Takke düştü kel göründü
ABONE OL

Birkaç hafta önce bu sayfalarda "PKK Bedenen Öldü Ama Ruhen Yaşıyor" başlıklı bir yazı yazdım. O yazıda özetle, PKK gibi uluslararası bağlantıları olan, emperyal güçlerin maşası olmayı meziyet olarak gören bir terör örgütü ile mücadelede sadece güvenlik tedbirlerinin yetmeyeceğini vurgulamıştım. Keza bu mücadelenin sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi için de karşı karşıya olduğumuz yapının iyi analiz edilip tahlil edilmesi gerektiğinin altını çizmiştim. Kimsenin bilmediği bir konuyu dile getirme iddiasında değildim. Uzun bir süreden beridir bu konuyla ilgili yaptığım okumalar ve hasbelkader muhatap olduğum örnek olaylardan süzülerek gelen bu fikirlerimi kıymetli editörümüz Hale Kaplan'ın da teşviki ile siz okuyucularla paylaşmıştım.

Analiz eksiğimiz

Gara'da örgütün hunharca işlediği sivil katliamlar, bahsettiğim bu iki konuyu bir kez daha gündemimize taşıdı maalesef. Örgütün 1984 yılında başlattığı silahlı katliamların üzerinden bunca zaman geçmiş olmasına rağmen hala bu yapıyı iyi analiz edemediğimizi itiraf etmek en az şehitlerin kaybı kadar canımızı acıtmaktadır. PKK, sadece katliam yapan bir örgüt değildir, insan kaçırır, propaganda yapar, manipülasyon eder, maske takar, gelenekleri yok eder, aileyi ifsad eder, sivilleri öldürür, çocukları dağa kaldırır, iç infazlar yapar. Bütün bunları da hep birkaç kavramın arkasına sığınarak yapar. Ki bunlar, demokrasi, özgürlük ve halkların kurtuluş mücadelesidir. Elbette burada sorgulanacak olan bu kavramlar değil, insanlığın ortak paydası olan bu değerlerin bir terör örgütü eliyle içinin boşaltılmasıdır. Bir başka ifade ile sorgulanması gereken esas konu, insan hakları, demokrasi ve özgürlükleri kutsayan bir dünyada bu katliamların nasıl okunduğudur.

Bu çifte standartlı bakışın nasıl temellendirildiğini analiz etmeden mücadeleye dair stratejinin de sağlıklı bir şekilde yürütülmesi kolay olmayacaktır. İnsanlığa ait ortak değerlerin içini boşaltan bir örgütün baş tacı edildiği bir dünyanın zihinsel kodlarını da çözmek durumundayız bu mücadele sürecinde.

Burada esas mesele bugüne kadar PKK terör örgütünün gerçekleştirdiği sivil katliamlara karşı gerek sivil siyaset alanında faaliyet gösteren bazı aktörlerin gerekse de dünyada insan hakları ve özgürlükler adına faaliyet yürüten çevrelerin ve ülkelerin takınılması gereken tavrı bir türlü ortaya koymamış olmalarıdır.

İçişleri Bakanı'nın beyanına göre örgüt bugüne kadar 6 binden fazla sivil insanımızı katletmiştir. İç infazların da yaklaşık olarak 17-18 bin civarında olduğunu dikkate aldığımızda PKK terör örgütünün güvenlik güçleri haricinde şimdiye kadar 25 bin insanı hunharca katlettiğini görüyoruz. Konunun akademik-teknik analizinden bağımsız olarak söylemek isterim ki gerçekleşen katliamların sivili veya güvenlikçisi olmaz. Hukuki bir yaptırım olarak bile idama karşı olduğunu iddia eden bu çetenin destekçilerinin çifte standartlı zihniyetlerini analiz edecek bir bağlamının olmadığını ayrıca söylemeye gerek yok sanırım. Gara'daki sivil katliamlar hem can yaktı hem de terörle mücadelede elde edilen büyük başarının sabote edilebilirliğini bir kez daha aklımıza getirdi. Belki de devleti ve hükümeti endişelendiren esas konu da budur. Terörün kontrolden çıktığı anların hafızalarımıza kazıdığı acıların tekrar canlanmasından endişelenmekle haklıyız ama.

