Nükleer saatin tıkırtıları gelirken... Yedinci tur görüşmeler nükleer krizi çözer mi?
ABONE OL

Kasım ayının son günlerinde Viyana'da İran Nükleer Anlaşmasının geleceği için yapılan toplantıların yeni bir turu başlayacak. NPT Anlaşması'nın yürürlüğe girdiği 1970'lerden itibaren kendilerini dünyadaki nükleer silahların yayılmasını önlemeye adayan kesimler gelecek günlerde Viyana'da kat edilecek mesafeyi büyük bir merakla bekliyorlar. Zaman zaman Avrupa'dan ve Rusya'dan çözüme yakın olunduğuna dair mesajlar da geliyor. Örneğin AB Yüksek Temsilcisi Borel ve Birlik Dış İlişkiler Temsilcisi Enrique Mora İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Ali Bagheri Kani ile yaptıkları temas sonucunda uluslararası kamuoyuna Tahran'ın Kasım ayı sonunda nükleer görüşmelere başlamak için P4+1 ile anlaştığı duyurdu.

Beklenti iyimser değil

Bu mesaj 2015 Nükleer Anlaşmasının yeniden canlandırılması için bir umut olduğunu müjdeliyor. Tüm bu oluşturulmaya çalışılan olumlu atmosfere rağmen ABD'nin dolaylı olarak katıldığı P4+1 (Fransa, Birleşik Krallık, Çin ve Rusya + Almanya) ile İran Devlet Başkanı Reisi arasında düzenlenecek yedinci Viyana görüşmeleri hakkında kimse pek iyimser değil. İran Nükleer programının geçmişini bilenler iyimserlik ve kötümserlik arasında bu gidip gelme haline son derece alışıklardır. Nihayetinde Obama Yönetimi ve İran'a 2015 Nükleer Anlaşmasını imzalatan anlaşma dışında bir alternatiflerinin kalmadığını gösteren kötümserlik haliydi. Bugün mesele aslında 2015'teki duruma farklı bir açıdan benziyor, zira bugün anlaşamama seçeneğinin alternatiflerinin ne olduğu konusunda Trump'ın politikaları nedeniyle bir fikrimiz var. Ama bu deneyim bizi altı tur görüşme boyunca anlaşma haline de yaklaştırmadı.

Hatırlanacaktır 2018 senesinde ABD Başkanı Trump, 2015 tarihli Anlaşmayı tek taraflı terk ederken Anlaşmanın "kötü bir anlaşma olduğunu" öne sürmüştü. Daha iyi bir anlaşma elde edilebileceğini, bunun için İran'a maksimum baskı politikası uygulanmasının yeterli olacağını iddia etmişti. Trump'a göre Tahran, en nihayetinde dize gelecek ABD ile nükleer müzakerelere yeniden oturacak ve Washington'un beklediği tavizleri verecekti. Oysa Başkan Trump'ın İran'a yönelik devreye soktuğu yeni ve ağır yaptırımlar İran'ı teslim olmaya yaklaştırmadığı gibi, Tahran 2015'te kabul ettiği sınırlamaları da ABD'nin Anlaşmadan çekilmesine tepki olarak tek tek delmeye başladı. Gerçi, İran nükleer programındaki ilerlemenin geri döndürülebilir olduğunu iddia etti ve Trump dönemi mücadelesi için "stratejik sabır" tabirini kullanmayı tercih etti. Tahrandakiler için Trump dönemi gelip geçici bir dönemdi, İran kendisine yönelik saldırıları cezalandırabileceğini de göstererek sabırla bu dönemin geçmesini bekliyordu. Nitekim Demokratların 2020 Seçimleri için Başkan adayı Biden, başkan seçildiği takdirde 2015 Nükleer Anlaşmasına ABD'yi geri döndürme sözü vererek Tahran ve Nükleer silahsızlanma kamuoyuna göz kırpıyordu. Bu karşılıklı sabır hali Biden'ın seçilmesinden sonra da devam etti. Zira Başkan kaotik bir ülke devir almıştı, Biden Yönetimi çok ağır hareket ediyor, Trump dönemi politikalarını özde değiştirmek konusunda son derece isteksiz davranıyordu. Bu yavaşlık ve isteksizlik hali hem Tahran hem de uluslararası kamuoyu tarafından gözlemlendi ve zihinlerde çeşitli soru işaretlerine neden oldu. Sabretmek zorunda olan bir aktör olarak burnundan soluyan İran'ın nükleer adımlarını hızlandırmasını engellemek için ABD'nin "dolaylı da olsa görüşeceğiz" demesi Biden Yönetiminin altı ayını aldı.

