Salgın sonrası köye dönme isteğinin eleştirisi
ABONE OL

Hikayesi Haydarpaşa Garı’nda başlayan göç filmlerinde vurgulanan “İstanbul’un taşı toprağı altındır” sözü, bugün sanırım artık geride bırakılan köyler için geçerlidir. Öyle ki bu altın mecazı bile, sahile ya da yaylalara görece yakın arsa fiyatlarında gerçekçi bir karşılık da bulmaktadır. Kayıp yılların ve yitirilen sağlığın telafisi için gidilmek istenen köyler ve bizatihi organik yaşam seçenekleri, tüketimci kültürün yeni trendleridir. Hayalleri gerçekleştirmenin yolları yine masraflıdır yani. Fakat yüksek bedellerle elde edilebilen bu yeni yaşam, vaat ettiği tazeliği gerçekten sağlar mı, bunu tartışmak gerek.

İçinden geçtiğimiz küresel salgın, kendi dışındaki hemen her şeyi bir tür kurtuluş reçetesine dönüştürdü. Bugünlerde hemen herkes nasıl normale döneceğimizi, neyin bize iyi geleceğini tartışıyor. Kimi yoğun spor programları ve sağlık kürleri önerirken; kimileri modern alışkanlıkları derinden sorguluyor. Görünen o ki, hiç kimse insanlığın geldiği bu tuhaf noktadan mutlu değil. Özellikle kentler, bıkkınlığın olduğu kadar, korku içinde yaşamanın merkezlerine dönüştü. Yaşlanan bir zihin nasıl ki mazinin nostaljik ve kusursuz coğrafyasına sığınıyorsa; salgının en fazla hedef aldığı kentlerdeki bireyler de, yıllar sonra yeniden doğal yaşama ve köylere dönmenin hesabını yapıyor. Elbette bunun kaçınılmaz masraflarını hesaplayarak!

Kaçış güzergahı

Salgın sonrasında popülerliği en fazla artan kaçış güzergahı “doğa”dır. İşgallerinden bunalan ve yeni başlangıçların peşinden koşan modernler için doğa, henüz tam anlamıyla tüketilmemiş ve her şeye olmaya hazır olduğu ümit edilen yer gibi görünmektedir. Doğaya atfedilen olumlu ve yapıcı niteliklerin modern-kentli karakterin tam da sahip olmadığı şeyleri tamamladığı düşüncesi bu ümidin asıl kaynağıdır. Doğa, kentli için bir tür tamamlanma ve fazlalıkları atma vaadiyle doludur. Bu vaat, onun çelişkilerinden kaçışına da eşlik etmekte ve ıssız bir coğrafya üzerinden dingin ve düşsel bir dünyanın kapılarını aralamaktadır. Köylerde organik yaşam vaadi olarak somutluk kazanan bu yönelim, karlı bir iş sahasına dönüşmüştür. Durumu elveren kimileri ya iş gereği terkedemedikleri kent evlerinde bir çeşit köy simülasyonu türetmekte, ya yeni karavanlarıyla ülkeyi gezmeye çalışmakta ya da değeri hayli artmış bir arsanın üzerinde hayalindeki köy evini inşa ettirmektedir. Onlar ve daha fazlası için belki de modernlikten dönüş yapmanın tam vaktidir. Çünkü büyük kentlere büyük hayallerle göç edenlerin beklentileri imtihan edilmiş, düş kırıklıkları yaşanmış ve yıllar sonra terkedilen eski köyler yeniden özlenmeye başlanmıştır. Yaşanan salgın, bardağı taşıran son damla olmuştur! Teknolojiler içinde konforlu fakat tatsız ve bir o kadar tehditkâr bir hayatı yaşamak yerine, daha ilkel/araçsız ama daha doğal ve samimi bir ortamda yaşamak için gereken tüm meşruiyete ulaşılmıştır.

