Söz: Bir işe yaramaz!
ABONE OL

İnsanları yeniden, gerçekten düşünebilir hâle nasıl getirebiliriz? Bunu düşünmeliyiz... Refleksleriyle yaşamak zorunda bırakılan milyonlarca insanı. Bırakıldıklarının ne olduklarını da bilmeden yaşayan. Görününce varolduğunu sanan; beğenilmenin mutluluk verdiği... Cümle kalıplarımızı, az ya da çok değiştirmek, bu noktada bir işlev görür mü? Şairler, yazarlar bunu çok denedi. Ressamlar onlarca anlatım formu geliştirdi. Belki şair, yazar ve ressamlara bu girişimleri birer şair, yazar, ressam olarak "üslup sahibi" olmak payesini kazandırdı ama insanların hâli değişmediği için edebiyatın, sanatın ölümü konuşulmaktan kurtulamadı. Bugün kanımda daha vahim bir duruma erişti: "Söz, bir işe yaramıyor!" Edebiyatın, sanatın ölümü nasıl konuşulmasın ki... Edebiyat ve sanata insanlar, giderek eski zamanlardakinden çok farklı nedenlerle gereksinim duymuyor. İnsan gereksinimleri hızlı bir değişim geçiriyor; söz, ezgiler ve renkler, "işe yaramaz" hâle geliyor. Nicedir eğitim, denen sürecin içi başka bir şeyle henüz doldurulamadığı için hâlâ ders, denen zaman dilimlerinde şiir, sanat vesaireden göstermelik olarak bahis açılıyor. Açılan bahis, isim anmaktan öteye geçemese de.

Ruh birlikteliği

Söz, renkler ve ezgiler, evet, giderek "işe yaramıyor". Evvelce de böyle zamanlar oldu ama bu defakinin niteliği çok farklı. Hegel de Schoupenhaur da yakın dönemlerde J. Ellul sözün ahvaline dair karamsar sözler ettiler. Lakin sözün işe yaramazlığı, Taoculardan beri iyi resmedilen "faydasızlıktaki fayda"yla beraberce düşünülüp anlaşıldı. Faydasız olanın öyle birine faydası vardı ki o kişiyle mukayyet bilgeliğe insanlığın geri kalanının bir hürmeti vardı. Fîhi Mâ Fih'inde Hz. Mevlâna, "Onların bir aşkı, bir derdi, bir cehdi, bir bilgisi ve bir ameli vardı." diye överek andıkları ile kendi arasındaki bağa işaret etmekle esasen o bağın mahiyetini açık etmiş olmaktaydı. Ona göre, "Söz, hakikat'in gölgesi ve fer'idir. Mademki gölge çeker, o halde hakikat daha iyi bir tarzda cezbeder. Söz bahanedir. Bir insanı diğer insana doğru çeken şey, belki ikisinde mevcut olan ruhi birliktelikten bir parçadır." (1)

O halde bugün sözü işe yaramaz kılan şey, insanlar arasındaki ruhi birlikteliklerin niteliklerinde olan büyük, köklü değişimler olsa gerektir. Doğrusu bu tespiti herkes, her yerde yapmaktadır. Yeni bir yanı yoktur. Aksine tekrar edilmekle neredeyse varlığını yitirmiştir. Çünkü buna karşı eylemler, "işe yaramayan söz"ler olarak kendini defalarca tekrar edip şikayetler tarihi içindeki en kalın cildin en geniş maddesi olarak yerini almıştır. İnsanda "nebi" ve "veli"den bir parça yoksa yüz bin keramet ve mucize bile görse gördüklerinin bir neticesinin olmayacağını vurgulayan Hz. Mevlana'nın peşisıra oluşanı nasıl yorumlamalı? El cevap: "Peşinden" değil de "peşisıra" diyerek... İlkinde bir filozof olarak o, okunur, okunur, okunurdu. Öyle olmamalıydı. Peşinde olanlar, onun ardına bir hiza almalıydı. Öyle de oldu. Sıra oldular. Öyle görünüyor ki onlarda da onda olan vardı. Bugün oluşamayan resimdeki eksikliklerin başında bu geliyor olmasın? Belki öyledir. Hemen karar vermenin tüketeceğinden kaçmak için devam edip "epifani" kelimesini düşünmenin önüne bırakalım.

Şiir bize yardım edebilse...

