Netflix akıntısına karşı durmak mümkün mü?
ABONE OL

İnternet televizyonları, televizyon seyir tecrübesini kökten değiştirdi. Televizyon içerikleri şimdiye kadar esasen cemaat olarak tüketilen şeylerdi. Bu konuda televizyon radyonun bile ötesine geçmişti. Radyo tek bir sesi dinleyenlerine ulaştırsa da o sese beden kazandıracak olan insan teklerinin hayal gücü olmuştur. Radyonun müphem ve öznel bir tasavvura alan açan cemaat hissinin yanında televizyon tecrübesi ziyadesiyle belirli ve monolojiktir. Netflix’in temsil ettiği nevzuhur internet televizyonları ise artık televizyonun birleştirdiği ulusal cemaat hissini dağıtan bir tecrübe sunuyor. En azından Netflix kişiselleştirilmiş seyir tecrübesi vaadi bunu öngörüyor. Televizyon aileyi bir araya getirirken Netflix dağıtıyor. Netflix’i insanlar ailecek değil bir köşeye çekilip bilgisayar ekranında, tablette, cep telefonunda nihayet kişisel bir ekran ile seyrediyor. Bu da televizyonun aileye sunduğu ortak yorumlama imkanını ortadan kaldırıyor. Dolayısıyla Netflix konusunda değerler üzerinden dile getirilen çekinceler çok da yersiz değil. Türkiye bağlamında bu daha da önem arz ediyor. Türkiye’de kültürün örgütlenişi aile, mahalle ve millet şeklinde genişleyen cemaat tasavvurları üzerinden gerçekleştiği için Netflix’in sunduğu kişiselleştirilmiş seyir tecrübesi daha baştan kültürel birlik fikrinin altını oyuyor. Bu da genel olarak cemaatin değerlerinin aşınacağına dair bir çekinceye sebep oluyor. Bugünlerde Türkiye’de Netflix içeriklerine yönelik toplumda karşılık bulan tepkiselliklerin beslendiği zemini bu çekince oluşturuyor. 

Parçalanmışlık ihtimali

Ancak bu çekincenin mecraya dair değil de daha çok içeriğe dair olduğunu tespit etmek gerekiyor. Mecranın yarattığı kültürel sarsıntıya karşı tepki yanlış bir teşhisle içeriğe yöneliyor. Oysa Netflix içerikleri tek tek cemaatin değerlerine karşı bir tehdit oluşturmuyor, Netflix’in yarattığı kültürel etki bunu yapıyor. Netflix Türkiye’deki seyircilerden gelen şikayetlerle çeşitli içerikleri bünyesinden çıkarsa da bir mecra olarak Türkiye’deki kültürel yapıyı tehdit ediyor. Şirketin içeriklerinde böyle bir tasarrufa gitmekten pek de gocunmayacağı son tartışmalarda dile getirdikleri Türkiye’de hizmet vermeye devam etme kararlılığından anlaşılıyor. Netflix’in yarattığı tehdit algısı ne ölçüde ve ne şekilde bir gerçekliğe tekabül ediyor? Bu soruyu televizyonla ilgili tartışmalar ışığında düşünmek faydalı olabilir. Siyasi düzlemde televizyon yayınının başlamasıyla ilgili bir ayak sürüme olsa da televizyonun bir teknolojik gelişme olarak kabulünde bir beis görülmemiştir. Hatta radyonun ve sinemanın kabulünde olduğu gibi televizyon da kültürel birliği destekleyecek araçlar olarak görülmüştür. Öte yandan asıl büyük tartışma özel televizyon kanallarına izin verilmesi söz konusu olduğunda ortaya çıkar. Devletin televizyon üzerindeki denetiminin kurumsallaşması da kültürel açıdan parçalanmışlık ihtimalinin doğmasıyla gerçekleşir. Bugün bu denetimin internet televizyonlarını da kapsayacak şekilde genişletilmesinde benzer bir motivasyonun etkili olduğu düşünülebilir. 

