Liderler diplomasisi ve statükonun devamı
ABONE OL

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Soçi'de yaptığı görüşmenin ardından gazetecilerin sorularına verdiği cevaplardan, görüşmenin enerji yatırımları, ticari ilişkiler, savunma ürünleri tedariki ve bölgesel gelişmeler konuları üzerinde istişare şeklinde geliştiği anlaşılıyor. Görüşme öncesinde birçok çevrede İdlib özeline indirgenmiş ve Türkiye'nin bu bölgede taviz vererek yeni bir anlaşma yapılacağına dair bir anlayış hakimdi. Fakat bunun aksine, görüşmede Suriye'deki gelişmelerin İdlib'in de ötesinde daha kapsamlı ve bütüncül bir şekilde ele alındığı, Suriye'de Türkiye ile Rusya arasındaki işbirliği fırsatlarına dikkat çekildiği görülmektedir. Bu kapsamda, görüşmede Suriye'deki gelişmelerin şu üç başlık altında boyutlanıp derinleştiği ifade edilebilir; İdlib ve 5 Mart 2020 Mutabakatı, Rusya ile PKK/PYD ilişkisi ve ABD'nin Suriye'deki varlığı.

5 Mart Mutabakatı

Rusya ve Rejim İdlib'teki radikal grupların varlığını mazeretlendirerek son altı ayda artan bir tempoyla askeri yöntemlere başvurdu. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov'un geçtiğimiz ay içinde Türkiye'nin muhaliflerle teröristleri ayırma çalışmalarının hedeflenenden çok uzak olduğuna dair ifadeler kullanmasıyla birlikte İdlib'e dönük Rus hava saldırılarında gözle görünür bir artış meydana geldi. Bu saldırılar terörist/radikal grupları odak noktasından çıkartarak ılımlı muhalifleri hedef almış ve Türkiye'nin M-4 karayolunun güneyindeki askeri üslerini tehdit etmeye başlamıştı. Hatta, Rus hava saldırıları İdlib dışına çıkarak Türkiye'nin Zeytin Dalı Harekat alanını da hedef almaya başlamıştı. Bu bakımdan, Rusya'nın öncelikli meselesi, İdlib'teki radikal/terörist varlığından ziyade ılımlı muhaliflerin alan kontrolü ile Türkiye'nin Suriye'nin kuzeybatısındaki TSK varlığını işaret etmektedir. Dolayısıyla, Rusya'nın İdlib'te terörle mücadele argümanı gerçeği yansıtmamaktadır.

Türkiye, İdlib'teki radikal unsurların ayrıştırma sürecini iki yıl önce başlatmıştır. Pozitif ayrışan grupların ılımlı muhalif bir karaktere dönüşmesi için de gayret sarf etmektedir. Negatif ayrışan grupların genel olarak Hurras ed Din (Dinin Muhafızları) grubu etrafında birleştiği görülmektedir. Ceyşu'l Melahim, Ceyşu'l Badiye, Ceyşu'l Sahil, Seraya Kabul, Seriyeti Guta, Ebu Ubeyde Bin Cerrah Ketibesi, Ebubekir Sıddık Ketibesi, Bettar Ketibesi, Guraba Seriyesi, Abdurrahman bin Avf Seriyesi, Seraye el Sahil, Ensaru'l Hak, Ebna eş Şeria ve Tevhid Tugayı Aslanları gibi gruplar terörist karakterlerini muhafaza ederek sadece Rusya ve Rejime karşı değil, ılımlı muhaliflerle Türkiye'ye karşı da tehdit oluşturmaktadır. ABD'nin İdlib'teki sınırlı SİHA saldırıları da bu grupları hedef almaktadır. Dolayısıyla, İdlib'te terörle mücadelenin öncelikli adresi bu gruplardır. Rusya'nın bu gruplara dönük mücadelesi HTŞ ile mücadelesine kıyasla oldukça düşük seviyededir. İdlib geneline hakim olan HTŞ defaten ılımlı karaktere dönüşebilmek için denemelerde bulunmasına rağmen bunu gerçekleştirememiştir. HTŞ'nin dönüşümle ilgili tereddütlü hali, Rusya'nın askeri angajman argümanını güçlendirirken ılımlı muhalifler ile Türkiye'nin kazanımlarını da zora sokmaktadır. HTŞ'nin uluslararası kamuoyunun kendisine dönüşüm fırsatı vermediğini kabul ederek kendisini lağvederek Suriye Milli Ordusuna entegre olmasından başka bir seçeneğin olmadığını anlaması gerekir. Zira, HTŞ uluslararası kamuoyunun Taliban'a verdiği krediye benzer bir durumdan faydalanabilecek kadar etkin, güçlü ve yaygın bir aktör değildir, etkisi ve gücü İdlib'ten mütevellittir.

