Pandemi etkisinde mekansal ve zamansal bir değişim: Mesai
ABONE OL

Değişmek ve değişim. Genelde kendi içinde statik görünümlüdür. Birçok kez durumların, hislerin, olayların, toplumların değişimini değişimin içindeyken veya başındayken fark edemeyiz. Oluş bittikten sonra veya bitmeye yakın meyve vermeye başlayan değişimin etkilerini hissederiz çoğu kez. Bazı feraset sahipleri ise henüz başındayken kokusunu alırlar değişimin. Kiminin sesi çıkar kimi sessizce izler. Dünya nadir rastladığı, farkındalığı çok yüksek olan değişimlerden birini yaşıyor bu aralar. Pandemi ile öncesi ve sonrası diye keskin bir şekilde ayrılabilecek dönemlendirmelerden bahsediliyor. “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” güzellemeleri bu kez değişimin henüz başındayken haklılığını veya yüksek gerçekliğini hissettiriyor. Değişim bu kez genelden özele her bireye her topluma kaçınılması mümkün olmaksızın tesir ederek, kendi gerçekliğini gözümüze soka soka geliyor. Pandemi ile birlikte birçok alanda köklü değişimler yapılıyor. Bunlar ilk etapta bir kriz çözme zorunluluğu iken zamanla bizi kuşatan bir süreklilik haline geliyor. İşte onlardan biri ve belki en kuşatıcısı: “mesai”...

Pandemi ile birlikte çok daha sık duyduğumuz mesai kavramıyla işte karşılaştığımız bazı cümleler: “X meslek grupları esnek mesai istiyor” Mesai saatlerini düzenleyen genelge çıktı” “Pandemi döneminde yata yata mesai yaptılar canım” “8-5 mesai yapardık şimdi 24 saat mesaideyiz.” “Mesailerle ilgili ek göstergeler hakkında karar.”

Tanıdık geldi değil mi? Son zamanlarda gündemimizin ana karakteri olan bu kavram ne zamandır hayatımızda? Ya da biz ne zamandır mesaideyiz? Neden 8-5/9-6 mesai saatleri? Öncesi ve sonrasıyla pandeminin etkileri ışığında mesai kavramı üzerine kısa bir mesai... Buyurun...

Emekler, çabalar

İster beyaz yakalı ister işçi sınıfı, ister özel sektör, ister serbest meslek.. Çalışma hayatında bir şekilde var olan herkesin ilk bellediği kavramdır mesai. Peki ne anlama geliyor? Esasında arapça bir kelime olan mesai “mes’a” yani emek, gayret kelimesinin çoğulu olup emekler, çabalar anlamına geliyor. Her türlü emek, gayret uğraşı anlamlarına gelen bu kelime, sanayileşme ile başlayan değişen çalışma hayatında herhangi bir çaba manasından sıyrılıp, terimleşerek “kişiye tanımlanan iş günlerinde/süresinde iş tanımının gereği olan gerekli çabayı göstermek” anlamına evriliyor. Mesainin çeşitli formları olmakla birlikte en yaygın bilinen 8-5/9-6 mesai ifadesi. Günde yaklaşık 8 saat haftada 40 saatlik çalışma zaman düzenlemesi hep böyle değildi elbet.

Malum tarım toplumunda ev ile iş nerdeyse aynı mekanda bulunan birbirinden ayrılması neredeyse mümkün olmayan mündemiç bir yapı arz ediyordu. Ailenin tüm bireyleri evin veya “işin” gereklerini kendi aralarında paylaşıyorlar, deyim yerindeyse herkes bir “işin” ucundan tutuyordu. Dolayısıyla çalışma hayatı adı altında bölünmüş bir zaman dilimi bulunmuyordu. Ta ki sanayi devrimine kadar. Malum sanayi devrimi ile tarım toplumundan endüstriyel bir topluma geçiş söz konusu oldu: Köklü bir değişim. İlk zamanlarda fabrika ve şirket sahipleri yüksek verim ve yüksek kar elde etmek için işçilerin çalışmasını güneşin doğumu ve batışına endekslemişlerdi. Bu da yaklaşık 10-18 saat arası insan üstü çalışma anlamına geliyordu. Öyleki bu ağır çalışma temposuna dayanamayan işçileri-hatta çocuk işçileri- ayakta tutmak gayesi birçok ilacın da keşfine sebep olmuştur.

İşçiyi adeta makineleştiren bu sistemin değiştirilmesine ilk teklif İngiliz İş adamı Robert Owen’den 1817’de geldi. Owen’e göre işçinin günü sekiz saati çalışmak, sekiz saati uyumak sekiz saati eğlenmek üzere üç parçadan oluşmalıydı.

