Afrika'da Arap Baharıyla başlamış ve Suriye'de takılıp kalmıştır. Suriye'de başarılı olacak bir Arap Baharının Türkiye'de iç savaşı tetikleyecek sözde bir Kürt baharına dönüşmesi için de planlamaların yapıldığı başka bir gerçektir. Ukrayna'da olduğu gibi burada da Rusya, ne Libya'da ne de Yugoslavya'da verdiği tavizi vermeyecektir. Çünkü Suriye artık Rusya için ön savunma hattı; Ukrayna ise son savunma hattıdır. Kaldı ki ABD'nin demokratikleşme sloganıyla birlikte yürüttüğü siyasi yayılmacılık silahlı unsurlarla birlikte Doğu Avrupa'da Rusya'yı bir kuşatma içerisine almıştır. Doğası gereği askeri yayılmacılığın bir ürünü olarak ABD, hem Polonya, Romanya ve Ukrayna'da askeri üsler oluşturmuş ve Polonya ve Çekya'da ise hava savunma sistemlerini kurmuştur. ABD, bu hava savunma sistemlerini Batı Avrupa'yı Kuzey Kore ve İran'dan gelecek tehditlere karşı korumak için kurduğunu iddia etse de aslında olası bir savaş nedeniyle Rusya'dan gelecek karşı saldırıya karşı bir kalkan olması için kurmuştur. Afganistan'ı da unutmamakla beraber Ukrayna ve Suriye bahse konu tüm sürecin tıkandığı ve bugün gelişmelerin yaşandığı etkin ülkelerdir. Bugün Ukrayna'da yaşanan tüm gelişmeler bahse konu siyasi tarihi süreçler içerisinde gelişmiştir. Ancak 2003 yılı itibariyle Rusya ve Batı Ukrayna iç siyasetinin ayrılmaz birer parçası olarak siyasi temelli bir nüfuz mücadelesine girişmişlerdir. Bu mücadelenin sonucunda 2005 seçimlerini Batı destekli Viktor Yuşenko kazanırken, 2010 seçimlerini Rus yanlısı Viktor Yanukoviç kazanmıştır. Yine 21 Kasım 2013 tarihinde Avrupa Birliği ile Ortaklık Anlaşmasını reddeden Yanukoviç'in Ukrayna Parlamento'su tarafından 2014'te azledilmesiyle birlikte Batı yanlısı Petro Proşenko devlet başkanı olmuştur. Ancak 2014 tarihinde Yanukoviç'in azledilmesinden bir ay sonra geçici devlet başkanı Oleg Turçinov döneminde Rusya Ukrayna'daki dengelerin kendi aleyhine değişeceği, siyasi nüfuz mücadelesini kaybettiği düşüncesiyle Kırımı işgal etmiş ve Ukrayna'nın doğusunda Donbas bölgesinde iç savaş başlamıştır. Bu aşamadan sonra Ukrayna-Rusya krizi sadece bir gerilim olmaktan çıkmış silahlı bir sorun ve çatışma halini de almıştır. Günümüze kadar Ukrayna meselesi hiçbir diplomatik girişimle çözüme kavuşturulamamış silahlı çatışmalar da devam etmiştir. Ancak Rusya ve Rus siyasi eliti halen, NATO'nun doğu yönlü yayılmasını ülkeleri için en büyük tehdit olarak görmektedir. Rusya kendi sınırlarının hemen yakınında, Ukrayna'da, NATO güçlerini ve NATO üyesi ülkeleri istikrarsızlaştırıcı etki yapacağı ihtimaliyle istememektedir. Bu anlamda, Rusya 2021 yılının son günlerinde NATO ve ABD 'den yayılmama noktasında hukuki garantiler talep etmiştir. Ancak 10 Ocak 2022 tarihinde başlayan diplomasi trafiğinde Cenevre ve Viyana da yapılan görüşmeler bu noktada bir sonuç vermemiştir. Rusya bu noktada Batı'nın diplomatik olarak böyle bir taahhüt vermeyeceğini çok iyi bilmektedir. Kaldı ki NATO ile Rusya arasında NATO'nun Sovyet sonrası coğrafyadaki faaliyetleri kapsamında "yeni NATO üyesi ülkelerde düzenli askeri varlığının tesis edilmemesine" dair 1997'de yapılan aktın NATO tarafından bozulduğu eleştirisini Rus dışişleri yetkilileri sıklıkla yapmaktadır. Diğer yandan bir strateji olarak ABD ile yaptığı diplomatik görüşmelerde Avrupa Birliği veya Avrupa ülkelerine masada yer vermemek, görüşmeleri sadece ABD ile yürütmek gibi son derece zekice bir diplomasi stratejisi izlemektedir. Ukrayna sorununun Avrupa ile Rusya arasında değil ABD ve NATO ile Rusya arasında bir sorun olduğu algısı üzerinden diplomatik görüşmeleri yürütmektedir. Tüm bunlara ek olarak bugün toprak bütünlüğü olmayan Ukrayna'nın NATO'ya girecek koşulları sağlamadığı da ayrı bir tartışma konusudur. Ancak ABD'nin ve NATO'nun bölgedeki faaliyetleri Ukrayna'yı adeta bir NATO ülkesi konumuna sokmaktadır. Bu durum bölgedeki çatışma riskini daha da artırmaktadır. Ukrayna-Rusya hava sahası sınırlarında, Karadeniz'de dönem dönem havada ve denizde gerilimi tırmandırıcı it dalaşları hemen hemen her gün bu nedenle yaşanmaktadır.