Bilindiği gibi İdlib'teki mevcut statüko 5 Mart 2020'de imzalanan mutabakatla yeniden tesis edilmişti. Mutabakata göre, Rusya ve Suriye Rejimi İdlib'in doğusundaki M-5 Karayolunun kontrolüne ele geçirirken İdlib'in güneyindeki M-4 karayolu Türkiye'nin kontrolünde kalmakla birlikte, karayolu boyunca 12 km genişliğindeki bir güvenlik koridoru tesis etmeyi de üstlenmişti. Böylelikle karayolu üzerinde Rus silahlı kuvvetleri unsurlarıyla birlikte müşterek motorlu askeri devriye görevleri yürütülebilecek, sivil trafiğin de önü açılabilecekti. Nitekim böyle oldu. Ne var ki Türkiye'nin daha önceden İdlib'te radikal unsurlara karşı uyguladığı ayrıştırma-dönüştürme stratejisini benimsemeyen unsurlarca müşterek devriye birliklerine ve TSK'nın M-4 üzerindeki üs bölgelerine zaman zaman saldırılar gerçekleşmişti. Buna rağmen, TSK İdlib güneyindeki M-4 karayolu boyunca güvenliği muhafaza etmeyi başardı. Rusya'nın M-4 karayolunun güvenliğinin sağlanamadığı argümanı da tam olarak gerçeği yansıtmamaktadır.

Rusya ve Esad Rejimi hava saldırılarını ve topçu atışlarını yoğunlaştırmak ve İdlib harekat alanı dışına taşımak suretiyle ılımlı muhalifler ve Türkiye'nin M-4 güneyindeki alan hakimiyetini bozmaya çalıştığı sırada, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın inisiyatifiyle Soçi görüşmesi gerçekleşmiş ve liderler diplomasisiyle mevcut statükonun korunması sağlanmıştır. Görüşmenin yapıldığı 29 Eylül tarihinden sonraki iki gün boyunca İdlib, Tel Rıfat ve Münbüç'te olağanüstü bir askeri hareketliliğin olmaması da statükonun değişmediğinin bir göstergesiydi. Görüşmeden iki gün sonra Rusya ve Rejim saldırıları yeniden başladı. Mühim olan bu statükonun sürdürülebilirliğidir. Bu kapsamda, Türkiye'nin İdlib'teki askeri varlığı, Rusya ve Rejim'i kapsamlı bir harekattan caydırabilecek görünmekle birlikte kırılganlıklara da sahiptir. O halde sürdürülebilir bir statüko için HTŞ'nin dönüşümü üzerine odaklanmak daha akılcı olabilir. Diğer gruplarla mücadele zaten devam etmektedir.

İdlib'teki Rus argümanlarının karşısındaki Tel Rıfat, Münbüç, Ayn el-Arab, Ayn İssa ve Tel Tamir aksındaki Türk argümanları daha geçerli nedenlere dayanmaktadır. Bu bölgelerdeki Rusya'nın PKK/YPG'yi müdafaa ve himaye ediyor olmasının Türkiye'ye karşı ortaya koyduğu ulusal güvenlik riski ve tehditleri Rusya'nın M-4 karayolu özelinde nesnelleştirdiği risk seviyesinden kat be kat büyüktür. Rusya nasıl ki Türkiye'nin İdlib'te radikal grupları ayırmasını beklediyse (ki bu büyük ölçüde gerçekleşmiştir), Türkiye de Rusya'dan PKK/PYD'nin Tel Rıfat ve Münbüç'ten çekilmesini beklemiştir. İdlib Mutabakatı'ndan bağımsız gibi görülse de fiilen İdlib'teki durum ile bu bölgelerdeki durum fiilen birbirine entegre olmuştur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Rusya'nın PKK/PYD ile olan ilişkisinin ortaya koyduğu soruna işaret ederek Putin'den PKK/PYD'nin Moskova'daki ofisini kapatılmasını istediği anlaşılmaktadır. Stratejik seviyedeki böylesine bir talebin yanı sıra sahada Tel Rıfat ve Münbüç ekseninde PKK/PYD'nin çekilmesinin operatif seviyede gerçekleşmesi gerektiğine dair bir seri talebin Rusya'ya iletildiği ifade edilebilir. Anlaşıldığı kadarıyla, Cumhurbaşkanı Erdoğan terörle mücadele konusunda Rusya ile dayanışmanın artması için İdlib'teki Türkiye'nin sorumluluğu ile Tel Rıfat, Münbüç, Ayn el-Arab, Ayn İssa ve Tel Tamir'deki Rus sorumluluğunun eşitlenmesini koşula bağlayarak durumsal bir eşitlik yarattı. Rusya'nın sorumluğuna olan sadakati PKK/PYD'nin bu bölgelerden Türkiye'nin harekat alanlarına yaptığı saldırıların azalması ve son bulmasıyla ölçülebilir.