Bu teklif elbette kazanmaya odaklı fabrika sahipleri tarafından hoş karşılanmadı. Ancak 19. yüzyılda artan işçi protestoları neticesinde sadece kadın ve çocuklar için günlük 10 saatten haftanın 6 günü çalışması standart hale getirildi. 1886’da artan toplu protestolar neticesinde ise büyük şirket ve fabrikalar 8 saatlik çalışma mesaisini ardından da haftanın beş günü çalışma düzenini kabul etmek zorunda kaldılar. İlk başta fabrikalar buna yanaşmasa da ilan edilen iki günlük “dinlenme ve eğlenme” günlerinde yani hafta sonu tatillerinde oluşturulabilecek yeni kapital eğlence ve tüketim zinciri fabrikaları ikna etme de büyük rol oynadı.

Hasılı yaklaşık bir asırdır tüm dünya da üç aşağı beş yukarı bu mesai düzenlemesi kullanılıyor. Haftada beş günden kırk saat insan sağlığı ve huzuru için ideal bir düzen midir? Mevcut sistemin devamı için bu çalışma planlamasından ne ölçüde vaz geçilebilir?/vazgeçilebilir mi? Gibi ardı arkası kesilmeyen sorular zaman zaman gün yüzüne çıksa da bir asırdır böyle gelen düzen böyle devam ediyor/adu. “-du” diyorum yaşadığımız şu günlere kadar. 21. yazyılda gelişen teknoloji ile mesai algısında da birtakım değişiklikler söz konusu oldu elbet. Bilgisayar ve internet ile iş yerindeki mesai, “iş dışı” mekanlara taşınmaya başlansa da ana akım mesai iş yerinde yapılanmaya devam etti. İş merkezi, iş hanı, iş yeri ofis gibi kelimeler mesai kavramının içini dolduran hatta şekillendirip endüstrileştiren birer alan haline geldiler. Yani mekanlar, kavramlara o kavramların sınırını oluşturan zaman dilimlerini etkiler hatta kurgular haldeydi. Ama gelgelelim işler değişti. Yazının başında değişimi fark etmenin zorluğundan bahsetmiştim. Bu sefer ana akım mesai anlayışı bir tercih olarak değil de bir zorunluluk olarak değişmek durumunda kaldı. Pandemi döneminde mümkün olan tüm iş sahaları evlere taşındı. Homeoffice artık herkesin kapısından içeri girmeyi başarmıştı. İlk başta altımızda eşofman üzerimizde ütülü gömlek ile toplantıya katılmanın konforu, trafikte vakit harcamamanın rahatlığı birçoğumuzun hoşuna gitti. “ohh bee ne güzelmiş evden mesai yapmak” dedirtti.

Yeni dünya provası mı?

Ancak online kazalar yaşanmaya, bir odada etrafında sayısız kablo, şarj ve kulaklık içinde boğulmaya, alışık olduğumuz mesainin yemek-kahve molaları ortadan kalmaya, 8-5 mesainin sınırları 24 saat mesai/ mesaisizlik halini almaya başlayınca işler değişti. Bazılarına göre tüm bunlar işverenin/iş dünyasının zorlamalarıydı bazılarına göre ise bu, yeni dünya düzeninin ilk provalarıydı.

Bu süreçte elbette çok yazılıp çizildi homeofficeçilik üzerine. Rahatlığına sevinenler, zorlanıp şikayetlenenler ve ofisini işine bile taşıma şansına sahip olmayıp dışarıda çalışmaya devam etmek zorunda olanlar. En çok zorlanan da kadınlar oldu. Anneler bir yandan var olan işlerini evlerde yürütmeye çalışırken bir yandan evin sorumlulukları ve çocukların ihtiyaçları ile ilgilenmeye başladılar. Babalardan şikayetçi olanlar çoğunluktaydı. Dar gelirli ve küçük metrekareli evlerde yaşayanlar içinse durum hayli karışıktı. Herkesin online bağlantı yapabileceği özel bir mekan bulunmuyor, bulunsa da herkesin eşit teknolojik imkanları olmayabiliyordu. Ama bu yazı tüm bu vakıaların ötesinde mesai kavramı üzerinden mekanın ve zamanın bölünmüşlüğü üzerinden yeni durumu ele almayı hedefliyor. Şu soruyu soruyor: “ Koronavirüs süreci ile mekanların hayatlar üzerindeki tahakkümü sona mı eriyor yoksa şekil m, değiştiriyor?” eskiden bir mekanı mekan yapan temel unsurlar varken şimdi hepsi ortadan kalkıyor. Eskiden boğaz kıyısındaki bir mekan ile daha az manzaralı bir mekan arasında bir çok maddi manevi fark sıralanırken şimdi evimizden tüm mekanlar sanal olarak eşit mesafede duruyor. Yoksa yeni düzende mekan olarak “ev” tüm sürecin ve yapılanmanın kurgulayıcısı mı oluyor? Öyle görünüyor ki dünya bu “virüslü” süreçle epey süre dönecek. Bunun sonucunda büyük şirketler ve firmaların çalışma alanları yani ofislerı kapanıyor. Belki ilerleyen dönemlerde tüm resmi ve özel çalışma mekanlarının kapanma ihtimali ile karşılaşacağız. Mimari ise değişen iş mekanlarını şöyle yönlendiriyor: evlerin home office uygun olarak tasarlanması. İlerleyen süreçte bir bölümü iş yeri olarak kullanılabilen tasarlanmış yaşam alanların yaygınlaşması muhtemel. Çünkü mimarinin teknolojik, toplumsal ve kültürel gelişmelerden birçok alana nazaran doğrudan ve öncelikle etkilendiği görülüyor.

