Spor asla sadece spor değildir
ABONE OL

1960'larda ABD'de ırk ayrımcılığıyla mücadele amacıyla çok sayıda eylem düzenleniyordu. Martin Luther King ve Malcolm X gibi liderlerin öncülüğünde siyahî azınlık sokaklara dökülmüş, haklarını istiyordu. İletişim imkânlarının henüz fazla gelişmediği, en azından günümüzde kıyaslandığında oldukça sınırlı olduğu bu dönemde gerçekleşen eylemlerin uluslararası kamuoyuna yansıması zor ve kısıtlıydı. Dünyanın her yerinde canlı yayınlanan ve yüz milyonların izlediği bir spor faaliyetinde ortaya çıkan bir eylem, bir anda ABD'deki ırkçılık sorununu tüm insanlığın gündemine taşıdı.

Kürsüde siyah eldiven

Mexico'da düzenlenen 1968 Olimpiyat Oyunlarında, 200 metre koşusunda ABD adına yarışan iki siyasî atletten Tommie Smith birinci, John Carlos ise üçüncü sırada yer aldı. Her iki atlet, ülkelerindeki ırk ayrımcılığını protesto etmek ve uluslararası kamuoyunda farkındalık yaratmak amacıyla kürsüye tek ellerinde siyah eldivenlerle çıktı. Smith ve Carlos, ABD millî marşı okunurken eldivenli ellerini yumruk yaparak havaya kaldırdı. Eylemlerini madalya seremonisi başlamadan anlattıkları yarışın ikincisi Avustralyalı beyaz atlet Peter Norman ise göğsüne ırkçılık karşıtı bir kokart takarak onlara destek verdi. Yüz milyonlarca kişinin canlı izlediği bu eylem ırkçılık sorununu bir anda dünya gündemine taşıdı. Üç sporcu da uluslararası ve ulusal otoriteler tarafından sporu siyasete alet ettikleri gerekçesiyle ağır sportif cezalara çarptırıldı, neredeyse kariyerleri bitti. Ancak bu eylemleriyle önemli bir siyasal sorunu dünya gündemine taşımayı başarmışlardı. Nitekim bu ve buna benzer eylemlerin etkisiyle ABD başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde hükümetler ırk ayrımcılığıyla mücadele etmek açısından çok sayıda adım atmak durumunda kaldılar.

Naim'in hikayesi...

Naim Süleymanoğlu'nun 1986 yılında Türkiye'ye geliş hikâyesi de o dönemde Türk azınlığın Bulgaristan'da yaşadığı zulmün bir kez daha gündeme gelmesi açısından oldukça faydalı olmuştu. Bulgaristan adına yarıştığı Dünya Halter Şampiyonasının düzenlendiği Melbourne'da Türkiye Başkonsolosluğuna iltica eden Naim, kendisini getiren uçak Ankara'da piste indikten sonra eğilip toprağı öpmüştü. Bu mesajın siyasî yönünün bulunmadığını kim söyleyebilir? Süleymanoğlu aracılığıyla Bulgaristan'daki Türklere yönelik tüm baskılar yalnızca Türkiye değil tüm dünya kamuoyuna da taşınmıştı. 2017 yılında genç yaşta kaybettiğimiz milli halterci, belki yüzlerce siyasi mesajın ve girişimin meydana getireceği etkiyi tek başına sağlamıştı. Bu yazının başlığına ilham veren Futbol Asla Sadece Futbol Değildir isimli kitabında Simon Kuper, dünyanın en popüler sporunun siyaset ve toplum üzerindeki etkilerinin sandığımızdan çok daha güçlü olduğunu savunur. Gerçekten de futbol bazen iktidara karşı direnişin bazense kolektif bir kimliğin kendini ifade etmesinin aracı olmuştur. İskoçya'da Protestanların takımı Glasgow Rangers ve Katoliklerin desteklediği Celtic arasındaki rekabet yalnız sportif bir anlam taşımıyor; aynı zamanda iki inancın mensupları arasındaki dinî farkın tezahürüdür. İspanya'da Barcelona Katalan, Athletic Bilbao ise Bask bölgesinin millî takımı gibi görülüyor. İtalya'da Napoli, Maradona öncülüğünde şampiyonluk kupasını kaldırırken yoksul Güney bölgesinin zengin Kuzey'e karşı isyanının sesi de oluyordu. Bu durum düşünülünce Liverpool'un Alman teknik direktörü Jurgen Kloop'un "futbol önemsiz şeylerin en önemlisidir" ifadesinin futbolun toplum hayatındaki yerini tarif etmek için ne kadar yeterli olduğu tartışılır. Elbette bu durum yalnızca futbol değil sporun tüm branşları için geçerli. Spor müsabakaları yalnızca yapıldıkları statlarda, salonlarda, kortlarda, pistlerde kalmıyor, hayatın tüm alanına yayılıyor.