Şimdiye kadar Viyana'da altı tur yapılan müzakerelerde 2015 nükleer Anlaşmasının kurtarılması yönünde henüz somut bir adım atılmadı. İran, Anlaşma bahanesiyle 2015 hatta 2003'den itibaren Ortadoğu'da kazandığı etkinin sınırlanmak istendiğini düşünüyor. Ki Trump'ın başarısız İran karşıtlığının özünde bu istek, İran'ın sınırlandırılması isteği yatıyordu. Bu nedenle İran yönetimi Batı'dan gelen hem Tahran'ın balistik füze kabiliyetinin kısıtlanmasının anlaşmaya dahil edilmesi hem de Tahran'ın Ortadoğu bölgesindeki yerel müttefiklerine/milislere verdiği desteğin kısıtlaması taleplerine şiddetle karşı çıkıyor. Ancak Viyana'da yaşanan muhtemel tıkanıklığın en önemli sebebi 2015 Anlaşmasının tarafları arasında temel konularda yaşanan görüş ayrılıkları.

Viyana'da anlaşmazlık

ABD ve Batılılar, 2015 Nükleer Anlaşmasının yeni sürümünde İran'ın nükleer kapasitesini 2015 tarihli Kapsamlı Ortak Eylem Planı'nda (KOEP) olduğundan daha fazla sınırlandırarak anlaşmanın kuvvetlendirilmesini istiyorlar. Tahran ise, bu fikre şiddetle karşı çıkıyor. İran'a göre 2015 tarihli KOEP için İran pazarlık yaptı ve anlaşmaya ulaşıldı. Anlaşmanın tekrar müzakere edilmesi söz konusu değil. Viyana görüşmelerini de Anlaşmaya dönülmesinin müzakere edilmesi olarak gördüğünü hissettiriyor Tahran. Sonuçta P4+1, ABD ve İran üçgeninde bir güven bunalımı olduğunu kimse reddedemez. ABD'ye yönelik güvenin sarsılması için seçilmiş ABD başkanı olarak Trump'ın eylemlerini hatırlamak yeterli. P4+1'in de Trump'ı Anlaşmadan çekilmemesi konusunda ikna edecek gücü kendilerinde bulamadıklarını hatırlıyoruz. AB'nin İran'a yönelik Trump döneminde konulan yaptırımları aşmak için geliştirdikleri mali enstrümanlar da son derece yetersiz kalmıştı. Kısaca İran, ABD ve P4+1'in gelecekteki eylem ve yeterlilikleri konusunda şüphe duymakta haklı. Öte yandan 2015 sonrası İran'ın Orta Doğu'da izlediği politika nadiren ılımlı olarak tanımlanabilir. Aslında tarafların birbirine duydukları güvensizlik bugün Viyana'da en önemli tıkanıklıklardan birini yaratıyor. Taraflar, 2015 Anlaşmasına geri dönmek için karşı tarafın ilk adımı atmasını şart koşuyorlar. Buna göre, İran 2015 Nükleer Anlaşmasına geri dönmek için ABD'nin Tahran'a uygulamış olduğu tüm yaptırımların kaldırmasını talep ediyor, ABD ise masaya dönmek için önce İran'ın anlaşmada yer alan nükleer kısıtlamaları uygulamasını şart koşuyor. Tüm bu resme bakınca tarafların ne hakkında görüştükleri konusunda da, kimin önce hareket edeceği konusunda da anlaşamadıkları görülüyor. Buna rağmen Viyana'da kurulu masa bozulmuş değil. İran'ın nükleer silahlı bir devlet olmasını istemediğinden Ruslar, Viyana'da masanın kurulu durmasının, İran ve ABD'nin dolaylı biçimde de olsa masaya dönmesinin ne kadar önemli olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Oysa, İran Dışişleri sözcüsü Saeed Khatibzadeh'nin ifadesine göre, durum hiç de Rusların iddia ettiği gibi değil. Khatibzadeh'in basına verdiği demeçte Altıncı Tur Viyana görüşmelerinin taraflar arasında ciddi bir anlaşmazlıkla sonuçlandığını ve dolayısıyla taraflar arasında şu anda Rusların iddia ettiği şekilde bir uzlaşının olmadığını açıkladı.

İran avantajlı mı?