Evet, epifani... Hani zihnimizde, yaşamımızda bir tıkanma yaşadığımızda onu tıkanmış bir su giderinin açılması olarak yaşadığımız anlar. Bu pratik hayata ilişkin anlar, bize Hz. Hızır'ı getirecek kadar darlığa da işaret edebilir eğer biz kendimizi öylesine daralmaya götürecek hallerimizden bir an önce kurtulmak istemezsek. Mahkemelere koşmasak. Yumruk sallamasak. Küfretmesek. Müzik, şiir bize yardım edebilse. Müziği, şiiri "işe yaramazlar" olarak hayatımıza kabul etmemiş olsak. Aktarıldığına göre Konfüçyüs, Qi şehir devletinde adı "Yükseliş" olan bir müzik dinlemiş ve nihayetinde üç ay etin tadını alamamış. Çünkü bu müzik, bir bilge-kralın barışçıl yollarla tahta çıkışını anlatmaktaymış. İçinde insan etlerinin insan eliyle parçalanışına ilişkin emareler yokmuş. Bu yüzden de o bir müziğin insandaki tesirine dair şöyle konuşuyor: "Müzik kolayca bilinir. Önce bir kuş sürüsü gibi yükselir; ardından arınma, berraklaşma, süreklilik ve nihayet sonuç gelir." (2) İşte bu sonuçtur epifani. Bir göz aydınlığı. Bir kız çocuğunun doğması, bir karı kocanın. Bir kut bulma. Hacdan dönenin çehresinde onu ziyarete gidenlerin gördüğü. Zemzem ve hurma. Hani Balasagunlu Yusuf Hasa Hacip'in Kutadgu Bilig, diye yazdığı ama bizi "kut"u gençlerimize anlatamayacağınızı düşündüğümüz için "Mutlu Olma Bilgisi" deyip yer çaldığımız bilgi.

Şairler bunu şöyle yaşarlar: La Concorde'daki metro istasyonundan çıkan Ezra Pound, yeraltında maruz kaldığı karanlıktan sonra bu defa kalabalığın karanlığına kapılır. Her gün hepimizin maruz kaldığı cinsten karanlıklar. Bizimkiler belki tam tersi: Aydınlık ve ona eşlik eden uğultu. Beyaz bir ışığın gri sesi. Pound, yaşadığı hadiseden sonra şiirine, hayatı görüşüne dair bir epifani yaşıyor. Yürüdükçe kalabalıklar arasında, güzel insan yüzleriyle karşılaşıyor. Biri geçiyor. Bir diğeri geçiyor. Sonra bir çocuğun yüzü. Hepsi güzel insan yüzleri. Epifani bu. Tam ve tekmil:

BİR METRO DURAĞINDA

Kalabalıkta bu yüzlerin çıkıvermeleri

Islak, siyah bir ağaç dalı üstünde

taç yaprakları (4)

İnsanları yığınlar haline getirdikten sonra onlardan ne bekliyoruz? Şairler, sanatçılar bile yaşadıklarından bir göz aydınlığı yakalayamıyorsa yığınların hâli nice olacak? Pound, yukarıda andığım, bu çok meşhur deneyiminden sonra şiir yazmaya ilişkin bir başka yönelime geçmiş. Epifanisi onu imajistken vortisist yapmış. Ya insanlık? Bugün insanlığın içinde onu söze götürecek tüm nitelikler yok edilirse onlara bir yaratılmış olmalarını duyumsatacak şeyler nasıl bir anlam ifade etsin? İnsanların birer yaratılmışlar olarak Tanrı'ya yönelmelerinin önünün son derece ustaca inşa faaliyetleriyle kapatıldığının farkında mıyız? Burada asıl savunulacak olanın bulunduğunu ne zaman fark edeceğiz? Edenlerimizin peşisıra gidenler nasıl olacak?

Sadece Anadolu'daki maceralarına bakınca bile hayranlık duymamanın imkânsız olduğu Türkler, bunu bir daha nasıl başaracak? Bugün önümüzde duran en mühim, hayati soru bu bana göre. Itri'nin Tekbir'ine iştirakle başarılmış olan nasıl başarılmışsa öyle kanımca: İştirak ederek. Bir ezgiye, bir şiire, bir işe. Ezgi ve şiire iştirak de mühim ama günün insanı için asıl çarpıcı, kalıcı yaşantı bir işe iştirak. Türkiye'de her ortaokulun, lisenin bahçesi Teknofest alanı olmalı, desem kimileri burada yatan Türkiye fütürizmini hafife alacak. Oysa kaidedir: İnsan işine iştirak ettiğinin kaderine de iştirak eder. Türkiye, bir iştir. Ona iştirak etmek, onun kaderinden pay almaktır. Türkiye'nin kaderi hepimize yetecek kadar bereketlidir. Lakin "söz"ün, Türkiye'de giderek işe yaramaz hâle geldiğini de söylemek zorundayım. Maalesef bunu bir türlü engellemek mümkün olamıyor. Türkiye'de sözün işe yaramaz hâle gelmesini isteyenler her çevreden, görüşten insanlardır. Bunlar gizli bir antlaşma ile birbirinin kardeşidir. Sözü, işe yaramaz hale getirerek "para"yı işe yarar hâle getirmişlerdir. Bu, onların "çıkar"ı demektir. Böyleleri için dini, milli en ulvi hisler bile işlerine yaradığı müddetçe bir anlam ifade eder. Sözün işe yaramadığı demler, onlar için kuluçka sonrası dönemdir. Büyük bir hızla çoğalırlar ve ayrık otları gibi her yanı kaplarlar. Onlar yüzünden başaklar büyüyemez.

