Radikalizmden ılımlılığa geçişte kutsalın araçsallaştırılması
ABONE OL

Prof. Dr. Ali Gür/ Gaziantep Üniversitesi Öğretim Üyesi

Suudi Arabistan'ın müesses nizamı Vehhabilik temelleri üzerine kurulmuştur. Muhammed b. Abdülvehhâb tarafından Necid'de başlatılan ve Suudların desteğiyle öncelikle Arabistan ve çevresinde yayılan, dünyanın birçok bölgesini etkileyen ve kökenini Hanbelilik'ten alan Vehhâbilik, dini ve siyasi bir mezhepleşme hareketidir. Muhammed b. Suud ile Muhammed b. Abdülvehhâb'ın 1744'te Dir'iye'de yaptıkları "ulema-umera" iş birliğine dayalı ittifak sözleşmesi, sadece Suud emirliğinin devlete dönüşmesinin ilk adımını oluşturmamış aynı zamanda Hanbelî mezhebinin bir devlet nezdinde resmî ideolojiye dönüşmesinin de ilk örneğini oluşturmuştur. Bu ittifakta İbn Abdülvehhab dini otoriteyi temsil ederken, Suud ailesi de siyasi otoritenin temsilcisi olmuştur. Bu ittifak 1932'de bağımsızlığı ilan edilen Suudi Arabistan Krallığı'nın bayrağına da yansımıştır. Bayraktaki hurma (palmiye) ağacı mülkü, iki çapraz kılıç ise Abdulvehhab ve Suud'u temsilen konulmuştur.

Aslında Hariciliğin de aktif faaliyet ortamı olan Necid bölgesinin çöllerle kaplı coğrafyasında radikal düşüncelerin geliştiği dini ve kültürel bir potansiyel hep var olmuştur. Tuleyha bin Huveylid, Müseylimet'ul Kezzab ve Secah adlı yalancı peygamberlerin ortaya çıktığı ve güç kazandığı bu bölgeden Hz. Ali döneminde büyük fitne ve kargaşaya sebebiyet veren Haricilerin de çıkması dikkat çekicidir. Abbasi Devleti'nin başına bela olan Karmatiler'in ilk filizlendiği coğrafyanın Vehhabiliğin geliştiği bölgeler olduğu düşünüldüğünde bu bölgelerin aşırı uçlar için önemli bir ortam olduğu değerlendirilebilir. Selefiliğin katı bir formu olan Vehhabilik ile Hâricîlik birbiriyle sıkça ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Düşünsel alt yapı bağlamında Vehhabiliği Hariciliğe kadar uzatanlar olmakla birlikte Hariciliğin devamı olarak nitelemenin doğru bir yaklaşım olmadığını savunanlar da bulunmaktadır. Hâricî olmakla itham edilen Vehhabilerin, Suudî ittifakıyla devletleşince kendi devlet otoritelerine itaatsizliği isyan olarak değerlendirip bunu Hâricîlik olarak tavsif etmeleri de dikkat çekicidir. Vehhabi taraftarlar kendilerine has radikalizme savrulan tevhid ve bid'at anlayışı üzerinden kendilerine tabi olmayanları tekfir ederek kan ve mallarını helal sayıp gerek şii gerekse sünni bölgelerde katliamlar yapmışlardır.

Vehhabilik, hızlı yayılan ve hızla siyasallaşan bir inanç hareketi olarak tarihte önemli etkiler bırakmıştır. İlk çıktığı yer olan Necid'in coğrafi şartları, Osmanlı'nın bölgeyi kontroldeki aksaklıkları, içeride ve dışarıdaki problemlere yoğunlaşan Osmanlı devlet erkanı ve ulemasının sorunun boyutlarını fark etmedeki gecikmeleri, bölgede yaşayan yerel halk arasında cehalet ve bid'atların kanıksanması, Vehhabi öğretilerinin bedevî hayat anlayışı ile uyumlu olması ve o dönemin bölgedeki etkin aşiretlerinden Suud ailesinin desteği tabana kolayca yayılmasına yol açan başlıca faktörler olmuştur. Merkezi otoritenin zayıf olması, "hasta adam" Osmanlı'nın Arabistan'da etkinliğini yitirmesini isteyen İngiltere, Fransa gibi devletlerin Vehhabilere destek vermesine ve kışkırtmalarına zemin hazırlamıştır. Zamanla siyasi bir mahiyet kazanmış ve Osmanlı karşıtı bir isyan hareketine dönüşmüştür.

