Onurlu ve hüzünlü bir dönüş
ABONE OL

Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş/ Siyaset Bilimci

2024 senesinin Aralık ayı, bir diktatörün daha kaçınılmaz sona uğramasına sahne oldu. On üç yıldan fazla süredir ülkesini cehenneme çeviren Beşar Esed, muhaliflerin aniden başlattıkları harekât aracılığıyla Şam dâhil olmak üzere ülkenin büyük bölümünü ele geçirmeleriyle koltuğunu bırakıp Rusya'ya kaçmak zorunda kaldı. Muhalifler, belki de kendilerinin bile beklemedikleri kadar hızlı bir şekilde ülkede yönetimi kontrollerine aldılar. Kısa zamanda kazanılan zafer, babasından bir korku imparatorluğu devralan Esed'in kendisine destek veren ülkeler geri adım attığında iktidarını sürdürmesinin imkânsız olduğunu gösterdi. Böylece ülkede uzun bir aradan sonra toplumsal tekabüliyeti yüksek bir siyasî iktidarın belirmesinin önü açıldı. Dünyanın farklı yerlerinde yaşayan Suriyeliler bu zaferlerini kutlarken bundan sonrasında nasıl bir yol izleyeceklerini düşünmeye başladılar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 2023 seçimlerinden önce, muhalefetin tırmandırdığı tüm yabancı düşmanlığına rağmen, kendi çizgisinden taviz vermeyeceğini ve Suriyeli sığınmacıları korumaya devam edeceğini açıklamıştı. Aynı şekilde, Erdoğan, farklı vesilelerle, sığınmacıların zorla geri gönderilmelerinin söz konusu olmayacağını, Suriye'de istikrar sağlandıktan sonra onurlu bir geri dönüş üzerinde çalışacaklarını söylemişti. Türkiye'nin aynı dönemde üzerinde hassasiyetle durduğu bir diğer konu da Suriye'nin toprak bütünlüğü oldu. Buna karşılık, muhalefet, en baştan itibaren sığınmacıların durumunu iç politika malzemesi hâline getirdi. Ülkelerini terk ederek Türkiye'ye sığınmak zorunda kalan insanlarla empati yapmak bir yana bunları sürekli suçlayan bir dil kullanıldı. Sığınmacılar, güvenlikten ekonomiye birçok sorunun müsebbibi veya kaynağı olarak görüldü. Özellikle 2023 ve 2024 yerel seçimlerinden önce sığınmacıların aleyhindeki dil daha da sertleştirildi. Muhalefetin ortak cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimi kazanması hâlinde Suriyeli sığınmacıları derhal ülkelerine geri göndereceği mesajını verdi. Millet İttifakındaki diğer ortakları da Kılıçdaroğlu'na verdikleri destekle bu politikayı alenen veya zımnen onayladılar. Savaş boyunca muhalefetin önemli bir kısmı Esed'e destek vermekten de kaçınmadı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel tarafından Suriyeli muhaliflerin Halep'i ele geçirip Şam'a yürümesinden sonra bile, anlaşılmaz şekilde, Esed'le müzakere edilmesi yönünde bir çağrıda bulunuldu.

Erdoğan'ın yaklaşımının insanî ve ilkeli yönünün yanı sıra Türkiye'nin millî çıkarları açısından da en doğru politika olduğu bir kez daha görüldü. Türkiye, hâlihazırda iktidara gelen Suriye'deki muhalif hareketlerin en önemli destekçisi oldu. Bu süreçte, Cumhurbaşkanı Erdoğan, yalnızca Suriye'den gelen sığınmacıların ülkeye kabulüyle sınırlı kalan bir yaklaşım izlemedi. Bunun yanında, Suriye'deki muhalefeti kurumsal ve lojistik yönden de sürekli olarak destekledi. Rejime karşı ani şekilde girişilen harekâtın arkasında Türkiye'nin desteği olduğu da biliniyor. Nitekim bir süredir Cumhurbaşkanı Erdoğan, Esed'e adeta "son çağrı"da bulunuyor ve müzakerelere başlaması konusunda kendisini uyarıyordu. Aynı şekilde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin son dönemde çok tartışılan sözleri ve Partinin kullandığı "Vakit Tamam" ifadesinin anlamı da bu vesileyle daha iyi anlaşıldı.