Terör propagandası

Türkiye’de siyasetin ekonomi üzerinde belirleyici bir rolü olduğu birçokları tarafından dile getirilmiştir. Özel televizyon kanallarının kurulmasıyla yasayla belirlenmiş kurumsal denetimin yanı sıra siyasetin bu rolü bir tür kendiliğinden denetimi mümkün kılmıştır. Biraz da bunun sayesinde bu dönemde siyasetin kanalların çoğalmasından ve televizyon yayıncılığında devlet tekelinin kalkmasından kaynaklanan kültürel tehdit algısı boşa çıkmıştır. Öte yandan televizyon bağlamında dile getirilen kültürel hegemonya eleştirisi alternatif televizyon kanallarının kurulmasına yol açmıştır. Ancak sonraki süreçte alternatif televizyonlar destekledikleri siyasi eğilim iktidara geldikten sonra muhalefet sürecindeki canlılık ve önemini kaybetmiş görünmektedir. Böylelikle ulusal bağlamda televizyon kanallarının çoğalması sonrasında bile kültürel birliğin çeşitli siyasi ve kültürel renklendirmelerle birlikte korunduğu söylenebilir. Bu süreçte siyasetin tehdit algısının belirli gerçekliğe tekabül ettiği asıl olgu yurtdışından yayın yapan uydu kanalları özelinde ortaya çıkmıştır. Avrupa’da PKK ekseninde yayın yapan uydu kanalları örgütün propaganda faaliyetinin etkin ve önemli bir unsurunu oluşturmuştur. Bugün yurtdışı kaynaklı internet televizyonlarıyla ilgili siyasetin temel çekincelerinden birinin yine PKK ve Türkiye’de etkin diğer terör örgütlerinin propaganda faaliyetlerinden kaynaklandığını tahmin etmek mümkündür. Özellikle Suriye İç Savaşı’nda ABD’nin PKK’nın Suriye kolunu oluşturan YPG’yi desteklemeye başlamasıyla birlikte Batı medyasında PKK’nın imajını düzeltmeye yönelik yayınların yaygınlaşması Türkiye’de faaliyet gösterecek yurtdışı kaynaklı internet televizyonlarının denetiminde terör propagandasının önlenmesini öncelikli meselelerden biri haline getirmektedir. Netflix yer yer tepkilere maruz kalmasına rağmen Suriye’de muhaliflerin bakış açısıyla üretilmiş çeşitli belgesel ve kurmaca filmleri bünyesine eklemekten çekinmemişti. Benzer şekilde PKK’yı uluslararası kamuoyu önünde aklayan bir filmi de yayımlaması söz konusu olabilir. Ekim ayında Avrupa’da gösterime gireceği duyurulan ve Irak’ın Sincar bölgesinde DEAŞ’a karşı savaşan PKK bağlantılı bir grubun hikayesini de içeren film var örneğin. PKK imajını özellikle kadın savaşçılar üzerinden yeniden çizmeye çalışan bu tür yapımlar ileriki yıllarda farklı şekillerde gündeme gelecek gibi duruyor. Bu tarz yapımlar şimdilik daha çok festivallerde vitrine çıkıyor. Ancak bir noktada Netflix gibi yaygın bir seyirci ağına sahip bir mecrada yer bulmaları söz konusu olabilir. Türkiye’de de giderek yaygınlaşan bu yeni mecralara yönelik denetim fikrinin güç kazanmasının ardında bu mecraların uluslararası planda güçlenen Türkiye karşıtlığına rüzgar taşıması endişesinin de olduğunu tahmin etmek zor değil. 