1938'de ülkede zengin petrol yataklarının bulunması ve işletme imtiyaz haklarının ARAMCO (Arabian American Oil Company) uluslararası şirkete devredilmesiyle, ülkenin ekonomik ve siyasi kontrolü İngilizler' den ABD hâkimiyetine geçmiştir. Enerji kaynaklarının zenginliği Suudi Arabistan'ı dünyanın önemli ülkelerinden biri haline getirmiştir. İkinci dünya savaşı sonrası ekonomik krizlerle dünya sarsıntı yaşarken ham petrolün fiyatının çok yükselmesiyle Suudi Arabistan bölgesel olarak zenginleşmiş ve 1950'li yıllara kadar bölgesinde sakin ancak etkisiz bir politikayla varlığını sürdürmüştür. Ancak petrol yataklarının bulunması ve ABD ortaklı şirketlerin bölgeye gelmesiyle oluşan hızlı zenginleşme bir yandan Suudi-Vehhabileri Batı müdahalesine açık hale getirirken diğer yandan da iç muhalefet yapan İhvan'ın da tasfiyesi ile teopolitik ve sosyokültürel olarak farklı bir sürece yöneltmiştir.

Cihadi Selefilik

Suudilerin ve bölge halkının dini prensiplerden sapması ve Suudi Selefiliğin cihat konularındaki pasifliklerinden dolayı bir tepkisellik olarak Cihadi Selefilik gelişmiştir. Cihadi Selefiliğin öncüllerinden olan Cüheyman el-Uteybi ve taraftarlarının 1979 yılında Mescid-i Haram'ı basıp katliam yapması Suuudi Arabistan'da bir kırılma noktası oluşturmuştur. Bu baskın, yardıma çağrılan Fransızların girişleri dinen yasak olmasına rağmen kutsal topraklara girmesiyle bastırılmış olsa da Vehhabilik için yeni ve sıkıntılı bir dönemi başlatmıştır.

Büyük oranda artan petrol gelirleri ile israfın yaygınlaşması dini prensiplerden uzaklaşmanın ve yozlaşmanın en temel sebebi olmuştur. Bu durum Suudilerde öyle bir aşamaya gelmiştir ki topluma din adına çok katı kurallar dayatan iktidar seçkinleri zevk ve sefa adına büyük paralar harcamaktan çekinmemiş, Suudi prenslerin alkollü partiler vermelerinde veya katılmalarında bir sakınca görülmemiştir. Bu durum halkın sosyokültürel yaşamına da yansıdığı gibi ağır eleştirilerin yapılmasına ve iç muhalefet oluşturan Sahve Hareketinin yeniden canlanmasına yol açmıştır. Onların bu tutumlarına Suudî yönetimi sert tepki vermiş, Selman el-Avde ve Sefer el-Havâlî gibi Sahve Hareketinin öncülerini tutuklayarak uzun bir süre hapsedip muhalefeti baskılamaya çalışmıştır.