Bu değişimle birlikte tekrar mesai mekanları ofislere dönülür mü? Geleneksel çalışma anlayışı devam edecek mi? Tüm bunlar bilinmez bilinse de zamanı öngörülemez sorular. Zaman demişken pandeminin mesai mekanını etkilediği kadar mesai zamanını da etkilediği aşikar. Önceleri yukarıda bahsettiğimiz gibi 8 saatlik bir çalışma düzeni varken, mesainin evlere taşınması ile birlikte bu durum bazı iş verenlerden tarafından “mesaisizlik” olarak algılanabiliyor. Eskiden mesai saatlerinin dışında özel hayatı olan çalışanlar sanki mesainin eve aktarılışı ile iş dışı alan ve zamanını tamamen kaybetmiş oluyorlar. Oysa ev konvansiyonel zaman kullanımında serbest zamana ait bir mekânı temsil ediyor. Pandemi ile birlikte bir zorunluluk halini alan evden çalışma ile serbest zamana ait mekan da ihlal edilmiş oluyor. İşveren, evinde olan aslında mesai zamanı diliminde olmayan personelinden her an ulaşılabilir, her an denetlenebilir olmasını istiyor. Modern dönemin en büyük getirisi olan dikizlemeci-panoptikoncu bakış açısı yavaş yavaş mesai kavramının da etkiliyor. Yanlış anlaşılasın dikizleme kelimesi sosyolojik bir yere karşılık geliyor. Her an nerede olduğunun bilinmesi, her an izlenebilir, her an rapor verici olma, ekran başında evdeki mesaiyi gözlem altında tutma gibi durumlar yeni mesai algısının başlangıç aşamasındaki meyveleri. Elbette tüm bunlar iş ahlakı açısından da mahremiyet sınırları üzerinden tekrar düşünülmesi gereken konulardan. Büyük ironidir ki yukarıda tarihinden bahsettiğimiz çalışma zamanı ve serbest zaman ayrımı birçokları tarafından zamanın bölünmesi, kapitalizme hizmet edilmesi gibi açılardan on yıllarca ağır eleştirilere maruz kalmışken pandemi ile daha derinden idrak ettiğimiz teknolojinin çalışma zamanı ve serbest zaman ayrımını ortadan kaldırmaya başlayan tekleştirici etkisi de kendini göstermeye, bizi düşündürmeye ve belki de ürkütmeye başlıyor. Belki de zamanla eleştirdiğimiz tasnifleri, bölünmüşlükleri mumla arıyor olacağız kim bilir?

Her an çevrim içi

Çünkü yeni sistem çalışanından her an “çevrim içi” olmayı talep ediyor. Gece gönderilen mailleri görmek bazen cevaplamak durumundasınız. Birçok çalışan aksi halde işlerini kaybetmek mobbingine maruz kalıyor. Çünkü yeni düzen home office olunca çalışanınızın illa ofisiniz de çalışıyor olması gerekmiyor. Hal böyle olunca da dünyanın öbür ucundan size uygun birini işe alabiliyorsunuz. Her şey neticede sanal olarak yönetiliyor. Bu durum sınırları kaldırılmış bir iş ağını evlere taşımış oluyor. Birçoğumuz bu süreçte her şeyin online olması hasebiyle çok uzaklardaki çeşitli eğitim, kültür sanat vb. faaliyetlere katılmanın bahtiyarlığını yaşadık. İş sahasında bu network açısından oldukça olumlu ancak bununla birlikte çalışanın alternatif bir başka yabancı çalışan karşılığında işini kaybetme potansiyelini de artıyor. Hasılı pandemi mesainin mekanını zamanını etkilediği kadar öznesini de etkilemiş oluyor. Başa dönelim, değişim kendini göstere göstere geliyor. Pandemi etkisiyle başlayan değişim rüzgarından birçok yönüyle “mesai” de nasibini alıyor. Mekanı değişiyor, zamanı değişiyor, öznesi değişiyor. Peki ya ahlakı?

İşte şimdi biraz burada duraksamak ve düşünmek gerekiyor.

[email protected]