Netflix’e yönelik çekincelerin odaklaştığı bir diğer mesele ise platformun Türkiye’deki kültürel üretim yapısı üzerinde yarattığı etkidir. Ulusal televizyonlar tabi oldukları yasalar ve denetim uygulamaları ile bunlardan bağımsız bir şekilde hareket edebilen internet televizyonlarıyla rekabette geride kalıyor. Bu mesele ulusal yayın sistemlerini Netflix’in yarattığı dalgadan mümkün olduğunca korumaya çalışan Avrupa ülkelerinde önemli bir gündem maddesi olarak tartışılıyor. İngiltere’de BBC ile ITV’nin Netflix’e rakip bir platform kuracakları açıklandı. Kamu yayıncıları bu noktada özel kanallardan daha avantajlı şartlara sahip olduklarından ulusal endüstrilerin korunması adına Netflix’le rekabette başı çekiyor. Türkiye’de durum biraz daha farklı. BluTV ve Puhutv ile Türkiye bu açıdan birçok gelişmiş ülkeden bile daha avantajlı bir konumda, yerel alternatifler oluşturabilmek bakımından. Netflix Türkiye gibi büyük bir pazarda etkin bir oyuncu olabilmek için büyük çaba sarf ediyor. Türkiye’deki abonelik ücretinin dolar bazında dünyadaki en düşük ücret olması biraz da bunu gösteriyor. Netflix Türkiye’yi henüz çok da başarılı olamadığı komşu coğrafyalar için de bir kapı olarak görüyor olmalı. Ancak bütün avantajlarına rağmen geniş kitleye seslenmek bakımından yerel rakiplerinin önüne geçebilmesi pek de mümkün görünmüyor. Bunun sebebi de henüz Türkiye’de iş yapacak bir kültürel know-how’a sahip olmaması muhtemelen. Netflix’in Türkçe içerik konusunda izlediği strateji ünlü oyuncuları anlaşmalarla bağlamak şeklinde gelişti şimdiye kadar. Türkiye’de oyuncular yarattıkları personalar yoluyla dizilerin seyirciye ulaşmasında en etkin unsuru oluşturuyor. Ancak oyuncuların personalarına çok da uygun olmayan rollerde yer aldığı iyi yazılmamış diziler sadece oyuncuların hatırına izlenmiyor. Kıvanç Tatlıtuğ’un Kurt Seyit ve Şura’sı ve Kenan İmirzalıoğlu’nun Mehmed: Bir Cihan Fatihi dizileri oyuncuların sadık hayranları tarafından bile yeterli ilgi görmedi. Benzer şekilde Netflix’in ilk Türkçe yapımı olan Hakan: Muhafız, şirket izlenme oranlarını paylaşmasa da, internette aldığı yorumlardan anlaşıldığı kadarıyla Türkiye’de dizinin başrol oyuncusunun hayranlarına bile tam olarak ulaşamadı. Bu açıdan Netflix’in yerel alternatifleri Türk seyircisine daha uygun ve daha iyi yazılmış senaryolarla onunla rekabette başarılı görünüyor. 

Sonuç olarak Netflix Türkiye’de film ve televizyon izleme kültürü üzerinden büyük bir etki potansiyeline sahip. Ancak bu etkiyi yasal önlemlerle sınırlama eğiliminin çok da başarı vadetmediği açık. Bu biraz da Nasreddin Hoca’nın türbesinin kapısına vurulan kilide benziyor. Netflix’e getirilecek sınırlamalar ancak sembolik bir anlam taşıyor. Netflix bir mecra olarak Türkiye’deki film ve dizi izleme kültürünü dönüştürse de Türkiye’de yaygın bir seyirci kitlesine ulaşmak istediği ölçüde bu kültürün bazı özelliklerini de edinmek zorunda kalacaktır. Bu, toplum, siyaset ve ekonomi bağlamlarında ortaya çıkan çekincelerin muhtemel etkisini yaygınlaştırsa da bu çekincelerin gerçekleşme ihtimalini azaltmaktadır. Bu açıdan Netflix’e yönelik denetim mekanizmasının onu sınırlamak yerine uzlaşı kanalıyla etkileme yolunu seçmesi dile getirilen çekincelerin giderilmesi açısından daha başarıya yakın görünüyor. 

[email protected]