Siyasi merkezi bölme hareketlerinin mantığı ve açmazları
ABONE OL

Dünya ve Türkiye’nin içinde yer aldığı bölge, büyük bir türbülans yaşıyor: Rejimler değişiyor, iç savaşlar yaşanıyor, sınırlar değişiyor, devletler çöküyor, bölgeye istihbari ve askeri müdahalelerin nereye kadar genişleyeceği merak ediliyor… Uluslararası sistem Soğuk Savaş sonrasındaki yeni düzensizliğini hala bir düzene bağlayabilmiş değil. Türkiye bu türbülans ve düzensizlik içinde ciddi bir mücadele içinde. Bu türbülans ve düzensizlik ortamında dış politikayla iç politikanın sınırları zayıflamış durumda. Türkiye’nin uluslararası sistemde verdiği mücadele, iç politikasında büyük bir baskıya yol açıyor. Türkiye’yi belli kurumlar ve elitler üzerinden kontrol eden, edebilen ABD artık bu kontrol imkanını yitirmiş durumda. Bu durum, Türkiye’nin ABD ve İsrail ilişkilerinde “kriz mekaniği”ni harekete geçirdi. 

Uluslararası kriz mekaniği 

ABD ve İsrail, Türkiye’nin iç politikasını dizayn etmeden dış politikasını kontrol edemeyeceği bildiğinden var gücüyle Türkiye’nin iç politikasına yönelik gizli, açık hamleler peşinde. Terörden sokak hareketlerine, turizm üzerindeki baskıdan kur hareketlerine, darbeden tecride her yolun denendiği bir süreç yaşanıyor. Bu istikamette daha önce kullandıkları kurumların üzerindeki kontrol imkanlarını yitirdikleri ve kontrol ettikleri elitler güç kaybettiği için siyasi merkezi yönlendiremiyorlar. Bu yüzden de siyasi merkezle darbeye kadar varan açıkça bir mücadeleye giriştiler. Bu mücadelenin bir ayağı da darbe başarılı olamadığı için siyasi dizayn yoluyla siyasi merkezi değiştirmektir. Bu konuda Soğuk Savaş döneminde yapılmış istihbarat ve lobi çalışmalarının her sektör ve ekol içindeki elitleri harekete geçirebilme kabiliyetlerine güveniyorlar. FETÖ’yü ve o dönemin merkez medyasını kullanarak CHP’deki parti içi iktidarı değiştirmeleri ve MHP genel merkezini çökerterek MHP’de başlattıkları hareketlenmenin MHP’nin bölünmesiyle sonuçlandığı ortadadır. 

17/25 Aralık ve hatta 15 Temmuz darbe teşebbüslerinin AK Parti taban ve teşkilatının lideriyle ilişkisini keserek yeni liderliğin önünün açılmasına yönelik olduğu bugün daha net görülüyor. AK Parti teşkilatına ve tabanına “Sizinle ve sizin hayat tarzınızla bir problemimiz yok, liderinizi teslim edin siz yönetmeye devam edebilirsiniz” şeklinde sunulan proje başarılı olmadı. Ancak AK Parti içindeki bazı muhalifler/muhterisler, bu tezi satın aldı. 

Muhalefetin tezleri

AK Parti’de siyaset yapmış bazı kişiler ve onların etraflarında yer alan elitler, bütün bu türbülans ve krizden AK Parti’den ve Erdoğan’dan farklı bir sonuç çıkardı. Onlara göre Davos’ta İsrail ile başlayan dış politikadaki, Mayıs 2013’de Gezi kalkışmasıyla başlayan iç politikadaki süreçte AK Parti ve Erdoğan uzlaşmayı değil, mücadeleyi seçerek yanlış bir yol izlemiştir. Bu kesime göre, ABD’nin Ortadoğu projesine direnmek mümkün değildir. ABD’nin Ortadoğu politikasının sınırları değiştireceği, rejimleri değiştireceği, bazı ülkeleri ortadan kaldırarak yeni ülkeler kuracağı anlaşılmaktadır. Onlara göre, buna karşı çıkarak Türkiye’yi ve AK Parti’yi korumanın imkanı yoktur. Öyleyse ABD ve İsrail ile anlaşmak suretiyle Türkiye’nin ve AK Parti’nin karlı çıkacağı veya en azından en az zararla çıkacağı bir politikaya ihtiyaç vardır. Bu politika da her alanda Batı ile uyumlu olmayı icap ettirmektedir. Bu yüzden Rusya ile yakınlaşma yanlıştır. Türkiye’de PKK ile Suriye’de PYD ile ABD’nin desteğiyle anlaşılmalıdır. Ekonomi alanında Batı ve dünya finans çevreleriyle uzlaşılmalıdır. Bu bakımdan Batı’dan uzaklaşma anlamına gelebilecek “milli ve yerli” vurgusu doğru değildir. İç politikada ise MHP ile işbirliğine derhal son verilerek CHP ile koalisyon halinde parlamenter sisteme geçilmeli ve Kürt sorunu Batı’yı tatmin edecek şekilde çözülmelidir. Türkiye, Suriye ve Irak’ın bölünmesine karşı çıkmamalıdır. 

