Tarihi utandıran ihanet: 15 Temmuz
ABONE OL

Ali Şahin/ Ak Parti Gaziantep Milletvekili

Darbeyle ilk çocukluk yıllarımda tanıştım. 12 Eylül darbesinde henüz 12 yaşındaydım. Bir sabah, rüzgârları neredeyse saçlarımızı dalgalandırırcasına alçaktan uçan fantom uçaklarının ürkütücü, tehditkâr sesleriyle uyandık. Nizip'te yaşadığımız evin kapısından sokağa başımı çıkardığımda, devriye gezen silahlı askerlerin "gir içeri" diye beni korkutan sesleri ve ürkütücü yüz hatları, bendeki darbenin ilk tanımlarıydı.

O gün, çocukluk zihnimde cevabını bulmadığım soru beni ve halkımızı koruması gereken askerlerimizin bizi neden tehdit edip korkuttuğu sorusuydu. Cevabını halen de bulabilmiş değilim.

Dünya siyasi tarihi, Asya'dan Afrika'ya ve Latin Amerika'ya çok sayıda darbeler gördü. Ama bunlardan kimisi doğası ve niteliği bağlamında çok farklı türden darbeler oldu.

Lisans ve yüksek lisansımı yaptığım bir Asya ülkesi olan Pakistan da Türkiye gibi geniş ve acı bir darbeler tarihine ve müktesebatına sahip.

Benazir Bhutto hatıratını kaleme aldığı "Doğu'nun Kızı" biyografisinde, babası Zülfikar Ali Bhutto'nun kendisine darbe yapmaması için çok ince ve sık dokuyarak Ziyâ-ül Hak'ı nasıl uzun ve sabırlı bir araştırmadan sonra Genel Kurmay Başkanı olarak belirlediğini anlatır. Ancak "Bu adam bana darbe yapmaz, ihanet etmez" dediği Ziyâ-ül Hak Zülfikar Ali Bhutto'ya sadece darbe yapmakla kalmayıp celladı da olmuştu.

Tekerlek durdurma operasyonu

Benazir Bhutto aynı hatıratında, Pakistan'da yapılan ve CIA kaynaklı olduğunu ifade ettiği darbeleri bir "tekerlek durdurma operasyonu" olarak nitelendirir. Benazir, tekerlek durdurma yaklaşımıyla Pakistan ne zaman düz uçuşa geçse, kalkınma ve büyümede bir istikrar yakalasa bu istikrar ve düz uçuşu türbülansa sokmak ve durdurmak için CIA'nın dönen tekeri darbelerle durdurduğunu ve ülkeleri kaosa sürüklediğini ifade eder.

Nitekim ABD, hemen güneyinde uzanan ve tarihsel anlamda kendisinden daha kadim halklar olan Latin Amerika ve Karayipler bölgesinde Amerika kıtasında kendi hegemonyasını tehdit edecek güçlü ülkelerin oluşmaması için bütün bir bölgeyi CIA üzerinden darbelerle istikrarsızlaştırmış ve travmatize etmiştir. Ve bu süreç maalesef halen işlemektedir.

Türkiye; darbeler, muhtıralar, 28 Şubat gibi post modern müdahalelerle darbenin her türü ile tanışmış başbakanları, bakanları darbe sonrası idamlarla ortadan kaldırılmış bir ülke. Halkımız tabiri caizse darbenin acıya ve hüzne çalan her tonuyla tanışmış bir halk.

Anadolu'da Müslüman Türk olarak hüküm ve hayat sürmek kolay değil. Batı aleminin şuur altına Tanrı'nın şaklayan kırbacı olarak yerleşmiş, 6 asır Asya, Avrupa ve Afrika'da hüküm sürerek, Batı aleminin kabusu olmuş Müslüman Türkler kendi başlarına bırakılacak bir millet değildi. Kendisine çizilmiş ve içine hapsedildiği kırmızı çizgileri aştığında darbelerle sınırları içine geri itilmeli ve tıpkı Asya, Afrika ve Latin Amerika'da olduğu gibi dönmeye başlayan tekerlek durdurulmalı idi.

Batı'nın çizdiği hudutları aşmak

15 Temmuz darbe girişimi Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde 15 yılda Batı'nın çizdiği tüm had ve hudutları cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı ve görülmediği bir biçimde aşan Türkiye'nin hız almış tüm tekerlerini durdurma ve Türkiye'yi milli yol ve rotasından çıkarma operasyonuydu.