Sonuç olarak Ukrayna üzerinden Rusya ve Batı arasında yaşanan gerilimde diplomasiye tanınan şansta artık sona gelindi. Rusya'nın son iki aydır bölgede yaptığı askeri hazırlıklar kapsamında bölgede 100 bin asker bulunmaktadır. Geniş çaplı bir kara harekatını başlatacak düzeyde askeri personel, ekipman ve teçhizatı da bölgeye nakletti. Tank ve timsah adı verilen helikopterlerin bölgede konuşlandırılması Rusya'nın yapması muhtemel kara harekâtının tarzını da bize gösteriyor. Rusya Ukrayna'daki diplomatik misyonları da boşaltmaya başladı. Bu durum Ukrayna'da Rusya'nın askeri bir insiyatif alacağının garantisi olamaz. Ancak gerçek olan şu ki; Batı diplomasisi masada çözüm üretmekten kaçındığı gibi Rusya'nın kendisini köşeye sıkışmış hissetmesine neden olmakta. Bu durum Rusya'yı daha da agresif hale getirmektedir. Bu durum Rusya ile bölge ülkeleri arasındaki gerilimi de git gide artırmaktadır. Bu saldırganlığın sonucu 2008 yılında Rusya Osetya ve Abhazya'yı Gürcistan toprağı olmaktan çıkarmasıyla, 2014'te Kırım'ın işgaliyle sonuçlanmıştır. Bu gün Ukrayna'nın doğusuna girmemesi için de hiçbir neden bulunmamaktadır. Belki de bir yöntem olarak Batı'nın kullandığı sinirleri bozma ve Rusya'yı hataya zorlama çalışmaları istenileni vermektedir. Buna karşın her ne kadar İngiltere bölgeye Ukrayna'nın kendisini savunması için askeri danışmanlar, hafif tanksavar füzeleri gönderse de Batılı ülkelerin şimdilik Rusya'ya karşı askeri tedbirler alacak durumda olmadığı da aşikardır. Biden'ın, Rusya'nın Ukrayna'ya olası bir müdahalesinde "küçük bir müdahale olursa" demesi ise Batıdaki kafa karışıklığının somut işaretlerinden. Diğer yandan Rusya'nın kendini çevreleyen kuşatma hattını delmek üzere pasif savunmacı yaklaşımları terk ederek aktif bir karşı eylem gerçekleştireceği de görülmelidir. Beyaz Saray sözcüsü Psaki Rusya'nın Ukrayna'ya karşı askeri bir operasyona başlayabileceğini zaten önceki gün ifade etmişti. Ancak böylesi gerilimler her zaman savaş gibi bir sonuç verecek demek de doğru olmayacaktır.

Rusya ve Batı arasında her zaman etkin rol oynayan Almanya diplomasisi Merkel'den sonra hayli sessiz ve etkisiz. Bu noktada Ukrayna krizinde şimdilik Merkel'in eksikliği net bir şekilde hissediliyor. Ukrayna üzerinden Rusya ve Batı arasında yaşanan gerilimin Türkiye'nin Batı için Soğuk Savaş tarihindeki önemini güncellenmesine neden olacağı da aşikardır. Halkbank davasının ve Doğu Akdeniz'de East-Med projesinin askıya alınması bu gelişmelerin ilk sonuçları olarak değerlendirilmelidir. Her ne kadar Rus Dış İşleri sözcüsü Mariya Zaharova Rusya-Ukrayna arasındaki krizde önemli bir arabulucu olabilecek Türkiye'yi dışlamaya kalkışsa da siyasi tarihi gerçekler Türkiye'nin önemini an itibariyle gözler önüne koymaktadır. Bölgede oluşacak yeni dengelerin merkezinde Türkiye yer alabilir. Türkiye oluşacak bu dengeleri hem kendisi hem de kendi bölgesinde istikrarı koruyacak adımlara dönüştürmeyi bilmelidir.

[email protected]