Peygamber torunlarının ilk devleti
ABONE OL

İslâm tarihinde kökenleri çok daha eskiye dayanmakla birlikte, bilhassa Hz. Ali ile Muaviye arasında keskinleşen iktidar mücadelesi ikisinin oğulları arasında da süregelip, Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’in şehid edilmesiyle sonuçlanan Kerbelâ Olayı ile doruk noktasına çıkmıştır. Bu süreçte Hz. Ali taraftarları onun ve soyunun haklılığını savunmak amacıyla Emevilere karşı sert bir muhalefete girişmişler, Haccac b. Yusuf ve Mugire b. Şu’be başta olmak üzere Emevi valilerinin sert tavrı nedeniyle pek çok kayıp vermişler, bir anlamda siyaset sahnesinin de dışına itilmişlerdi. Emevi iktidarı Ehlibeyt’e siyaset yapma hakkı tanımadığı gibi Hz. Ali başta olmak üzere Ehlibeyt mensuplarına hutbelerden lanet okumak suretiyle olumsuz bir kamuoyu oluşturmaya çalışıyor, bir yandan da bu ailenin mensuplarını sıkı bir takibat altına alıyordu. Bu süreçte Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Zeynelabidin herhangi bir şekilde siyasi bir eyleme girişmedi. Ancak onun oğullarından olup Şia’nın Zeydiye kolunu kuran Zeyd b. Ali, Emevi Halifesi Hişam b. Abdülmelik zamanında feci bir şekilde öldürüldü. Ehlibeyt mensupları bu kötü tecrübeler neticesinde Emevi iktisarına karşı açıktan mücadele edemeyeceklerinin farkına varmış oldular.

749 senesinde Horasanlı Ebu Müslim’in başlattığı, Ehlibeyt mensuplarının ve Mevalinin açıktan destek verdiği ihtilal Emevilerin -Endülüs bölgesine kaçanlar hariç- tarihten silinmeleri ve Hâşimilerin başka bir kolu olan Abbasilerin iktidara gelmeleriyle sonuçlandı. Hz. Ali evlâdı amca çocuklarının iktidara gelmesinin kendileri için de bir avantaj olduğunu düşünseler de kısa süre sonra durumun pek de öyle olmadığının farkına vardılar. Abbâsilerin de iktidarı onlarla paylaşmaya pek niyetleri yoktu. İmam Rıza’nın zehirlenerek öldürülmesi, diğer imamların sıkı bir takibat altına alınması Ehlibeyt mensuplarının Abbasi başkenti Bağdat’tan uzaklaşıp farklı coğrafyalara göç etmeleriyle neticelendi. İmam Zeyd’in yolunu takip eden Zeydîler, Yemen taraflarına gittiler. Bazı Ehlibeyt mensupları Horasan taraflarına gittiler.

Fas’ı onlar kurdu

Abbasi baskısını güçlü bir şekilde üzerlerinde hisseden Ehlibeyt mensuplarının Abbasilere karşı gerçekleştirdiği ilk başkaldırı Hz. Hasan’ın soyundan gelen Hüseyin b. Ali tarafından gerçekleştirildi. İsyana diğer pek çok ehlibeyt mensubunun yanı sıra Hz. Hasan’ın diğer torunu Abdullah’ın oğulları İdris ve Yahya da katılmışlardı. Ancak bu isyan Ehlibeyt mensupları için bir anlamda ikinci Kerbelâ oldu. 786’da yılında Hicaz’da başlatılan isyan, Mekke yakınlarındaki Fah Vadisi’nde yapılan savaşta başta Ali b. Hüseyin olmak üzere Ehlibeyt mensuplarının pek çoğunun katledilmesiyle sonuçlandı. Bu savaşta şehid edilen Hüseyin b. Ali daha sonra tarihçiler arasında Sâhibü’l-Fah lakabıyla anılacaktır.

Savaş meydanından güçlükle canını kurtaran iki kardeşten Yahya b. Abdullah Deylem taraflarına; İdris b. Abdullah ise Mağribli hacıların yardımı sayesinde Kızıldeniz’i geçerek Nebe ve Fustat üzerinden Mısır’a ardından da Kuzey Afrika’ya, 14. Asrın büyük seyyahı İbn Battuta’nın doğduğu şehir olan Tanca’ya kaçtı. Meşru İslam halifesinin kendisinin hakkı olduğunu iddia eden İdris, Hz. Hasan’ın soyundan olması dolayısıyla kısa süre içerisinde bölgedeki Şii ahaliyi kendisine bağlamayı başardı. Başta Evrebe olmak üzere Zenata, Zuvağa Lemaya, Luvata, Gomara, Sadara ve Miknase gibi Berberi kabilelerinin desteğini alarak, Eski Roma şehirlerinden Volubilis’in yer aldığı bölgede Fas şehrini kurdu. Şehir aradan fazla zaman geçmeden önemli bir ticaret merkezi haline geldi. Artan göçlerle iyice büyüyen Fas, Hz. Hasan’ın soyundan gelen şeriflerin faaliyet merkezi olarak büyük önem kazandı. İdris’in kurduğu bu devlet sayesinde Şiilik kısa sürede Mağrib sahasının en güçlü mezhebi haline geldi. Burada yaşayan Sünnî Malikîler de İdris’i açıktan desteklemişler, bu durum onun bölgedeki nüfuzunun daha da artmasını sağlamıştı.

