Saadet Partisi'ndeki sorun ve bitmeyen sadakat imtihanı
ABONE OL

İdris Cevahir / Yazar

Saadet Partisi bir önceki seçimlerde Devlet Bahçeli tarafından ifade edilen "Seçimden sonra popülaritesi kalmaz." iddiasının aksine hala ülke siyasetinde en azından tartışılan "nesnesi" olmayı başarıyor. "Nesne" diyorum zira Saadet Partisi'nin son dönemdeki oy oranı ve Millet İttifakı'nda kendisine biçilen rol dikkate alındığında, bir "özne"den bahsetmek neredeyse imkânsız.

Partinin iç dinamikleri

Bu yazı dizisinde hareket içerisinde rahmetli Oğuzhan Asiltürk Beyin açıklamaları ardından alevlenen, Genel İdare Kurulu üyesi Abdullah Sevim Bey'in çıkışlarıyla sürekli gündeme gelen, pek önemli görmesem de Haymana Mutabakatı adı altında yapılan açıklamalarla sıcaklığını koruyan ve son dönemde hareket içerisinde meydana gelen zihni ve fiili kopuşlarla tekrar harlanan bir tartışmayı yani Saadet Partisi'nin Millet İttifakı'na girme sürecini partinin iç dinamiklerinden hareketle tartışma konusu yapacağım. Yazı boyunca fikrin namusunu korumaya özen gösterecek ve hiçbir yanıltıcı algıya müsaade etmeyeceğim.

Doğu toplumlarında alışkın olduğumuz kurucu liderin ölmesinden sonra sosyal hareketlerde meydana gelen çöküş kaçınılmaz olarak Milli Görüş Hareketi dolayısı ile Saadet Partisi içinde vuku buldu. Hoş AK Parti'nin kurucu liderin sağlığında gösterdiği devasa seçim zaferleri bu çöküşü Milli Görüş Hareketi için erken bir vakitte başlatmış olsa da "kemiyet" değil "keyfiyet" cihetinden çöküşün başlangıcı Merhum Erbakan'ın ahirete irtihali iledir.

Mesele aldığı oy değil

Herhangi bir fikri hareketi sadece oy oranları bağlamında değerlendirmek her zaman doğru olmaz. Bu ilkenin iki farklı cenahta iki örneğinden söz etmemiz mümkündür. Birinci örnek sol siyasetin amiral gemisi olan CHP'dir. CHP en son iktidara ne vakit geldi hatırlanmaz ancak ne olursa olsun Atatürkçü kadroların Ankara'daki etkisi bilhassa ordunun tavizsiz Atatürkçü bir ideolojiye sahip olması CHP'yi aldığı oy oranından bağımsız değerlendirmeyi gerekli kılar. Aynı durum Saadet Partisi için de geçerlidir. Saadet Partisi'nin İslamcı (Temel Bey her ne kadar reddetse de) damarı temsil eden ana siyasi organizasyon olması, aldığı oy oranından bağımsız olarak Saadet Partisi'ni her dönem anlamlı kılar. Bu yüzdendir ki Saadet Partisi'nin bulunduğu ittifaka sağladığı oy değil "meşruiyet" değerlidir. Ve bu "meşruiyet" Anadolu'nun kodları dikkate alındığında varoluşsal bir anlam ifade eder.

Fikri ve fiili ayrılıklar

Milli Görüş Hareketi tarihi dikkate alındığında birçok defa fikri ve fiili ayrılıklar zuhur etmiştir. AK Parti'ye gelene kadar içerisinde şimdinin "sadıkları" olarak takdim edilenlerin de bulunduğu birçok başarısız Erbakan'ı devirme ya da etkisiz kılma girişimleri olmuştur. AK Parti'nin "gelecek vaad eden" isimlerle birlikte kopuşu ve merkezi tamamı ile doldurması, Has Parti'nin yani ikinci "gelecek vaad eden" ekibin partide tutunamaması (Numan Kurtulmuş döneminde Saadet Partisi'ndeki oy oranındaki artış dikkate alındığında gelecek vaad etme ifadesi anlam kazanacaktır.) ve nihayetinde Yeniden Refah Partisi ile Erbakan'ın ailesinin hareketten "uzaklaşması" ya da "uzaklaştırılması" bu fikri ve fiili ayrılmalara örnek olarak verilebilir.