Hasat vakti gelince...

Kadim bir meseledir bu. Sadece bugünün insanının bununla karşılaştığını sanmak cahillik olur. Yalan ve sahte ile gerçek ve hakikat her zaman karışmış halde bulunur. Kötü ile iyiyi ayırt etmek her zaman esaslı bir çaba gerektirir. İncil'de anılan şu mesel bugün bu yüzden aktüeldir: "İsa onlara başka bir benzetme anlattı: "Göklerin Egemenliği, tarlasına iyi tohum eken adama benzer" dedi. "Herkes uyurken, adamın düşmanı geldi, buğdayın arasına delice ekip gitti. Ekin gelişip başak salınca, deliceler de göründü. "Mal sahibinin köleleri gelip ona şöyle dediler: 'Efendimiz, sen tarlana iyi tohum ekmedin mi? Bu deliceler nereden çıktı? "Mal sahibi, 'Bunu bir düşman yapmıştır' dedi. "'Gidip deliceleri toplamamızı ister misin?' diye sordu köleler. "'Hayır' dedi adam. 'Deliceleri toplarken belki buğdayı da sökersiniz. Bırakın biçim vaktine dek birlikte büyüsünler. Biçim vakti orakçılara, önce deliceleri toplayın diyeceğim, yakmak için demet yapın. Buğdayı ise toplayıp ambarıma koyun.'" (3)

Hasat vakti, sözün asıl işe yaradığı vakittir. Hasat yapanlar uzun susar bu yüzden. Evvelce konuşulup anlaşılmıştır çünkü. Sözü işe yaramaz kılanların gizli antlaşmalarını boşa düşürür onlarınki. Başakları, ayrık otları ve delicelerden ayırmak isteyen işe koyulmuştur. İşe koyulmayan, işe koyulanı bilir ve sevmez. İşe koyulmanın değerinin düşürüldüğü zamanlarda işe koyulanın kıymeti de bilinmez. Türkiye'de işe koyulmayanlar, işe koyulanları canından bezdirmeyi bir şekilde başarıyor. Türkiye, işe koyulmanın değerini insanına yeniden öğretmek zorunda. Aksi halde işe hiç koyulmamış olanlar, sözü, işe yaramaz olarak göstermeyi başaracaklardır. Böyle zamanlardan geçiyoruz maalesef. Kader. İmtihan. Sokaklar, insanların birleşip dağıldıkları alanlar, sözün bir hayalet gibi olmaya zorlandığı yerler. Ticaret, siyaset, sanat ve giderek hayatın her alanından söz kovuluyor. Yerleşemiyor, mekân tutamıyor. Konuşan, oradan konuşuyor bu yüzden: Tavanarası'ndan:

Gel acıyalım bizden varlıklı olanlara

Gel, dostum unutma ki

Zenginlerin dostları değil uşakları vardır.

Bizimse dostlarımız var, ama uşağımız yok.

Gel acıyalım evlilere ve evlenmemişlere

Şafak minicik ayaklarıyla geliyor

allı pullu Pavlova gibi,

Bense yaklaşmışım istediğime

Ve elbette daha iyisi yoktur hayatta

Bu pırıl pırıl sessizlikten,

Bu birlikte uyanma saatinden öte.(5)

Dileyelim ki bu, "birlikte uyanma saati", "söz"ü işe yaramaz olarak görmeyen bir Türkiye için "epifani" olsun.

Kaynakça

1-Mevlâna, Fîhi Mâfih, (Çev.: M. Ülker Anbarcıoğlu), İst., 1974, s.12.

2-Thomas Cleary, Konfüçyüs Düşüncesinin Temelleri, (Çev.: Sibel Özbudun), İst., 1997, s.61.

3-Kutsal Kitap, (Kitabı Mukaddes Şirketi Yayını), İst., 2003, s.1211.

4-5- Cem Taylan, William Butler Yeats ve Ezra Pound, İst., 1994, s. 96 ve 101.

[email protected]