Canilik kabiliyeti

Türkiye her zaman, haklı olarak uluslararası kamuoyundan bu örgütün canice işlediği eylemlerine tepki göstermesini beklediğini ifade etmektedir. Sanıyorum bu beklenti örgütün ve işbirlikçilerinin maskelerini düşürmeye yöneliktir. Yoksa bir başka ülkenin gelip bizim adımıza bu örgütle savaşmasını beklediğini düşünmüyorum. Bazı sözüm ona güvenlik ve terör uzmanlarının televizyonlarda bu yönde imalar içeren yorum/analizlerine şahit oluyoruz ancak bunları ekranın cazibesine yormak lazım, yoksa gerçekçi bir talep ve beklenti değildir. Anadolu'da derler ki "El oğlu sizin merkebinizi türkü çığırarak arar." Kendi göbeğimizi kendimiz kesmek durumundayız. Türkiye'nin bu çağrısı PKK'nın "canilik kabiliyetine" hayran olanları ifşa etmeye matuftur. Zira PKK, "bebek katili" olacak kadar canileşebildiğini kanıtlayınca uluslararası partnerlerini çoğaltmıştır.

Gizli niyetin ifşası

Türkiye, bir imparatorluğun mirası üzerinden yükselen yeni bir ülkedir. Kadim tarihi ve derin sosyolojik tecrübesi ile pek çok sorunun üstesinden gelebilecek bir potansiyele sahip olmasına rağmen buna uygun bir siyasi başarı elde edemedi ne yazık ki. Bunun birçok nedeni var ama en önemlisi, uluslararası sistemin onu şeklen kabullenmiş olmasıdır. Bu çifte standartlı işleyiş, kaos zamanlarında görünmüyor ama sorunların çözülme süreçlerinde gün yüzüne çıkmaya başlıyor. Türkiye ne zaman ki sorunlarını çözme iradesi ve kararlılığı gösteriyor işte o vakit uyum sorunu yaşıyor. PKK terör örgütünün esas varlık sebebinin ve niyetinin kelimenin tam anlamıyla bir ifsad olduğunu gün yüzüne çıkaran ve gizli niyetlerini ifşa eden esas olay, hatırlanacağı gibi çözüm süreci oldu. Örgütün çirkin yüzünü hangi kavramların ve söylemlerin arkasına gizlediğini tüm Türkiye kamuoyu bizzat müşahede etti. Halk ifadesiyle "Takke düştü kel göründü".

Son derece maliyetli ama hayati öneme sahip olan bu bilgilerin ışığında örgütün yeniden analiz edilmesi gerektiğini bir kez daha vurgulamaya gerek yok sanırım.

Güvenlik birimlerinin, beş yıldan fazladır örgütün elinde olan vatandaşları kurtarmaya yönelik altı ay öncesinden başlattığı operasyonun detaylarına ait bilgilerin içeriden veya dışarıdan sızdırıldığı konusu çok kolay akla gelmektedir. Hatta her iki olağan şüpheli tek bir aktöre işaret etmektedir. Mücadelenin deyim yerindeyse zirveye ulaştığı bir esnada gerçekleşen böylesi bir katliamın hangi niyetlere matuf olduğunu hepimiz tahmin edebiliriz. Dahası her fırsatta Cenevre Sözleşmesi'ne göndermede bulunmaya dikkatli bir özen gösteren örgütün bu cinayeti işlemeye özel onay aldığı kuşkuları da ayrıca akıllara gelen temel sorulardan birisidir.