Erdoğan, parlamenter sistemin Cumhurbaşkanı olarak AK Parti ve hükümet işlerinden çekilmeli, bunun karşılığında da kendisine “dokunulmazlık” verilmelidir. Bu şartlarda FETÖ’nün de pozisyonu değişecektir. Zaten AK Parti ve Erdoğan daha önce bu projeyi kabul etmiş olsa veya hükümette kendileri olsa, FETÖ 15 Temmuz darbesine yönelmeyeceği için, bu kesimle de problemler suhuletle çözülebilir. Bu şekilde iç ve dış politikada yumuşak bir geçişle Türkiye Soğuk Savaş dönemindeki uluslararası sistemdeki rolüne dönmelidir. Bu kadro, bu şekilde tarihi bir rol oynayarak dışarıda Türkiye’nin uluslararası sisteme kazasız belasız dönüşünü sağlayabilecek; içeride de CHP ile büyük uzlaşmayı sağlayarak kutuplaşmayı sona erdirecektir. 

AK Parti ve Erdoğan ABD ve İsrail’in çizdiği Ortadoğu projesindeki rolüne razı olmak ve içeride milli egemenliğe vesayet aktörlerini yeniden ortak etmek dışında bir vaadi olmayan bu projeyi kabul etmezse, bu kesim kendisine AK Parti dışına çıkarak bir yol aramak kararlılığında olduğunu deklare etmiştir. Hatta bu kesimin bir kanadı, CHP ile açık bir ittifak içinde olduğunu 24 Haziran seçimlerinde onların adayı olmaya teşebbüs ederek göstermiştir. Diğer kanadın da AK Parti içinde kendilerine alan açılmazsa, dışarıya çıkma kararı beyan edilmiştir. 

Kibir ve açmazlar

Marjinal bir çevre olmanın ötesine geçemeyecek bu iki kanadın, birbirleriyle anlaşamayarak iki ayrı harekete yönelmeleri dikkat çekicidir. Hal böyleyken yüzde 52 nispetinde oy almış bir siyasi lideri, toplumun yarısını ikna edememekle suçlamaları da kayda değerdir. Erdoğan ve AK Parti’nin etrafındaki seçmen bloğu olmazsa, CHP, İyi Parti ve HDP’nin yaklaştığı yüzde 50’lik bloğu kontrol eden elitlerin, AK Parti ve Erdoğan ile uzlaşmasını beklemek tamamen hayaldir. Bu kesimlerin yanıldığı bir başka husus da kendi uzlaşma tekliflerinin mümkün tek uzlaşma şekli olduğunu zannetmeleridir. Bununla beraber AK Parti ve Erdoğan’ın bu kesimler olmadan içeride ve dışarıda bir uzlaşma yapamayacağı tezi de gerçekçi değildir. Bu yanılgıların temel sebebi de AK Parti’de kendileri dışında bir akıl ve elit olabileceğini kabul edememeleridir. Bu kibrin, bütün diğer hataların temel sebebi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Esasen bu elit kesim, elitler dışında bir tabana sahip olamadıkları için bir açmaza hapsolmuş durumda. O açmaz bu kesimi, CHP ile ittifaka mecbur etmektedir. CHP ile ittifak mecburiyeti ise, AK Partili muhalifleri muhafazakar kitleden kopararak marjinalleştirmektedir. 

Tarihi sorumluluk

Dünyadaki ve bölgemizdeki büyük türbülans ve kriz döneminde, siyasi merkezi zayıflatan her çaba Türkiye’ye büyük zarar verecektir. Mazereti ve gerekçesi her ne olursa olsun, bu kriz döneminde siyasi merkezi bölmeye yönelik her hareket, merkezkaç güçlerin işine yarayacaktır. Siyasi merkezi zayıflatmaya yönelik her hareket, Türkiye’nin dış dünyadaki müzakere gücüne zarar verecek ve dış müdahaleleri tahrik edecektir. Siyasi merkeze zarar verecek her hamle, içeride FETÖ, PKK, darbeci yapılara hareket alanı açacaktır. Bu da demokrasiye zarar verecektir. Dışarıda ise ABD ve İsrail bloğunun elini güçlendirecek, Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Suriye, Irak ve İran’daki problemlerde elini zayıflatacaktır. 

Siyasi merkezi bölmeye yönelik hareketler kendilerine aradıkları mazeretlerle değil, bundan sonra olacaklarla tarihe geçeceklerdir. Geçmişte Demokrat Parti’den ayrılan Hürriyet Partisi’nin CHP’ye iltihakı ve 27 Mayıs darbesi, Adalet Partisi’nden ayrılan Demokratik Parti’nin 12 Mart 1971 darbesinin yoluna taş döşediği unutulmamalıdır. Her iki darbenin arkasındaki uluslararası sistemin tahrik ve aklı ile Türkiye 60’lı ve 70’li yılları kaybetmiştir. Kaldı ki, bugün siyasi merkezi bölme hareketlerinin maliyeti çok daha ağır olacaktır. Bugünkü tehlike Soğuk Savaş döneminden vahimdir. Bugün sadece demokrasi değil, ülkenin sınırları da tehdit altına girebilecektir. Türkiye, halihazırda Suriye ve Irak’ta askeri harekatlar ve küresel güçlerle pazarlıklar yürütmektedir. Bu ahval ve şerait altında yapılacak her siyasi hatanın, tarihi sorumluluğu artacaktır. Her türden merkezkaç gücün, etnik, dini, mezhebi radikalizmin ve kaba popülizmin önünün açıldığı ve ülkelerin varlıklarının tehdit altında olduğu bir dünyada seçmen kitlesinin ise fantezi peşinde olmayacağı açıktır. 

@myilmaz_67