Birbiriyle çelişen bu açıklamalardan ortaya çıkan sonuç şu; İranlılar Yedinci Tur Viyana görüşmelerinde 2015 tarihli Anlaşmayı yeniden müzakere etmek için henüz hazır değiller. Eğer durum buysa, İran niçin masaya dönmeyi kabul ediyor sorusu sorulabilir. Trump politikalarının İran'ı köşeye sıkıştırdığı, "bomba, Hizbullah, füzeler" denkleminin İran'a karşı bölgesel reaksiyonu güçlendirdiği de bir gerçek. Dolayısıyla Tahran, farklı tür bir oyun kuruluncaya kadar zaman kazanmak istiyor. Zaten bazı AB diplomatlarına göre, Tahran yönetiminin şimdi Viyana'daki görüşmelere geri dönmesindeki temel amaç, İran'ın bundan önce görüşmelerin kaldığı yerden ziyade başa dönerek müzakere etme isteği. Tahran anlaşma konularını yeni baştan tartışmaya açmak istiyor. Böylece, İran tarafı gerçek pazarlıklara geçmeden önce Washington'daki Biden yönetiminden taviz koparmayı umuyor. Sonuçta nükleer saat çalışıyor ve İran kısıtlamaları temkinli ama düzenli bir biçimde deldikçe İran nükleer programı da vuslata doğru ilerliyor. 2018 yılından itibaren Tahran yönetimi 2015 Anlaşmasının hükümlerine aykırı olarak nükleer kapasitesini geliştirmeye devam etmekte. Nitekim 10 Ekim'de İranlı yetkililer kamuoyuna yaptıkları açıklamada 120 kilogramdan fazla yüzde 20 oranında uranyum 235 zenginleştirmeyi başardıklarını duyurdular. Bunun yanı sıra nükleer bomba geliştirmeyi hızlandıracak bir diğer faktör olan yeni jenerasyon santrifüjleri de İran'ın nükleer programına dahil ettiği biliniyor. Gene, İran'ın nükleer bomba yapımını hızlandıracak bir yöntem olarak nükleer metal geliştirdiği uluslararası kamuoyunun ortak görüşü. Tüm bu gelişmeler ışığında Tahran'ın karar vermesi halinde şimdi nükleer bomba oluşturma süresinin bir seneden iki-üç ay aralığına indiği biliniyor. Bu ilerleyişin ve zamanın ABD aleyhine çalıştığının gösterilmesinin Biden ve diğerlerini belirli tavizler vermeye iteceği düşünülüyor. Tahran'ın almayı umduğu tavizler arasında ilk sırada tabii ki Trump döneminde uygulamaya konulan yaptırmaların kaldırılması isteği var. Ayrıca Tahran, ABD'nin anlaşmayı bir daha tek taraflı terk etmemesi koşulunun Anlaşmanın parçası olmasını istiyor.

Tahran'ın bir kumar oynadığı düşünülebilir ama zarları ve pulları masaya Trump yönetimi getirdi. Bu nedenle Biden Yönetiminin ne kadar hareket serbestliğine sahip olduğu da bir soru işareti. Tahran'ın Viyana görüşmelerine gelirken kendisini avantajlı bir noktada gördüğü anlaşılıyor. Bu yüzden Washington, İran'a Biden'ın Tahran'a yönelik açtığı fırsat penceresini sonsuza dek açık bırakmayacakları uyarısını yapıyor. Bir yanda nükleer bombaya doğru ilerleyen nükleer saatin tıkırtıları, diğer yanda kapanan fırsat penceresinden gelen gıcırtılar; Viyana görüşmeleri bir karşılıklı "göz korkutma" turuna hazırlanıyormuş görünüyor.

ABD telaşlı

Ancak, bir başka gerçek de şu; Biden Yönetimi İran Nükleer meselesini bir an önce çözmek ve diğer önemli dış politika konularına geçmek istiyor. Asya'da Çin heyulası beklerken hala Ortadoğu'da "küçük devletlerin silahlanma sorunlarıyla" uğraşmak Beyaz Saray'ın canını sıkıyor, telaş yaratıyor. Bu bağlamada, ABD Başkanı son aylarda yoğun bir diplomasi trafiği sonucu Körfez ülkelerini Viyana görüşmelerinin yararı konusunda ikna etmiş görünüyor. Bir tek hala İsrail'in konuya oldukça ihtiyatla yaklaştığını biliyoruz. Nitekim İsrail Başbakanı Barnett geçenlerde Anlaşmanın gidişatından bağımsız olarak davranacaklarının sinyalini verdi. Tabi bu sinyal İran'ı bombalamayı ima eden yeni Ben Gurionist bakış açısını hatırlatıyor. Ama öte yandan Tel-Aviv, Biden yönetimini küstürmeden hareket etmeye çalışıyor. Zira Israil yönetimi bugünün koşullarında Tahran'a karşı gerçekleştirilecek Israil odaklı askeri bir operasyonun Washington ve diğerleri tarafından onaylanmayacağının da bilincinde.