ABD neden burada?

İki liderin de üzerinde uzlaşmaya kolaylıkla vardığı konunun ABD'nin Suriye'deki varlığının yarattığı istikrasızlık olduğu söylenebilir. Zira, Türkiye, ABD'nin Suriye'de PKK/PYD'ye verdiği desteğin örgütü hibritleştirerek hem Suriye'nin toprak bütünlüğünü hem de Türkiye'nin milli güvenliğini tehdit ettiğini sıkça dile getirdi. Rusya da defaten ABD'nin Suriye'deki varlığının meşru bir nedene dayanmadığını ifade etti. Bu bakımdan, hem Türkiye hem de Rusya Suriye'nin toprak bütünlüğünün önündeki en büyük problemin ABD'nin bu ülkedeki askeri varlığı olduğu konusunda mutabık gibi görünüyor. Türkiye açısından bakıldığında PKK/PYD'li heyetlerin siyasi aktör olarak Washington tarafından muhtap alınıyor olmasının Suriye'nin bölünmesinin yolunu açacağına dair derin bir endişe söz konudur. Cumhurbaşkanı Erdoğan da ABD'nin Orta Doğu'daki Federatif Devlet Projelerinin yürütücüsü konumunda olan ve halihazırda ABD Başkanı Joe Biden'ın Orta Doğu ve Kuzey Afrika Koordinatörü olarak atadığı Brett McGurk'ün PKK/PYD terör örgütüyle olan geçmişteki ve mevcuttaki ilişkisini işaret ederek ABD'nin Suriye'deki varlığının hem Türkiye'nin terörle mücadelesini engellediğini ve hem de Suriye'nin toprak/siyasi bütünlüğünü tehdit ettiğini vurgulamıştır. Görünen o ki hem Türkiye hem de Rusya Suriye'deki ikili ihtilaflarını çözmekle birlikte ABD'nin Suriye'deki varlığına karşı daha net ve ortak bir tavır alabileceklerdir. Ancak, ABD sonrası PKK/PYD'nin yeni Suriye siyasi sistemindeki yerinin ne olacağının potansiyel bir sorun olduğu da göz ardı edilmemelidir. Rusya açısından bakıldığında, PKK/PYD Suriye'de ılımlı muhaliflere kıyasla daha ayrıcalıklı bir görüntü vermektedir.

Provokatif eylemler

Erdoğan-Putin görüşmesi, Türkiye ile Rusya'nın Suriye'de karşı karşıya kaldığı açmazı çözmek için enerji, ticaret, savunma sanayii ve diğer bölgesel konuları da içine alarak liderler diplomasisi seviyesinde Türk-Rus bürokrasisi/diplomasisinin imdadına yetişmiş görünüyor. Liderler seviyesindeki görüşme şüphesiz teknik seviyelerde istihbarat, güvenlik ve diplomasi boyutlarında devam eden görüşmelerin ve istişarelerin önünü açacaktır. Bu durum, iki ülkenin de mevcut statüko çerçevesinde Suriye'deki sorumluluklarını yerine getirmesi için bir fırsata dönüşebilir. Ancak, özellikle Rusya'nın güvenlik bürokrasisinin İdlib özelindeki aceleci yaklaşımı ve PKK/PYD'nin bazı bölgelerden çekilmesine dönük isteksizliği mevcut statükonun etkili bir şekilde işlemesinin önünde önemli bir sorun olarak durmaktadır. Öte taraftan hem İdlib'teki radikal/terörist gruplar ile PKK/PYD terör örgütü hem de Esad Rejiminin muhtemel provokatif eylemleri, mevcut statüko üstünde yeni baskılar yaratabilir. Suriye İç Savaşı süresince hiçbir statüko şimdiye kadar mevcudiyetini koruyamadı, muhtemel provokatif statüko baskılayıcı eylemlerin 2023 seçim sürecinde yoğun bir şekilde denenebileceği göz ardı edilememelidir.

[email protected]