Son çırpınışlar

Gara'daki masum insanların katliamı, PKK terör örgütünün köşeye sıkışan kedi gibi son çırpınışları olduğunu göstermektedir. Rehineler konusunda örgüt şimdiye kadarki genel tavrından farklı davranarak bu cinayetleri işlemiştir. Zira örgüt elinde rehin tuttuğu kişileri iki ana kategoride ele alırdı hep. Eğer kaçırdığı ya da rehin aldığı kişi Kürt ise ona işkence eder, sözümona yargılar ve (ya elektrik direğine bağlayarak ya ağzına bozuk para koyarak ya çırılçıplak soyarak ya da uzuvlarını keserek bölge insanının muhakkak göreceği bir yerde) infaz ederdi. Kürt değilse eğer aksine o kişiyi bir propaganda aracına dönüştürecek şekilde davranır, ailelerine el altından haber salar ve onları etkilemeye çalışırdı. Aynı zamanda o kişileri devlete karşı bir pazarlık aracı olarak da elinde tutmaya devam ederdi.

Eylem şekli değişti

Dar bir alana sıkışan örgüt, artık "devlet" ile hiçbir pazarlık içinde olamayacağını görünce ve elindeki rehineleri kendi ideolojik propagandasına payanda yapamayacağını anlayınca bu cinayetleri işledi. Bundan sonra da örgütün artık terör eylemlerinin şeklini değiştirdiğini söyleyebiliriz. Özellikle sivillere yönelik katliamlara girişme ihtimalinin daha da artacağı söylenebilir.

Ez cümle Türkiye, sahip olduğu kadim sorunlarını çözmeye her yaklaştığında, sanılanın aksine yükü daha da ağırlaşacaktır. Zira Türkiye, kendisini güçlendiren her bir adım attığında dünyada cari olan uluslararası sistemin çifte standartlı yapısı ve işleyişi ile daha çok karşılaşmaktadır. Oysa Türkiye kendisini ilkeleri belli olan bir sisteme hazırlamaktadır. Hatta bunu idealize eden bir paradigmanın da dünyada egemen olmasını arzu etmektedir. Bu yolda bir diğer zorluk da şudur ki ülkenin kılcal damarlarına nüfuz etmiş olan yapıların onun işleyişini her an tıkayabilecek hamleler yapabilme imkan ve ihtimalidir ki bu operasyonun bilgisini sızdıranın ya içeriden ya da dışarıdan olabileceğine dair tartışmaları da bu minvalde değerlendirmek lazımdır.

İleriye doğru attığın her adımın seni rahatlatacağı psikolojisi ile çıktığın yolda tam tersi bir durumla karşılaştığında yolundan dönebilirsin. Ki sayın Cumhurbaşkanımız da bu durumu fark etmiş olacak ki hem devlete hem de topluma açıkça çağrıda bulundu. Dahası bu çağrıyı tarihi bir misyonu ve karakteri olan ulu bir dervişin, Pir Sultan'ın o meşhur deyişi ile genç iş adamlarına hitaben yaptığı konuşmada dile getirdi: Koyun beni hak aşkına yanayım/Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan/Yolumdan dönüp de mahrum mu kalayım/Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.

Türkiye bagajlarından kurtulmaya çabalarken ne çok yüküm varmış, bunların hepsinden kurtulmam galiba mümkün değildir psikolojisine kapılmasın diye dile getirilen bu şiir, maliyeti ne olursa olsun o belimizi büken tüm yüklerden kurtulmaya dair bir kararlılık ifadesi olarak okunmalıdır. Malum hikayedir, büyük bir suç işleyen birisi huzura çıkarılır ve ölümlerden birisini seçmesi istenir, kırk katır mı kırk satır mı denildiğinde, adam satırla doğranmaya karşın kendisine bir kurtuluş seçeneği olarak kırk katır sunulduğunu düşünüp kırk katır der. Kırk katıra bağlanıp paramparça edilir. Bize de ölümlerden ölün beğenin diyen bir dünya var. Ama artık o eski Türkiye yok...

[email protected]