Suikast, kutuplaşma ve kriz gölgesinde Amerikan Başkanlık Seçimleri
ABONE OL

Bekir İlhan/ University of Cincinnati

Kasım 2024'teki başkanlık seçimine doğru gidilirken Amerikan siyaseti son dönemde ciddi sarsıntılar yaşamakta. Trump hakkındaki "sus payı" davasından suçlu bulunması, başkanlık televizyon münazarası, Biden'a adaylıktan çekilme baskıları ve son olarak Trump'a yönelik suikast girişimiyle Amerikan siyasetinde gerilim zirveye vardı. Tüm bu gelişmelerin sonucu olarak Trump'ın başkanlığı kazanacağına yönelik inanç şimdilik oldukça güçlenmiş durumda.

Öncelikle Trump zaten başkanlık seçimi anketlerinin çoğunda önde görünüyordu. Biden'la yaptığı televizyon münazarasından sonra da ciddi bir ivme kazanmıştı. Diğer taraftan Demokratlar içinde Biden'a çekil baskısı yapılmaya başlanmıştı. Yani Trump son zamanlarda zaten avantajlı bir pozisyon elde etmişti. Bu nedenle "suikaste uğradığı için seçimleri kazanacak" yorumları çok fazla gerçeği yansıtmıyor. Tabii ki bu suikast girişimi Trump'a ekstra puan getirecektir. Ancak burada normal şartlarda da Trump'ın seçimleri kazanma ihtimalinin yüksek olduğunun altı çizilmeli.

Suikast girişimi sonrası Trump kampanyası

Suikast girişiminden sonra Trump'ın biraz da seçimleri kazanacağını düşünmesinden kaynaklanan özgüvenle toplumda birlik ve beraberlik mesajına daha çok vurgu yapması bekleniyor. Normalde sert ve keskin bir kampanya dili kullanan Trump'ın bu yaklaşımının seçmen nezdinde de bir etkisi olacaktır. Trump bu süreçten daha kapsayıcı bir lider olarak ortaya çıkmaya çalışacaktır.

Diğer taraftan suikast bağlamında hem Trump'ın kendisi hem de kampanya ekibi tarafından gerek sosyal gerekse de geleneksel medyada çok fazla dini referans ve motif kullanılıyor. Bu noktada birçok mecrada İncil'den alıntılardan ilahi müdahale yorumuna kadar geniş bir yelpazede dini söylemler ön plana çıkıyor. Trump 2016 ve 2020 kampanyalarında çok fazla dini söylem kullanmamıştı. Zaten Trump'ın oy aldığı ana demografiye bakılacak olursa geleneksel muhafazakar "ideolojiden" ziyade siyasete kızgın kesimin "kimlik" meseleleri ön plana çıkıyor. Bu kesimin içinde dindarlar da olmasına rağmen ana siyasi pozisyonunu din tanımlamıyor. Hatta belli demografilerde daha az dindar oldukları bile söylenebilir.

Olayın sıcaklığından dolayı bu kadar çok dini vurgu bir noktada anlaşılabilir. Ama bunun kampanya diline de yerleştirilip yerleştirilmeyeceğini zaman gösterecek. Fazla vurgulanması durumunda bu dini propaganda dili, normal şartlarda Trump ve kitlesini fazla "beyaz" bulabilecek Hispanik/Katolik (çoğunlukla dindar) ve "günahkar ve yolsuz" diye düşünebilecek bazı Protestan Evanjelik kararsız veya ortadaki oylar için mobilizasyon sağlayabilir.

Olası Trump kabinesi

Trump başkan yardımcılığı için Ohio Senatörü J.D. Vance'i ilan etti. Vance, Trump'a seçimde oy anlamında çok fazla fayda getirecek biri değil. Çünkü her iki kesim göz önüne alındığında ılımlı ve ortada duran seçmen için oldukça sağda kalan ve keskin bir isim olarak öne çıkıyor. Bu noktada Trump'ın bu tercihinin aslında seçim sonrasına yönelik olduğu söylenebilir. Seçim sonrasında oluşacak bir Trump yönetiminde Vance bürokrasi ve kurumlarla kavga edip mücadele edebilecek potansiyelde biri olarak görülüyor. Vance seçiminden hareketle Trump ve kampanya ekibinin seçimi şimdiden kazanacakları gözüyle baktıkları söylenebilir.

Örneğin 2016 seçimlerinde Trump'ın başkan yardımcısı adayı olan Mike Pence, Cumhuriyetçi Parti müesses nizamına daha yakın biriydi. Parti içinde dindar sağda kalan bir isim olmasına karşın Trump kadar "dışarıdan" (outsider) bir aktör değildi. Hatta 2016'da başkan yardımcısı olarak tercih edilmesi o dönemde Cumhuriyetçi Parti elitleriyle Trump arasındaki bir pazarlığın sonucu olarak görülmüştü. Mevcut durumdaysa Trump'ı parti içinde bu konuda çok sınırlayabilecek bir güç olduğunu söylemek zor. 2016'dan günümüze 2020'de seçim kaybetmesine rağmen Cumhuriyetçi Parti'de Trump'ın ağırlığı oldukça arttı.