Soğuk Savaş dönemindeki "radikal İslam projesi"nin yerini, Soğuk Savaş sonrası "ılımlı İslam projesi" almış ve ABD Türkiye'yi önemli bir denge unsuru olarak görmüştür. Uzun bir süre Türkiye, Mısır, Pakistan ve bazı körfez ülkeleri üzerinden ılımlı İslam projesini yürüten ABD, hedefinde yeterince başarılı olmayınca Arap Baharı sonrası Suudi Arabistan'a yönelmiştir. Zira Arap Baharı sonrası bölgede en karlı çıkan ülkeler İran ve Suudi Arabistan olmuş ve yayılma fırsatı bulmuşlardır. Ancak son zamanlarda Türkiye'nin güvenlik gerekçeli bölgesel hassasiyetlerini ABD'nin görmezden gelmesi ve Türkiye'nin daha bağımsız bir dış politika izlemesinden kaynaklı artan ABD-Türkiye gerilimi Türkiye merkezli bu projenin eksenini Suudi Arabistan'a doğru kaydırmıştır. Suudi Arabistan daha ılımlı bir iç ve dış politika izleyeceğini açıklayarak bunu göstermiştir.

Batı'ya bağımlılık

2015 yılında ülkenin Suudi tahtına Selman bin Abdülaziz'in çıkmasıyla birlikte daha önce ülke idaresinde kralla birlikte aşiret liderlerinin de söz sahibi olduğu bir yönetim anlayışının hakim olduğu gelenekselleşmiş müesses nizamda köklü bir değişime gidilmiştir. Selman imzaladığı kararnamelerle bir yandan Suud hanedanının kudretli üyelerini, ulemayı ve kudretli kabileleri ülkedeki kritik kurumların yönetiminden uzaklaştırıp etkisizleştirirken diğer taraftan oğlu Muhammed bin Selman'ı bir çok kritik kurumun başına getirip veliaht ilan ederek hızlı bir biçimde yükselmesini sağlamıştır. Böylece ülkede "hanedan demokrasisi" olarak da tanımlanabilecek politik sistem, tek adam (Muhammed bin Selman) yönetimine dönüştürülmüştür. Bu dönem aynı zamanda ülkede hanedan içerisinde gücün ve prestijin dengeli dağılımına dayanan geleneksel sistemin ortadan kalkmasına ve Suudi elitleri arasındaki uyumun bozulmasına yol açmıştır. Bu durum da Suudi Yönetimini ABD başta olmak üzere Batı'ya daha bağımlı hale getirmiştir. Bir taraftan petrol dışında yeni enerji kaynaklarının kullanıma girmesi, diğer taraftan Arap Baharı sonrası bölgesel fay hatlarının çatırdaması, İran'ın Şii hilalini genişletmesi, son zamanlarda DEAŞ'ın Suudi Arabistan'ı hedef göstermesi, gelecekte yaşanması muhtemel prensler arası taht mücadeleleri Veliaht Prens Selman'ı ılımlılaşma adımları atmaya ve yeni ittifaklar kurmaya zorlamıştır. Bu yüzden bir yandan 500 milyar dolarlık yeni bir turizm yatırımı yaparken diğer yandan da ılımlılaşma ve liberalleşme adımları ile hem kendi hem de Krallığın geleceğini kurtarmaya çalışmaktadır. Ayrıca uzun yıllar yaşlı krallarla yönetilen Suudi Krallığı'nda nispeten genç olan Veliaht Prens Selman, sayısal olarak ülke nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan gençleri kendi tarafına çekebilmek ve geleceğe yönelik avantajlar sağlayabilmek için onların istekleri doğrultusunda adımlar atmayı tercih etmiş ve bunu da ılımlılaşma olarak sunmuştur.

1979 öncesine dönüş isteği

Son dönemde Muhammed b. Selman'ın Suudi Arabistan'da önemli değişimlerin habercisi olan söylemlerinin gündem oluşturması ve uygulamaların başlatılması bu projenin uygulamaya geçirildiği yönünde izler taşımaktadır. Muhammed b. Selman öncelikle katı Vehhabi uygulamalarından "ılımlı İslam'a dönüleceği" açıklamasını yaparak ülkesinin dini ve kültürel tabularını yıkmaya başlamıştır. 2017 'de yaptığı deklarasyonda 1979 öncesine dönemi arzuladığını belirterek Suudi Krallığı'nı, Suudi komutan Cüheyman el-Uteybi'nin 1979 Kabe baskını ve İran Devrimi öncesi kodlarına döndürmeyi hedeflediğini belirtmiştir.

