Tarihi sınanmanın eşiğinde Saadet Partisi
ABONE OL

Bu yazı; eskilerin ifadesi ile "ma'dûm", daha anlaşılır bir ifade ile "yokluğa duçar olmuş" bir siyasi partiyi konu edinmektedir. Evet, bu yazı başlığından da anlaşılacağı üzere son seçimlerle birlikte toplum nezdinde neredeyse sıfırlanmış, birçok yerde Gelecek Partisi ile yaptığı ittifaka rağmen yüzde 1'in altında oy alabilmiş Saadet Partisi'ne dairdir.

Ma'dûma dair yazmak mümkün müdür?

El- Cevap: Mümkündür.

Zira "varlığı" yok olmasına rağmen "eserleri" devam eden "mevcutlar" vardır. Ebû Hâşim el- Cübbâî'nin teorik ifadesi ile bunlar "ahval"dir.

Muhafazakar siyasetin serencamına Saadet Partisi'nden başlamamızın elbette bizler için bir sebebi var. Saadet Partisi dolayısı ile Millî Görüş Hareketi hemen hemen birçok mukaddesat savunucusu için bugüne değin "ocak görevi" görmüştür. Ancak son gelinen noktada ocak sönmüş, çatı çökmüş, duvarlar yıkılmış, İslamcılığın ve muhafazakâr siyasetin membaı önce başka diyarların sularıyla kirletilmiş sonrasında da ne yazık ki kurutulmuştur.

Ahlakın önceliği

Bilindiği üzere Saadet Partisi'nin en önemli ilkesi "Önce Ahlak ve Maneviyat"tır. Bu ilke o kadar belirleyici ve esaslıdır ki, teorik olarak Saadet Partisi'nin son halkası olduğu Millî Görüş Hareketi'ni nübüvvet teorisine bağlar. Pratikte ise hareketin "tekke" temellerine dair derin bir atıf ve bağ içerir.

"Ahlakın önceliği" meselesinin sınırı nedir? "Ahlak" sadece kadın-erkek ilişkilerinde mi akla gelebilecek bir şeydir? Yoksa "siyaset yapmanın" yahut bir "makamı elde etmenin" ya da bir "makamı terk etmenin" ahlakı var mıdır? Başka bir ifade ile "siyaset" bu ahlak kavramına dahil midir?

Saadet Partisi, Millet İttifakı sürecine girdiği günden, yeni CHP yönetimi tarafından kovulduğu güne kadar her neyi var ise kaybetmiş bir partidir. Bu keskin ve kesin tespiti yaparken partinin bu süreçte bir "popülarite" ve "10 adet vekillik" kazandığının farkında ve bilincindeyim. Ancak hakikati temsil etmeyen şöhretin felaket olduğunu ve kazanılan 10 vekilliğin ise yok hükmünde olduğunu hatırlatmak isterim.

Bir yok oluş hikayesi

Şu bir gerçektir ki Sayın Temel Karamollaoğlu'nun yönetiminde yapılan her siyasi hamle başarısızlıkla sonuçlanmış, nihayetinde parti hem oy oranı olarak yok oluşa varmış, hem de tek tutar dalı olan Millî Görüş Hareketi'ni temsil iddiasını Yeninden Refah Partisi'ne kaptırmıştır.

Bütün bu süreçleri kurgulayanların kimler olduğu bütün parti mensuplarınca bilinmektedir. Kongre sürecinde bu yok oluş hikayesi Sayın Karamollaoğlu'na fatura edilecek olsa da Sayın Karamollaoğlu'nun tek suçu "kararsızlığı karar edinmiş" olması ve siyaseti "yankı odasında" yapıyor olmasıdır. Zira yakın tanıyanların ifadesi ile Sayın Temel Karamollaoğlu'nun partiyi bir yere sürükleme yahut bir kararı aldırma yetkisi vardır ancak yeteneği yoktur. Bütün bu süreçlerde partinin kararlarını belirleyenlerin "Parti Profesyonelleri" olduğu iddiası herkesçe örtülü hakikat kabul edilmektedir.

Şimdi tekrar sual edelim:

"Önce Ahlak ve Maneviyat" ilkesi bu kadar başarısızlık, hatta "başarısızlık" ifadesinin dahi "başarı" içerdiği bir yok oluşun sorumluları hakkında ne ifade eder? Bu sorumluları isim isim yazabiliriz ancak bizler yazmadan bu kişilerin "Ahlakları" gereği istifa etmesi, hatta vekillikler dahil, kazanımlarını terk etmesi gerekmez mi?

Son bir soru daha soralım:

Saadet Partisi'nin Genel Merkez yönetiminin tamamı, il başkanları ve ilçe başkanları ne olursa "biz yapamadık", "teorimiz tutmadı", "hain değiliz ancak öngörümüz tutmadı ve ahlakın gereği çekiliyoruz" deme ahlakını gösterecekler?

Bu satırların yazarı olarak bizce "hiçbir zaman"!!!

Peki şimdi ne olacak?

30 Haziran'da Saadet Partisi kongreye gidecek. Zira Sayın Temel Bey'in sağlık sorunları var. Bu yeni bir başkanlık kavgası anlamına geliyor. Yani bir bölünme olmasa da bir küsme durumu oluşacak. Yeni genel başkanı GİK mi YİK mi belirleyecek tartışması, teorik kavganın (hareketin dili ile itikadi kavganın) ilk zeminini oluşturuyor. Hareketin iç kavgalarını takip eden birisi olarak hemen ifade edeyim; bu zeminde konuşanların hepsi değilse de ekseriyeti ahlak yoksunudur. Zira emin olunuz ki bugün YİK diyenler dün GİK demiştir ya da tam tersi olmuştur. Peki sonra? Son Saadet Partilinin ölmesi beklenecek... Bir vebal var mı? Sanmam zira ahlakın olmadığı yerde vebal aramak kendi başına ahlaksızlıktır.