Oruç Reis ile ne hedefleniyor?
ABONE OL

Türkiye’nin de baş aktörlerinden olduğu Doğu Akdeniz’de özellikle 2018 yılından beri yaşanan enerji temelindeki çekişme, tarihsel boyutlarıyla incelendiğinde aslında içerisinde çok farklı konular barındırmaktadır. Bölgenin jeostratejik ve tarihi önemi nedeniyle Doğu Akdeniz’de birçok ülke boy gösterirken bu süreç giderek haklı ve haksız tarafların güç gösterisine dönüşmekte.

Türkiye’nin hamleleri

Peki, Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORSAM) Enerji Politikaları Direktörlüğü olarak hazırladığımız yazının özü olan enerji bağlamında incelediğimiz bölgede neler oldu ve oluyor? Türkiye, çok boyutlu şekilde haklı davasını sonuna kadar savunduğu bu süreçte nasıl hamleler gerçekleştiriyor ve sonuçları neler? Ayrıca NAVTEX ilanlarıyla birlikte yaşananlar ve Oruç Reis ile hedeflenenler neler?

Tarih boyunca önemini korumuş bir bölge olan Akdeniz havzası özellikle Doğu Akdeniz açısından son yıllarda görülen güç mücadeleleri ile gündemden düşmemekte. 2003 yılında Mısır ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) arasında imzalanan Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşmasına Türkiye’nin 2018 yılında bölgede yaşanan gelişmeler ve gerçekleştirmeyi arzuladığı doğal gaz arama çalışmaları nedeniyle itiraz etmesi ile başlayan süreç karşılıklı hamlelerle devam etti. Münhasır Ekonomik Bölge, Birleşmiş Milletler tarafından “Bir devletin deniz kaynaklarının araştırılması ve kullanılmasında su ve rüzgâr enerjisi de dahil olmak üzere özel haklara sahip olduğu deniz bölgeleri” olarak tanımlanmaktadır.

Türkiyesiz denklem

Burada Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti başta olmak üzere birçok ülkenin uluslararası hukuka uygun şekilde hakkı olanı korumak ve elde etmek için verdiği mücadele, uluslararası basında çok farklı şekilde lanse edilmiş olmakla birlikte ilgili ülkeler üzerinde çeşitli baskılar uygulanarak bu haklı mücadeleden caydırılmaya çalışılmıştır. Temelde amaç, oluşturulacak Türkiyesiz bir denklem ile bölgeye hâkim olmak ve Türkiye üzerinde siyasi baskı aracı olarak kullanmaktır.

Gerilim artıyor

Fakat kesinlikle doğru anlaşılması gerekmektedir ki Türkiye ile iş birliğinin söz konusu olmadığı bir denklem kesinlikle çöpe gitmeye mahkumdur. Bu süreçte özellikle Libya’nın 2019 yılı sonunda Türkiye ile deniz yetki alanları sınırlandırılmasını da içeren birtakım anlaşmalar gerçekleştirmesi, Mısır ve Yunanistan başta olmak üzere çeşitli ülkelerin yarattığı gerilimin daha da artmasına neden olmuştur.

Temmuz 2020’de Doğu Akdeniz’de gerçekleştirilecek hidrokarbon arama faaliyetlerine yönelik önce Türkiye ve ardından Yunanistan’ın NAVTEX ilanları sonrasında Yunanistan ile Mısır arasında 6 Ağustos 2020 tarihinde imzalandığı açıklanan ve Türkiye tarafından gerek Türkiye gerekse Libya’nın uluslararası hukuka dayalı haklarının ihlal edildiği belirtilen deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması sonucunda bölgede karşılıklı olarak hamlelere devam edilmektedir. Türkiye enerji güvenliği, enerji açısından dışa bağımlılığının azalması ve bir enerji merkezi olma hedefleri doğrultusunda Doğu Akdeniz’deki kaynaklar açısından haklarını uluslararası hukuk çerçevesinde sonuna kadar savunmaktadır. Özellikle Türkiye’yi ilgili hidrokarbon kaynakları açısından saf dışı bırakmayı hedefleyen ve yakın dönemde bölgedeki en tartışmalı projelerden birisi olan East-Med Boruhattı Projesi, gerilimin tırmanmasına neden olan temel olaylardan birisi olarak karşımıza çıkmıştır. Fakat bu konuda geri adım atmayan Türkiye, karşısında yer alan ülkelere karşı kararlı ve dirayetli duruşu ile planların amaçlandığı şekilde yürümesini engellemiştir ve halen türlü baskılara rağmen tavrını korumaktadır. Çünkü bölgede yaşananlar sadece bir enerji problemi değildir ve birçok açıdan dikkatli adımlar atılmasını gerektiren önemli hususları barındırmaktadır.

60’lı yıllarda Doğu Akdeniz’de Mısır tarafından gerçekleştirilen ilk keşif sonrasında bölge, zamanla hidrokarbon kaynakları açısından diğer ülkelerin ve şirketlerin dikkatini çekmiştir. Özellikle bölgeye kıyısı olan ülkelerin kaynaklar üzerinde hak sahibi olma durumları ve arama çalışmaları için ortaya çıkan tartışmalar bölgenin gergin bir havaya bürünmesine sebep olmuştur. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin 2002 yılından itibaren bölgedeki hidrokarbon kaynakları açısından ortaya koyduğu politika ve ilerleyen yıllarda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin verdiği karşılık ile birlikte MEB konusu daha da alevlenmiştir. Türkiye’nin doğal olarak müdahil olduğu bu konu zamanla ciddi mücadelelere neden olmuştur. Potansiyel olarak 122.4 trilyon kübik feet düzeyinde olduğu tahmin edilen doğal gaz rezervleri ve şu ana kadar dikkate değer olarak nitelendirilebilecek birkaç keşif söz konusu olan bölge, özellikle Avrupa Birliği gibi enerji açısından dışa bağımlı bölgelerin iştahını kabartmaktadır. Bu doğrultuda gerek hak sahibi gerekse hukuki açıdan ilgisi bulunmayan türlü ülkelerin de siyasi ve ekonomik emelleri için müdahil olmasıyla birlikte konu daha karmaşık bir hâl almaktadır.