Bu hedefini gerçekleştirmek için de hızlı adımlar atmaya başlamıştır. Kadınların asker olabilme, araba kullanma ve stadyumlara giriş yasağı kalkmış, bir kadın Çalışma Bakanlığına atanmış, sinema salonları açılmış, ilk kez bir opera sahnelenmiş, haram denilen sevgililer günü kutlamasının caizliğine fetva verilmiş, kadınların dış ortamda "abaye" giyinme zorunluluğu kaldırılmış ve hatta ülkede yaşayan yabancılar için bir kilise açılması onaylanmıştır. UEFA futbol turnuvalarına ev sahipliği yapmış, eğlence festivalleri düzenlemiş, cadılar bayramı kutlanmasının önünü açmış, hatta bu girişimlerinde son olarak da Kabe'yi araçsallaştırmaktan çekinmemiştir. Festival kapsamında sahneye çıkan Jennifer Lopez ve dansçılarının dijital Kabe görseli önünde dans gösterisi yapmalarına izin verilmiştir. Bu tür girişimlerin nereye kadar vardırılacağı bir muamma olmakla birlikte Veliaht Prens Muhammed b. Selman öncülüğünde Batı'nın desteğini kaybetmeme ve ılımlılaşma adına şok edici gelişmeler yaşayacağımız açıktır.

Tüm bunlar yaşanırken geleneksel Vehhabiliğin bundan nasıl etkileneceği ve katı radikal Vehhabi taraftarlarının nasıl tepki verecekleri soruları güncelliğini korumaktadır. İki yüz elli yıllık bir Suud rejiminin, bir prens veya kralın arzuları istikametinde kurucu ideolojisini "ılımlı İslam" görünümünde bir anda yok etmesinin mümkün olamayacağını, İbni Selman'ın bahsi geçen liberalleşme eğilimi ve gelecek planlarının Vehhabiliğin ılımlılaştırılmasının ötesinde bir anlam ifade etmeyeceğini de akılda tutmak gerekir. Birleşik Arap Emirliği'nin Washington büyükelçisi Yusuf el-Uteybe'nin "10 yıl sonra Körfez'de istikrarlı ve kalkınmış laik yönetimler görmek istediğini" dillendirmesi, Körfez'deki küçük emirlikler açısından belki önemli görülebilir. Ancak bu sekülerleşme temennisinin iç ve dış siyasetinde Vehhabilikle bütünleşen, İslam'ın kutsallarına ev sahipliği yapan, geniş bir coğrafya ve nispeten yüksek bir nüfusa sahip olan Suudi Arabistan açısından yakın zaman için karşılığının olup olmayacağı belirsiz görünmektedir. Ayrıca Suudi Arabistan'da özellikle güneyindeki etkin Şii aşiretler başta olmak üzere çok sayıda kozmopolit aşiretin varlığı yanı sıra tahta yakın onlarcasının içinde yer aldığı iki bine yakın Suudi kökenli prensin dönem dönem güç mücadelesine girişmeleri ülkede dış destekli hassas dengelerin kurulmasına yol açmaktadır.

Her ne kadar değişmediklerini, erozyona uğramadıklarını, Vehhabiliğin temel esaslarına ve ilk günkü ideallerine sadık kaldıklarını savunsalar da Suudi Vehhabiler değişime uğramaktadırlar. Zamanla dini bagajlarından kısmen arınıp siyasallaşarak etkilerini sürdürmektedirler. Hatta iki yüz yıldan fazladır sistemleştirdikleri inanç geleneklerinin rağmına hareket ederek Müslümanların Kabe gibi kutsallarını bile araçsallaştırmaktan ve gösteri malzemesi yapmaktan çekinmediklerini göstermektedirler. Ancak Suudi Krallığı kendi içinde bu dönüşümü yaşarken; Vehhabiliğin kuruluş felsefesinde var olan dini anlayışı, günümüzde cihadî radikal örgütler sürdürmektedir.