Parti içi kısıtların olmadığı ortamda sistemle sert bir kavga sonrasında seçildiği takdirde Trump'ın kabine ve A takımını kurarken daha az baskı altında olacağı söylenebilir. Buna bağlı olarak kendine daha yakın ve bağlı isimleri istediği pozisyonlara atama konusunda daha serbest olacaktır. Bu durumda Trump'ın kafasındaki siyasi vizyona daha yakın bir ekibin Amerikan yönetimine gelmesi oldukça olası. Örneğin Trump 2016 sonrasında sürekli bazı bakan ve üst düzey yetkililerin istifa ve değişmesiyle uğraşmıştı. Bu açıdan bakıldığında bir öncekinden daha entegre bir Trump yönetiminin iş başına gelmesi sürpriz olmaz.

Bu anlamda Vance'in siyasi profiline daha yakından bakılacak olursa, kendisi Cumhuriyetçiler içinde "beyaz kimlik siyaseti" ekseninde siyaset yapan bir isim. Kürtajdan cinsiyet meselelerine kadar birçok konuda sert bir pozisyonu var. Son yıllarda sistem tarafından görmezden gelindiği iddia edilen ve küstürülmüş alt orta beyaz işçi sınıfının siyasetteki temsilcisi imajını taşıma çabasında. Bu kesimlerin Demokrat Parti'den koparak Trump tabanına dönüşmesi son yıllarda Amerikan siyasetini şekillendiren en önemli sosyolojik meselelerin başında geliyor. Vance de başta Ohio olmak üzere Amerika'nın Midwest(Ortabatı) ve Güney kısmındaki bu kesimlerin siyasetteki şikayetleri üzerinden siyaset yapıyor. Dış politikadaki tutumuna bakıldığında ise özellikle Ukrayna'ya yardıma aşırı derecede karşı bir isim. Amerikan halkının vergilerinin Ukrayna'da harcandığı söylemini kullanan Vance uzun bir süredir Ukrayna Savaşı'na yönelik Amerikan politikasına eleştirel bakmakta.

Demokratların lider krizi

Diğer taraftan Demokratların ise ana tartışma gündemi Biden'ın yarışı bırakıp bırakmayacağı konusu. Uzun bir süredir sağlık sorunları konuşulan Biden'ın başkanlığa aday olmaması gerektiği yönünde zayıf sesler vardı. Ancak Trump'la yaptığı televizyon münazarasından sonra bu sesler artık daha gür çıkmaya başladı. Örneğin New York Times gazetesinin yayın kurulu Biden'a yarışı bırakma çağrısı yaptı. Bu anlamda Biden'in yerine başkan yardımcısı Kamala Harris'in adı ön plana çıkmaya başladı. Aslında Biden'ın 2020'de Harris'i başkan yardımcısı yaparak onu ileride başkanlığa hazırladığı fikri revaçtaydı. Ancak geride bıraktığımız son dört yıllık süreçte Harris, bir başkan yardımcısı olarak çok fazla popüler olamadı. Demokratlar içinden de ortalama seçmene hitap edebilecek güçlü bir aday çıkmadı.

Adaylık tartışmasının yanı sıra Biden ve ekibinin ana kampanya söylemi Trump'ın demokrasiye tehdit olduğu iddiası üzerinden şekillenmekte. Bu iddia 2022 yılındaki ara seçimlerde Demokratların işine yaramıştı. İkinci bir Trump başkanlığının ilkinden daha tehlikeli olacağı söyleminden hareketle seçmen mobilizasyonunu sağlamaya çalışıyorlar. Ancak mevcut durumda Biden'in sağlık durumu tüm kampanya söylem ve stratejilerinin önüne geçmiş durumda.

Kutuplaşma tartışmaları

Amerikan toplumunda son yıllarda büyük bir kutuplaşma olduğu görüşü yaygın. Ancak bu görüşü Amerikan toplumunun siyasetle kurduğu ilişki bağlamında ele almakta fayda var. Aslında Amerikan toplumunun siyasetle ilgilenen kesiminde kutuplaşma olduğu söylenebilir. Yani toplumun tamamına sirayet etmiş ciddi bir uçurumdan bahsedemeyiz. Bu anlamda mevcut kutuplaşma yorumları yanlış olmasa da bağlamdan bağımsız ele aldığımızda biraz abartılı olabiliyor. Amerika'da toplumun çoğunun siyasi meseleleri hararetle takip ettiğini söylemek zor. Hatta son derece ilgisiz ve apolitik bir kesimin olduğunu da söylemek lazım. Örneğin 2020'deki başkanlık seçimine katılım oranı yüzde 66 seviyesinde kalmıştı. Bu bazı Batılı ülkelerle ve önceki Amerikan seçimleriyle kıyaslandığında yüksek bir katılım oranı olsa çok fazla kutuplaştığı söylenen bir toplum için o kadar da yüksek bir katılım oranı değil. Özetle bir kutuplaşmadan bahsetmek mümkün olsa da bunun yaygınlığı ve şiddetini siyasetle ilgilenen kesimler özelinde değerlendirmek lazım.

Sonuç olarak Trump'a yönelik suikast girişiminin şimdiden ciddi bir kırılma yarattığı söylenebilir. Bu kırılmanın siyasi elitlerden toplumsal kesimlere, sermayeden medyaya kadar birçok alanda etkisi hızla gözlemlenmekte. Günün sonunda Amerikan siyasetindeki havaya bakıldığında rüzgar Trump'tan yana görünüyor.