Şiilerin ilk devleti

İdris’in bu şekilde bir devletin temellerini atması ve günden güne daha da güçlenmesi dönemin Abbasî halife Harun Reşid’i hayli tedirgin etmeye başlamıştı. Halife, ileride kendisini siyasi bakımdan tehlikeye sokabilecek bu rakibine karşı harekete geçerek veziri Yahya el-Bermekî’nin de tavsiyesiyle bir suikast tertip ederek İdris’i zehirletti. Harun Reşid, Şamrah adıyla bilinen Süleyman b. Cerir’i bu iş için görevlendirmiş, İdris’in yanına giderek kendisini doktor olarak tanıtan Şamrah, onun güvenini kazandıktan sonra baş ağrısı için ilaç diyerek verdiği zehirle İdris’i öldürmüştü. Zerhun şehrine defnedilen İdris b. Yahya’nın 788 senesinde Fas merkezli olarak kurduğu bu devlet daha sonra onun adıyla anıldı. İdrisîler aynı zamanda Ehlibeyt mensuplarının kurduğu ilk devlet olma özelliğine de sahip olacaktı.

İdris öldüğünde çocuğu olmamakla birlikte Nefze kabilesine mensup olan karısı Kanza hamileydi. İdris’in sadık hizmetkarı Raşid’in isteği doğrultusunda doğacak Peygamber torunun beklenmesine karar verildi. Üç ay sonra dünyaya gelen bir erkek çocuk oradaki halkı sevince boğduğu gibi, Harun Reşid’in bütün planları da boşa çıkmış oldu. Bebeğe babasının adına nispetle İdris ismi verildi. İdris on bir yaşına gelince Berberiler tarafından halife ilan edildi. Babasının kurduğu Fas’ı devletin başkenti yapan II. İdris devlet kurumlarını yeniden düzenledi. Kurtuba ve Tunus’ta çıkan isyanlardan kaçarak yanına sığınan kumandanları önemli görevlere getirdi. Onun gayretleri neticesinde İdrisîler kısa sürede bölgenin en güçlü devleti haline geldi. İdrisîler adına ilk parayı bastıran halife olma özelliğine de sahip olan II. İdris, 828’de henüz otuz beş yaşında olduğu halde öldüğünde devletin sınırları Cezayir’den Sus’a kadar uzanıyordu. O aynı zamanda vezirlik, kâtiplik ve kadılık gibi kurumları oluşturarak devletini tam anlamıyla bir İslam devleti modeli olarak şekillendirmişti. İlim adamlarına ve ilme çok değer veren ve bu sebeple İdrisü’l-Ezher lakabıyla tanınan II. İdris, kalem ehli olmakla tanınan Ehlibeyt mensuplarının tecessüm etmiş haliydi.

II. İdris’in ölümüyle devlet ciddi bir çalkalanma sürecine girdi. Bunun nedeni hepsi de küçük yaşlarda olan 13 oğlunun bulunmasıydı. Veliahdı ve en büyük oğlu olan Muhammed ninesi Kanza’nın tavsiyesiyle ülkeyi dokuz kardeşiyle birlikte yönetmeye karar verince kendisinden önce ve sonra dünya üzerinde pek çok hükümdarın yaptığı ve yapacağı büyük bir hataya düşmüş oldu. Bu hamlesi çok başlı bir yapının ortaya çıkması ve kısa sürece iç isyanlar yüzünden merkezi yapının çökmesiyle sonuçlandı. İdrisî şehirleri önce Berberilerin, ardından da Fâtımîlerin hücumuna uğradılar. Peşpeşe başa geçen İdrisî şehzadeleri ülkeyi daha da büyük bir kaosa sürüklediler. İdrisîler pek çok han, hamam ve yeni mahalleler inşa ettiren I. Yahya devrinde nispeten toparlanma sürecine girdi ise de, 863’te onun vefatı üzerine tahta çıkan II. Yahya devrinde yeniden kaos başladı. İç karışıklıklar sebebiyle hakimiyeti sağlayamayan II. Yahya Fas’ı terk ettikten kısa süre sonra üzüntüsünden öldü. II. Yahya şehirden kaçarken karısı Atike onunla gitmemiş ve ailenin diğer koluna mensup olan babası Ali b. Ömer b. İdris’i Fas’a davet etmişti. Hızla bölgeye gelen Ali b. Ömer bu sırada damadının ölümünden de istifade ederek Fas’ı ele geçirdi. Böylece, İdrisîlerin idaresi ailenin Ömer b. İdris koluna geçmiş oldu.