Aynı zamanda spor müsabakaları ülkeler ve toplumlar açısından birleştirici bir rol oynuyor. Aralarındaki siyasî görüş ayrılıklarına rağmen toplumları birleştiren en önemli unsurlardan biri milli takımların maçları oluyor. Dahası yalnızca millî takımlar değil, ülkesi adına bireysel müsabakalarda yarışan sporcular da toplumun çoğunluğu tarafından destekleniyor. Sporcuların göğsüne yerleştirilen bayrak kendileri değil ülkeleri adına yarıştıklarını gösteriyor.

Toplumdaki 'biz' duygusu

Şampiyon sporcunun ülkesinin bayrağının göndere çekilerek milli marşının çalınması toplumdaki "biz" duygusuna hitap ediyor. İnsanlar hiç tanımadıkları, belki daha önce adını bile duymadıkları birinin kazandığı başarıdan kendilerine pay çıkarıyor, onunla övünüyor. Dolayısıyla ister demokratik olsunlar ister otoriter, tüm rejimler aslında sporun yarattığı bu birlik duygusundan mümkün olduğunca yararlanmaya çalışıyor. Özellikle kriz anlarında sporun sembolik işlevi devletler açısından oldukça faydalı olabiliyor. Yine tarihsel düşmanlık içinde olan ülkelerin arasındaki spor karşılaşmaları siyasi mesajların verildiği bir rekabet zeminine dönüşebiliyor. Maradona'nın Arjantin formasıyla 1986 Dünya Kupasında İngiltere'ye kendi ifadesiyle "Tanrı'nın eli" ile attığı gol, iki ülke arasında 1982'da yaşanan Falkland Savaşının rövanşı olarak görüldü adeta.

Buna karşılık FIFA, UEFA ve IOC gibi küresel spor kuruluşları spor müsabakalarında siyasî mesajlar verilmesini çeşitli yaptırımlarla bağlıyorlar. Aslında bu tavır, cezalandırılan davranışın etik boyutundan çok söz konusu kuruluşların ticarî yönleriyle ilişkili. Siyasî rejimlerine bakılmaksızın tüm devletlerin üye olduğu bu kuruluşlar, faaliyetlerinin sürmesi için mümkün olduğunca az sorun istiyor. Bu nedenle birbirleriyle siyasî sorunlar yaşayan ülkelerin takımlarının turnuvalarda birbirleriyle eşleşmemesi için azamî gayret sarf ediliyor. Örneğin günümüzde UEFA'ya bağlı organizasyonlarda Rusya ile Ukrayna takımlarının eşleşmemesine özen gösteriliyor. Kosova da Sırbistan, Rusya ve Bosna-Hersek ile oynatılmıyor. Geçmişte ise Türkiye ile Yunanistan'ın aynı gruba düşmemesi sağlanıyordu. Hakem atamalarından organizasyonların düzenleneceği ülkelerin belirlenmesine kadar pek çok konuda belirli hassasiyetler gözetiliyor. Kısacası uluslararası spor birliklerinin tavrı, aslında "müşteri kaybetmeme" çabasının sonucu. Öyle ki ülkesinin millî takımında yer almayı reddeden bir sporcu cezalandırılabiliyor, hatta lisansı askıya alınabiliyor.