İran güvenlik stratejisi uzun bir süredir asimetrik kuvvetlerle tehditlerin ülke sınırları dışında bertaraf edilmesi prensibine dayanmaktadır. Bu bağlamda, Tahran caydırıcılığını kuvvetlendirmek için hem bölgede kendisi ile irtibatlı devlet dışı milis gruplarından hem de balistik füze kabiliyeti, siber kapasite gibi diğer asimetrik enstrümanlardan faydalanıyor. Tahran'ın 2015 senesinde Nükleer Anlaşmayı yapmasının en önemli sebeplerinden biri zaten nükleer eşiğe yakın bir ülke olmasıdır. Nükleer Anlaşma ile kendisine yönelik yaptırımların kaldırılmasını da başarmıştı. Dolayısıyla, nükleer alanda belli bir ilerleme kaydettikten (teknik bilgi/ know-how 'a sahip olduktan) sonra anılan tarihte askeri nükleer güce sahip olmayıp 10-15 sene bu kabiliyetini sınırlandırmanın kendi güvenlik stratejisi bakımından yeterli olacağı varsayımı ile hareket etmiştir. Bugün de kanımızca İran'ın 2015'teki durumunu muhafaza etmesi mevcut güvenlik stratejisi bakımından lehinedir. Ancak şimdi anlaşmayı delerek elini Viyana'daki pazarlıkta güçlendirdiği düşünen Tahran işi beklendiğinden daha ağırdan alabilir. Nihayetinde bugün uluslararası toplum olarak İran'ın Viyana görüşmelerine gelirken ne amaçladığını, İran'ın 2015 Anlaşmasına gerçekten geri dönmeyi isteyip istemediği bilmiyoruz. Dolayısıyla İran fazla naz yaptığı takdirde her an kendisini istemediği bir pozisyonda da bulabilir.

Kötü senaryo

Sonuçta 2018 yılından itibaren Tahran yönetimi 2015 Nükleer Anlaşmasının hükümlerine aykırı olarak nükleer kapasitesini geliştirmeye devam etmekte. Yolu Trump yönetiminin kararları açmış olsa da bu neticede İran'ın nükleer saatle yaptığı hamleleri değiştirmiyor. Viyana'da devam eden görüşmelerde bir netice alınmaması ve de İran'ın mevcut durumunu koruması halinde bir müddet sonra ortada ABD'nin de anlaşmaya dönmesi için yeterli motivasyon kalmayabilir. İşte o zaman, uluslararası toplum ne yazık ki İran'ın karar vermesi halinde kısa bir süre içerisinde nükleer bomba elde edebileceği olasılığı ile yüz yüze kalacak. Şu anda, ABD ve uluslararası toplumun önündeki en önemli mesele, böyle bir olasılıkta İran'ın nükleer gücünün yanı sıra Tahran'ın balistik füze kabiliyeti ve bölgedeki yerel milis kuvvetlerinden oluşan asimetrik savaş gücünün bölgede yaratacağı istikrarsızlıktır. Bilindiği gibi, böyle bir olasılığın bertaraf edilmesi adına ABD 2015 Nükleer Anlaşmasına dönmeden önce taraflar arasında bir ara anlaşma yapılmasını teklif etti, ancak bu öneri İran cephesinde kabul görmedi. Yedinci Tur Viyana görüşmelerinde de P4+1 ve İran arasında bir uzlaşı çıkma ihtimali oldukça düşük. Bu nedenle, ABD ve diğerlerinin 2022'de de görüşmeleri devam ettirerek diyalog kanalını açık bırakmaları beklenmekte. Bu durum, İran nükleer meselesi ile ilgili sorunun bir süre daha çözülmemesi anlamına geliyor. Bu pazarlıkların başka baskı araçlarıyla birleşmesinin önünü de açabilir. Tahran'ın mevcut asimetrik güçlerinin toplamının bölge istikrarını negatif etkileme olasılığı netken bugüne kadar Türkiye'nin neden füze savunma sistemleri konusunda ısrar etmiş olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz.

[email protected]