Dünyanın ilk üniversitesi

İdrisiler döneminde Fatıma El-Fihri’nin yaptırdığı ve dünyanın ilk üniversitesi olan Karaviyyin’de, İbn Haldun, İbn Rüşd, İbn Bace, İbn Meymun, İbn Hazm gibi büyük alimler eğitim gördü.

Hem âlim hem sultan

Ard arda çıkan Berberi isyanları yüzünden Ali b. Ömer döneminde de istikrar sağlanamadı. Nihayet, devletin dokuzuncu hükümdarı, adaleti ve fazileti ile tanınan IV. Yahya yeniden güçlü bir iktidar kurmayı başardı. Onun döneminde İdrisîler en geniş sınırlarına ulaştıkları gibi çok sayıda alim ve sanatkâr İdrisî ülkesine geldi. IV. Yahya döneminde bilhassa hadis ve fıkıh sahasında önemli bir âlim olarak da tanınmıştı. Devrin tarihçileri onun gazi kimliğinin ve kahramanlığının yanı sıra bilhassa dinî ilimler konusundaki bu yüksek bilgisinden de övgüyle söz edeceklerdi. Onun ilme düşkünlüğü Endülüs ve İslam dünyasından pek çok âlimin İdrisî ülkesine gelmeleriyle sonuçlanmış bu sayede Fas devrin en önemli ilim ve kültür merkezlerinden birisi haline gelmişti. Devlete altın çağını yaşatan IV. Yahya iktidarının sonlarına doğru Fatımî ve Endülüs Emevî tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Hükümdar, iki devlet arasında denge politikası oluşturarak siyasi varlığını sürdürmeyi denediyse de Fâtımîlere karşı artık kaçınılmaz hale gelen savaşı kaybetti. 922’de Fas’a giren Fatımî kumandanı Mesâle Yahya’yı hapsedip İdrisîlerin hakimiyetine son verdi. Daha sonraki dönemde bölgedeki fetihlerini sürdüren Fâtımî valisi Musa b. Ebu’l-Atıyye İdrisî şehirlerini birer birer ele geçirdi.

Saltanat kavgaları

Fatımî baskısına karşı koyamayan bazı İdrisî emirleri kendileri için daha güvenli olan Rif Dağı’na sığınmışlardı. Kendileri gibi Şii olan Fâtımilerin siyasi baskısı karşısında radikal bir politika değişikliğine giden İdrisî emirleri Endülüs Emevî halifesi III. Abdurrahman adına hutbe okumaya başladılar. Bu durum İdrisîlerin otoritesini ciddi anlamda sarstığı gibi Fâtımiler’e de meşru bir mücadele fırsatı vermiş oldu. Harekete geçen Fâtımî ordusu III. Abdurrahman idaresindeki Endülüs Emevi ordusunu mağlup etti. İdirîsiler mecburen bir kez daha taraf değiştirmek zorunda kalmışlardı. Hutbeyi yeniden Fâtımîler adına okutmaya başlayan ailenin bu dönemdeki reisi Kasım Kennun b. Muhammed idi. Onun devrinde devlet bir kez daha toparlandı ve eski topraklarından bazıları ele geçirildi. Kasım Hacerünnesr şehrini başkent yapmıştı. Bu arada Ömer b. İdris’in oğulları Rif bölgesinde ayrı bir hanedan olarak faaliyet göstermeye devam ediyorlardı. Ali oğulları bir kez daha saltanat kavgasına düşmüş, birlik ve beraberliklerini kaybetmişler ve devletleri parçalanmıştı. Bu iki koldan Hacerünnesr İdrisîleri 960’da Tanca ve Sebte dışındaki bütün Afrika topraklarını ele geçiren Fâtımîlerin hakimiyetini tanımak zorunda kaldılar.

İdrisî hükümdarlarının pek çoğu âlim kimlikleriyle tanınmışlardı. Endülüs ile Orta Doğu arasında bağlantı noktasında yer alan bu devlet adet o dönemde Doğu-Batı medeniyetinin bir sentezi durumundaydı. Başta Fas olmak üzere bugünkü Kuzey Afrika şehirlerinin pek çoğu İdrisîler tarafından kurulmuştu. Asile, Aklam, Hacerünnesr İdrisî hükümdarlarının kurduğu şehirlerdi. Yine Kuzey Afrika’daki Berberi kabileleri arasında İslam İdrisîler Devleti sayesinde yayılmıştı. İdrisî ailesinin mensupları daha sonra Endülüs’te Hammûdîler hanedanını kurmuşlardı.

[email protected]