Düşmanca dilden vazgeçmediler

Rejim değişikliğinin dünyanın farklı yerlerine sığınmak zorunda kalan Suriyelilerde heyecan doğurduğu açık. Bunlardan bir kısmı, ülkelerine geri dönme hazırlıklarına hemen başladı. Sığınmacı statüsünün pek çok insan açısından tercihe şayan olmadığı kolayca tahmin edilebilir. Üstelik her ne kadar toplumun çoğunluğundan destek ve yardım alsalar da belirli kesimlerin sığınmacılara yönelik olumsuz, hatta yer yer saldırganlığa varan bir tutum içinde oldukları ortada. Dolayısıyla insanların çoğunun normal hayatlarına dönmeyi istedikleri anlaşılıyor. İşin vahim yanı, Türkiye'deki sığınmacı karşıtlarının bir kez daha içlerindeki düşmanlığı açığa vurmaları oldu. Daha muhalifler harekete geçer geçmez, Suriye'den gelen sığınmacıların bir an önce ülkelerine dönmelerine yönelik çığırtkanlık edebiyatı yeniden başladı. Bazı belediyeler, Suriye'ye doğru tek yönlü seferler düzenleyeceklerini açıkladılar. Söz konusu ifade, kötü bir mizah örneği olmasının ötesinde Suriye'de ortaya çıkan yeni tablonun gerçeklerine ve Türkiye'nin bölgedeki millî çıkarlarına da aykırı.

Suriye'den Türkiye'ye gelen sığınmacıların geri dönüşlerinin hem planlı ve düzenli şekilde hareket edilmesi hem de belli hassasiyetlerin gözetilmesi önem taşıyor. Öncelikle Suriye'nin geniş kesimlerinde son on yıldır süregelen bir savaş ve kaotik ortam vardı. Dolayısıyla sığınmacıların savaş öncesi şartları hazır bulacaklarını düşünmek mümkün değil. Harap olan şehirlerin viraneye dönen mahallerinde insanların değil kendi evlerinde oturmaları, evlerini yerinde bulmaları bile çok zor. Bunun yanında, rejimin ülkeyi terk edenlerin malları üzerindeki tasarrufu veya de facto ortaya çıkan durumlar nedeniyle mülkiyet sorunlarının belirmesi de muhtemel. İnsanlar, belki de önceden kendilerinin olan malları yeniden edinebilmek için mücadele verecek. Buradan da anlaşıldığı gibi işler sanıldığı kadar kolay değil.

Yine yeniden başlayacaklar

İkinci olarak halen Suriye'de geri dönen insanların hayatlarını idame ettirmelerini sağlayacak geçim kaynaklarına ne ölçüde sahip oldukları şüpheli. Türkiye'ye gelen sığınmacılar, uzun süre devletin ve uluslararası kuruluşların desteğiyle ayakta kaldılar. Ardından bunların bir kısmı, ailelerini geçindirebilecek işler bulabildiler. Kısacası uzun bir süre sonunda bir düzen kurabildiler. Geriye dönüş sürecinin ardından bu macera yeniden başlayacak. Yani sığınmacıların önemli bir kısmı maddi sorunlarla baş etmek zorunda kalacak. Sorun yalnızca ikamet edilecek yer ya da istihdam imkânlarıyla da sınırlı değil üstelik. Mevcut şartların eğitimden sağlığa pek çok toplumsal ihtiyaca ne ölçüde cevap verebileceği belirsiz. Savaş sırasında tahrip edilen okul ve hastaneler başta olmak üzere farklı kamu binalarının onarılması veya yeniden yapılması için belirli bir süreye ihtiyaç var.