Otoriter rejimlerin düzenledikleri turnuvalara katılmasında hiçbir sorun görmeyen bu oluşumlar çok daha küçük, hatta sembolik mesajları cezalandırma yoluna gidebiliyor. Bu konuda son dönemlerde yaşanan ve doğrudan Türkiye'yi ilgilendiren örneklerden biri 2019 yılında yaşanan "selam krizi". Barış Pınarı Harekâtının yapıldığı günlerde oynanan Arnavutluk ve Fransa maçlarında A milli takım oyuncuları gol sevincini tribünlere karşı yaptıkları asker selamıyla yaşamıştı. Olay hakkında soruşturma açan UEFA Türkiye'ye para cezası verdi. Türkiye'nin para cezası aldığı bir başka mevzu, 2006 yılında İstanbul'da düzenlenen Formula1 yarışında birincilik kupasını dönemin KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ın vermesiydi. Organizasyonu düzenleyen FIA bu durumu siyasî mesaj olarak değerlendirip Türkiye'yi 5 milyon dolarlık bir para cezasıyla cezalandırmıştı. Yakın geçmişte ise, Alman millî takımında oynayan Mesut Özil ve İlkay Gündoğan'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüşmeleri de Almanya'da kriz yaratmış, futbolculara tepki gösterilmişti. Her iki futbolcunun apar topar Alman Cumhurbaşkanı Walter Steinmeier ile görüştürülmeleri ise işin siyasî yüzünün teyidiydi. Tepkiler yüzünden özellikle ikinci ve üçüncü kuşak göçmenlerin Almanya ve başka ülkelerdeki yeri ve anavatanlarıyla ilişkileri sorgulanmaya başladı. Bu durum, aslında görmezden gelinen bir sorunun bir anda su yüzüne çıkmasına neden oldu. Gelelim daha güncel bir örneğe. Pekin'de devam eden 2022 Kış Olimpiyat Oyunlarında sporcumuz Fatih Arda İpçioğlu'nun atlayışını tamamladıktan sonra verdiği pozda ilginç bir detayla karşılaşıldı. Sporcunun kayağının zemini maviydi, üzerindeki yazı ve şekiller ise beyaz renkteydi. Kayağın üzerinde dikey vaziyette bir ay yıldız bulunuyordu.

Siyasi bir sorunu gündeme taşıdı

Sporcumuz kayağını omuzuna alıp poz verdiğinde adeta Uygur bayrağıyla karşılaşılıyordu. Fatih Arda, kendisine bu davranışıyla politik bir duruş mu sergilediğini soran Reuters muhabirine "Bu konuda konuşamam. Sadece Türk bayrağı ile ilgili konuşabilirim. Yarışmaya Türk bayrağı ile katıldım. Daha fazla cevap vermek istemiyorum." şeklinde cevap verdi. Fatih Arda İpçioğlu genç bir sporcu ve bunun ötesinde ifadeler kullanması yukarıda açıkladığımız nedenlerle önemli sorunlar yaşamasına neden olabilir. Ancak niyeti ne olursa olsun bu hareketiyle siyasal bir sorunu kamuoyunun gündemine getirdiği açık.

"Spora siyaset bulaştırmamak" sıkça duyduğumuz sözlerden biri. Ancak bu sözün gerçeklerle ne kadar bağdaştığı oldukça tartışmalı. Siyaset, aslında hayatımızın her alanını kapsıyor. Sporun siyasetten tamamen ayrılmasını savunmak aynı zamanda sporu hayattan koparmak anlamına geliyor. Sporcular izole bir dünyada yaşamadıklarına göre diğer toplum üyeleri gibi siyasî açıdan belirli kanaat ve eğilimlere sahip olmaları doğal. Gündelik hayatımızda karşılaştığımız meselelerde taraf olmak insanın doğasından kaynaklanıyor. Burada özellikle farklı insanları ilgilendiren konularda objektif davranmakla taraf olmak arasındaki farkı görmek gerekiyor. Özellikle karar mercilerinde olanların görevlerini objektif ve dürüst şekilde yapmalarının gerektiği tartışmasız bir gerçek. Taraf olmak, adalet ve hakkaniyetten uzaklaşmak anlamına gelmiyor. Siyaset de spor da nihaî olarak zafer vaat etmiyor. Anlamlı ve değerli olan mücadelenin doğrudan kendisi. Dahası siyasetçiler de sporcular da sonuçta kaybedebileceklerini bilerek zorlu bir çabanın içine giriyorlar. Sonunda yenilgi olsa bile insanın doğruları uğrunda mücadeleyi bırakmaması hayatın olağan akışına gayet uygun. Burada Bernard Shaw'un ünlü "Hep denedin/hep yenildin/Tekrar dene, tekrar yenil/Daha iyi yenil" dizelerini hatırlamak sporun ve siyasetin ruhunu anlamak için oldukça faydalı. Bu açıdan, sporu siyasetten dışlamak mümkün değil. Tam tersine bir yönüyle belki de "spor, siyasetin başka araçlarla devamı."

@heberis