NAVTEX haktır

Türkiye, Oruç Reis Sismik Araştırma Gemisi ile Doğu Akdeniz’de gerçekleştirilecek hidrokarbon arama faaliyetlerine yönelik 21 Temmuz 2020’de yayınladığı NAVTEX sonrasında 10 Ağustos 2020 tarihinde yeni bir NAVTEX daha ilan etmiştir. Böylece arama faaliyetlerindeki kararlılığını bölgedeki rakiplerine resmen duyurmuştur. NAVTEX, Uluslararası Denizcilik Organizasyonu ve Küresel Deniz Tehlike ve Emniyet Sistemi dahilinde kabul edilen ve basitçe denizcilik terminolojisinde gemilerin uyarı notu olarak adlandırılabilecek bir haberleşme sistemidir. Daha detaylı olarak ise NAVTEX meteorolojik tahminleri ve uyarıları, deniz seyir uyarılarını, arama kurtarma ilanlarını ve gemiler için yayınlanan benzer bilgiler hakkında gemileri bilgilendirmek için tasarlanmış uluslararası düzeyde bir sistemdir. Ayrıca sistem dahilinde gemilerin gerçekleştirecekleri çok çeşitli faaliyetlere dair bilgilendirme yapılmakta ve belirtilen bölgelere girilmemesi konusunda güvenlik amaçlı uyarılarda bulunulmaktadır. Bu kapsamda açıkça belirtmek gerekir ki NAVTEX Türkiye için bir haktır ve bunun için yeter sebeplerimiz söz konusudur.

Kaynak potansiyelini anlamak

Teknik açıdan çok donanımlı bir sismik araştırma gemisi olan Oruç Reis, 12 Ağustos 2020 tarihinde Enerji Bakanı Sayın Fatih Dönmez’in sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamadan da anlaşıldığı üzere 1,750 kilometrelik iki boyutlu sismik araştırma yapmak için 11 günlük faaliyetine başlamış durumdadır. Oruç Reis’in temel olarak amacı; kendi ekonomik hak iddiamızın olduğu alanların kaynak potansiyelini anlamak için bu bölgelerde inceleme yapılmasını sağlayarak veri elde edilmesini sağlamaktır. Toplanan bilgiler sismik aktivite ile elde edilmektedir ve bu bilgi toplama kısmı işin başlangıcıdır. Elde edilen bu bilgilere göre daha sonra sondaj ve benzeri faaliyetlere karar verilmektedir. Ayrıca dip not olarak; sismik araştırma yöntemi, zamanla yarışılan bir dönemde ve bölgede diğer arama faaliyetlerine göre daha düşük maliyetli ve hızlı bir çözümdür. Oruç Reis’in araştırma için bulunduğu alan Libya kıyılarından başlayarak Meis Adası’na uzanan bölgede hidrokarbon potansiyeli olduğuna inanılan bölgedir. Bu bölgenin potansiyeli uzun zamandır bilinmektedir.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yürüttüğü faaliyetler ile ilgili olarak ülke içindeki eleştirilere cevaben mevcut potansiyelin getirisine dair de bilgi vermek faydalı olabilir. ORSAM Enerji Politikaları Direktörlüğü olarak hazırladığımız üretim ve geliştirme modeline göre Türkiye, Mısır’ın Zohr sahasının yüzde 35’i büyüklükte bir gaz sahası bulsa bile buradan 4.3 milyar ABD Doları kadar bir gelirin devlete aktarılması mümkündür. Bu sahayı geliştirecek TPAO’nun da dahil olacağı şirketler konsorsiyumunun da yaklaşık 1.4 milyar ABD Doları gelir edeceği hesaplanmıştır ki böyle bir keşfin yabancı şirketlerin de iştahını açacağı kesindir.

Kıbrıs Rus Kesimi’nin keşfi

Yukarıdaki hesaplamalarımızı desteklemek adına Kıbrıs Rum Kesimi’nin keşfini yaptığı Afrodit sahasından 15 yıllık üretim boyunca 458 milyon ABD Doları vergi geliri olmak üzere toplamda yaklaşık 5.9 milyar ABD Doları bir potansiyel gelir beklediğini hatırlatmak gerekir. Türkiye’nin vergi yapısı ve devlet şirketinin kapasitesi GKRY’den çok daha fazla olduğu düşünüldüğünde ve Türkiye’nin Avrupa’ya mevcut gaz hatları ile bağlı olduğu dikkate alındığında bu hesaplamaların gerçekçiliği daha rahat anlaşılabilir. Sonuç olarak,Türkiye şu an haklı ve uluslararası hukuka uygun bir şekilde potansiyel kaynakları hakkında bilgi toplamaya çalışmaktadır. Aslında sürekli oraya buraya çekiştirilen konu, özünde budur. Türkiye hedeflerine emin adımlarla ilerlerken kurallara uygun şekilde hareket etmekte olduğundan; kimseye haksız yere bir hesap verme yükümlülüğü ve Türkiye’nin yer almadığı bir çözüm önerisine boyun eğme hususu söz konusu bile değildir.

[email protected]