Yeni bir ayrımın eşiğinde

Milli Görüş Hareketi yeni bir ayrımın eşiğinde. Ancak bu ayrımda kendisi özne değil nesne. Her "dört taraf" da dışarıdan gelecek desteklere mecbur. Evet, "dört taraf" ifadesini kast-ı mahsusla kullandım. Zira Milli Görüş Hareketi'ni yakinen tanıyan herkes bunu bilir ki bu ayrışmalar, esasında hareket içi güç kavgalarının görünen yüzüdür. Ancak bu defa ayrışma olmayacak kaybedenler kenara çekilecek, zira hem fikren hem fiilen bölünebilecek kadar büyük bir yapı artık yok.

Dört ayrı grup

Milli Görüş Hareketi kendi içerisinde dört ayrı gruba bölünmüş durumdadır. Birinci grup Rahmetli olmadan önce Oğuzhan Asiltürk Beyin etrafında toplanmayı başarmış ve ağırlığı hareketin ikinci amiral gemisi olarak bilinen "AGD" derneğinde olanlardır. Bu gruba bir yönü ile son dönemde ismi duyulan Haymana Ekibi de katılabilir. Haymana Ekibi ise maddi gücün merkezi Cansuyu Derneği'nde kümelenmiştir. İkinci grup ise Temel Bey ile harekette kendisine yer bulan, harekette daha orta yollu ve daha uzlaşmacı, Millet İttifakı'nın yılmaz savunucuları olan ekiptir. Üçüncü grup ise sayısı az olmakla birlikte eleştirilerini dini ve geleneksel ilkelere dayandırmaları açısından etkileri mensuplar üzerinde oldukça güçlü olan "İstanbul Ağabeyleri"dir. Son ve en güçlü olan dördüncü ekip ise: Rahmetli Oğuzhan Beyin ifadesi ile "çete" veya "cunta", teşkilat içi konuşulduğunda "İzmit Ekibi" diye adlandırılan "Parti Profesyonelleri"dir. (Bu ekibi bir sonra ki yazıda değerlendireceğim.) Bütün sorunların temelinde bu ekiplerin kendi arasında hareketi yönetme mücadelesi yatar. Ancak şunu ifade etmem gerekir ki bu kadar ekibin hepsinin haklı olması mümkün değil. Bu yüzden her ekibin kendi içerisinde tutarlı açıklaması olduğu gibi karşı ekiplere dair iddia ve yakıştırmaları da mevcut...

Aziz Milli Görüşçüler nerede?

Peki, ya rahmetli Hoca'nın o tatlı ve gür nidası ile "Aziz Milli Görüşçüler" bu denklemde nereye düşmektedir? Her seçimde araziye sürülen (kast-ı mahsusla kullanıyorum) her türlü hakarete maruz kalan, yaptığı siyasi çalışmayı dini bir vecibe olarak değerlendiren kendisini "insanlığın kurtuluş umudu" olarak gören o "elleri öpülesi inanmışlar" bu denklem de nerede duruyorlar?

"Arazide". Evet, yanlış okumadınız. "Dava" denilen her ne ise onun gerçek sahibi olan insanlar, sadece arazide kıymetlidir. Kurulan standın arkasında, bayrak kolisinde uyuyan bebeğin annesi olmak sizi sadece arazide değerli kılar. İş araziden çıkıp salonlara gelindiğinde devreye "temel esaslar", "usul ve temayüller" girer yani siz söz söyleyemez sadece alkış tutarsınız. Peki, alkışlamamak neye mâl olur? Sizi önce aykırı olmaya, akabinde sadık olmamaya, akabinde ayarları bozuk olmaya ve nihayetinde itikadı bozuk birine dönüştürür.

Bildim bileli ve bilemediğim zamanlardan beridir Ankara'da yapılan iktidar kavgaları, taşraya dolayısı ile "Aziz Milli Görüşçüler"e genel merkeze "sadakat imtihanı" olarak yansıdı. Ancak ifade edildiği üzere hareketin bir daha fiili olarak bölünme şansı yok. Ekipler ya uzlaşmak yahut hepsi kenara çekilmek zorunda. Çünkü bölünmenin sınırına gelindi. Sınırdan ötesi mi? Kimsenin bir fikri yok.