Fiziki şartların dışında toplumsal ve bürokratik düzenin kurulması da vakit alacak. İç savaş sırasında toplumsal kesimler arasındaki mesafe açıldı. Rejim karşıtlarının ülke dışına çıkması, kalanların da zorbalıkla sindirilmesi, en azından Esed'in kontrolündeki bölgelerde çatışma yaşanmasını engelledi. Ancak bundan sonraki dönemde eski defterlerin açılmasını beraberinde getirebilecek. Yeni lider Colani, her ne kadar tüm farklı grupları kucaklayan açıklamalar yapsa da ilerleyen günlerde eski rejimin yöneticilerine hesap sorulması kaçınılmaz bir durum. İlerleyen süreçte yeni iktidar mücadelelerinin çıkması beklenebilir. Bu nedenle, şu aşamada Suriye'de mutlak istikrarın sağlandığı söylenemez. Düzenli ve güvenli bir ortamın tam anlamıyla tesis edilmesi için yeni hükümete zaman tanımak gerekiyor. Belirli bir zaman geçtikten sonra her iki ülkenin yetkili makamları dönüş sürecinin yol haritasını birlikte çizebilirler. Suriye, ayağa kalkma sürecinde nüfusa ve insan gücüne ihtiyaç duyacak. Dolayısıyla Suriye hükümetinin de vatandaşlarının bir an önce ülkelerine geri dönüşlerini teşvik edeceği kolayca anlaşılıyor.

Türkiye, Suriye'nin geleceğinin şekillenmesinde en önemli aktörlerinden biri durumunda. Esed'in zulmünde karşı en baştan itibaren en net çizgiyi Cumhurbaşkanı Erdoğan izledi. Türkiye, Suriye politikasını diğer pek çok devletin aksine gündelik çıkarlara hapsetmedi ve ilkeli tutumundan vazgeçmedi. Aynı zamanda Türkiye, on yılı aşkın süre boyunca milyonlarca sığınmacıya ev sahipliği yaptı. Suriyelilerin haklarını uluslararası platformlarda en güçlü şekilde Türkiye savundu. Muhalefetin Baas rejimine karşı kazandığı zaferin arkasında yatan etmenler arasında Türkiye'nin desteğinin en üst sıralarda yer aldığı biliniyor. Bu şartlar altında Türkiye'nin önümüzdeki dönemde Suriye'nin İç Savaşın tahribatını ortadan kaldırıp yeniden ayağa kalmasında önemli bir rolü olacak. Bu süre zarfında ülkelerine yeniden dönecek olan insanlarla ilişkilerin doğru şekilde yönetilmesi önem taşıyor. Türkiye, sığınmacılara uzun süre ev sahipliği yaptı. Bu durum, ülkeye toplumsal, siyasî ve ekonomik birtakım maliyetler yükledi. Ama madalyonun diğer tarafından bakılacak olursa karşılaşılan bir gerçek daha var: Türkiye'nin bugün Suriye'de kazandığı güçlü pozisyon, uzunca bir süredir göğüs gerilen risklerle yakından ilişkili.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem iç siyaset açısından hem de uluslararası düzlemde karşılaşılan tüm riskleri üstlenerek Türkiye için bir pozisyon belirledi. Uzun bir sürecin sonunda ve hem içte hem de dışta karşılaşılan engelleme girişimlerine rağmen Türkiye'nin Suriye politikaları başarılı oldu. Erdoğan, muhalefetin Esed yanlısı tutumunu eleştirdikten sonra "Biz ise hem kardeşlik ve komşuluk görevimizi hakkıyla yerine getirdik hem de insanlık sınavından alnımız ak, başımız dik bir şekilde çıktık. Suriye'nin yeniden imarı ve ayağa kaldırılmasında da tüm kesimleriyle Suriye halkının yanında olacağız." ifadesiyle kendi yaklaşımını özetledi. Artık bu süreci, hem güvenlik hem de ekonomi açısından Türkiye'nin lehinde kullanmanın vakti geldi. Suriyelilere geri dönmeleri yönünde baskı oluşturmak tüm bu kazanımların boşa çıkmasına neden olabilir. On yıldan fazla süredir misafir edilen sığınmacıları apansız şekilde bir belirsizliğin içine itmek insanî ve vicdanî bir tavır değil. Suriye'den Türkiye'ye gelen sığınmacıların kazanılan zaferin coşkusunu yaşayarak onurlu şekilde ülkelerine dönmeleri önümüzdeki süreçte iki ülke ve toplum arasındaki ilişkiler açısından oldukça önemli. Suriye'den Türkiye'ye gelen misafirlerin burada yaşadıkları en güzel hatıraları akılda tutarak biraz da hüzünlü şekilde ayrılmaları dostluk köprüsünün daha güçlü olmasını sağlayacak.

  • sığınmacı dostluk ilişkileri
  • suriyeli misafirler
  • geri dönüş dostluk