Hayatını kolaylaştırmak ve konfor adına türlü teknolojiler üreten ve kullanan modern bireyler için beliren bu ironiyi Rasim Özdenören çok iyi özetlemektedir “Kent İlişkileri” adlı kitabında: “Doğa özlemi çektiği söylenen kimse, şimdiye kadar kendini doğadan yalıtıp durmadı mı? ... Barınaklar inşa ederek doğadan kurtulmak istemedi mi? Kendine durmadan yeni aletler icat ederek eliyle doğa arasına sınırlar çekip durmadı mı? ... Öyleyse doğayı özlediğini söyleyen biri, acaba bir duygusunu yanlış mı ifade ediyor? Yoksa o ne istediğini mi bilmiyor? ... Gövdesini doğadan yalıtmak için gene bir şeyler giymek zorunda kalmayacak mı bu insan? O, yapraklarla mı örtünmek istiyordu; otlardan dokunmuş giysilerin mi özlemiyle yanıp tutuşuyordu?”

Yeniden göçebelik

Bu yönüyle, göçebelikten yerleşikliğe; oradan kentleşmeye ve şimdi de yeniden göçebeleşmeye ve doğaya dönmeye dair gösterdiği çaba, modern insanın trajedisidir. Doğanın tıpkı asırlar önce terkedildiği haliyle kaldığı –gerçekdışı ya da kurgusal varsayımı ise bu trajedinin belki de en ironik bölümüdür. Kaçışın kusursuz mekânı ve zamanı yoktur; aksine kaçışın kusursuzluğu onun dışsal bir amaca, mekâna ve zamana körleşmesindedir. Bu nedenle bana göre kaçış, ancak bir amaç içermiyorsa sonuç verebilir. Başka bir deyişle, kentli tavrın antitezi olarak doğayı hedeflemek yine kentli, kentle ilgili ve kenti yeniden üretici bir karardır. Hiç şüphe yok ki, kentli birey, gittiği her yeri kentlilik ilkelerine uyumlamaya zorlayacaktır. Beğenilerini ve görgülerini açık ya da gizli bulunduğu her yere dayatacaktır. Coşkuyla başladığı yakınlaşmayı kısa zaman içinde tüketecek ve bunun yerini sıkıcı tekrarlar ve yeni arayışlar alacaktır.

Doğa bile doğal değil

Beri yandan, huzur arayan modern bireyin kaçınılmaz olarak yakalanacağı başka türlü bir ruh hali, bir karakter formu ve bir yaşam biçimi olarak kentlilik vardır. Tavrına ve bakışına sinen bu kentlilik hali, doğadaki her şeyi kentle irtibatlandırmayı ve karşılaştırmayı; ona verdiği değerde de kenti ölçü almayı şart koşacaktır. Tam da bu nedenle doğa, iddia edilegeldiğinin aksine, kaçış menzili olarak sınırsız kopuşun ve koşulsuz özgürlüğün mutlak adresi olamayacak kadar kente bağımlıdır. Öyle ki içinde bulunduğumuz kırılgan ve akışkan modernitede doğa, çürütücü kenti sağaltabilecek bir antitez olmak bir yana; belki de onu yeniden üreten bir bileşen işlevi görmektedir. Bu yönüyle doğa bile, doğal değildir. Bugün kesin ve mukim dönüş adresi olmayan bir maceraya çıkmak muhaldir. Çünkü hakkında hemen her şeyin önceden kestirilebildiği ve kontrol edilebildiği bir ileriki zaman yolculuğundan yepyeni ve tamamen farklı bir izlenim çıkamamaktadır. Bu yüzden maceranın hayali canlı; kendisi ise ölüdür. Köy, demografisiyle değilse de; öykünmeleriyle kenttir artık. Hatta gerçek bir kentten bile daha kentlidir. Doğada olmak için tüketimciliğin de içinde kalma zorunluluğu, bu kaçışla ilgili pürüzsüz hayalin ödeteceği belki de en gerçekçi, kesintisiz ve kaçınılmaz bedeldir. Üstelik doğanın sunduğu vaadin mutlaklığı pamuk ipliğine bağlıdır. Huzur bile bugün pazar ekonomisinin kollarında hesaplanabilir para değeriyle somutlaşan ve belli bir ücrete satın alınabileceği varsayılan bir deneyime indirgenmiştir çünkü.

[email protected]