15 Temmuz hain darbe girişimi sürecinde, Avrupa Birliği Bakan Yardımcısı olarak görev yapmaktaydım. Akşam saat 21.00 civarı apartmanları ve camlarını bir deprem şiddetinde sarsan alçak uçuşlar ve sonik patlamalarla Ankara semaları işgal edildiğinde, yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu anlamış ama bir darbe ihtimalinden daha çok büyük çaplı bir terör eylemine karşı bir caydırıcılık ve müdahale olabileceği ihtimalini düşünmüştüm.

Twitter'da İstanbul Boğaz Köprüsü'nün bir grup asker tarafından trafiğe kapatıldığını okuduğumda dondum kaldım. Bu bir darbeydi. Şoförümü çağırarak Cinnah caddesinden Atatürk Bulvarı tarafına doğru inip şehirde ne olup bittiğini gözlemlemeye çalıştım. O sırada eşim aradı ve Çankaya Köşkü'ne yakın bir yerde bir büyük patlamanın olduğunu (sonradan sonik patlama olduğunu anladığımız) apartmanın sarsıldığını söyledi. Böyle olunca tekrar eve dönmek zorunda kaldım.

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın bir darbe teşebbüsü ile karşı karşıya olduğumuzu açıklaması ve halkımızı demokrasimize, ülkemize sahip çıkmak adına sokaklara davet etmesi üzerine gusül abdesti alma gereği hissettim. Çok kötü başlayan bir akşamın nasıl bir geceye evirilip nasıl bir sabaha dönüşeceğini ve yeni bir güne uyanıp uyanamayacağımızı tahmin etmek çok zordu.

Eşime ve oğluma sokağa çıkacağımı söyleyince biz de geleceğiz ne olacaksa hepimize hep birlikte olsun dediler. Araca binerek Atatürk Bulvarı'ndan Kızılay istikametine doğru inmeye başladık. Kızılay istikametinden Atatürk Bulvarı'na doğru tırmanan tanklar görmeye başladık. O sırada beni Malatya Milletvekilimiz sevdiğim dostum Mustafa Şahin aradı. Nerede olduğumu sordu ve acilen Meclis'i açıp çalıştırmamız, halka direniş mesajı vermemiz gerektiğini söyleyip bizi Meclis'e çağırdı.

Şoförüm Ahmet'e "Çankaya kapısından Meclis'e giriş yapalım" dedim. Çankaya kapısına yöneldiğimizde uzaktan iki otobüsün Meclis'in Çankaya kapısını yan park ederek kapattığını gördük. Böyle olunca güvenlik caddesi kapısına doğru gidelim dedim. Kızılay yönünden Atatürk Bulvarı'na doğru tekrar yönelip ABD Büyükelçiliği'nin bulunduğu sokağa yaklaşınca ellerinde otomatik tüfekler bulunan kim olduklarını hala bilmediğim sivil kıyafetli iki kişi körüklerle Atatürk Bulvarı'ndan sokağa girişi kapattılar ve elleriyle bize işaret ederek ve bağırarak uzaklaşmamızı istediler. Asıl tuhaf olan şey ise bu sırada ABD Büyükelçiliği'nin karartıldığı, tüm ışıklarının kapalı olduğu ve iki tankın o sokak içinde sırtı ABD büyükelçiliğine ve namluları aşağı meclis tarafına yönelik şekilde ABD Büyükelçiliği'ni koruma amaçlı konuşlandığı görüntüsüydü. O an orada sıra dışı sinsi bir şeylerin olduğu hissettim.

Tekrar Çankaya Kapısı'na doğru yöneldik. Araçla giremeyecek olsak dahi amacımız Meclis'e yürüyerek girmekti. Çankaya Kapısı'na iyice yaklaşınca otobüsler arasından bir aracın geçebileceği kadar mesafe olduğunu fark ettik. Ellerinde otomatik tüfek ve çelik yelekli polislere, bakan yardımcısı olduğumuzu söyleyip içeri girdik.

Meclis Genel Kurulu Cuma günü olması hasebiyle kapalıydı. Benim gibi Meclis'e gelmiş olan dönem milletvekili arkadaşlarla kapıları kırarak genel kurula girmek ve oradan canlı yayınlar yaparak milletimize direniş mesajı vermek istedik. Kapıları kırmak için yüklenince Meclis'i korumakla görevli polis memurları ile milletvekilleri arasında tartışma çıktı. O gece kimin kim olduğu belli değildi ve bir kargaşa ortamı hâkimdi.

Bu tartışma ve bağrışma sürerken Meclis Başkanı İsmail Kahraman Bey geldi. Polislerden Genel Kurul kapılarının anahtarlarını istedi ve kapılar açılınca genel kurul salonuna girdik. Muhalefet milletvekillerinden gelenler de vardı. Ve bekli de o güne kadar hiç olmadığı kadar bir dayanışma söz konusuydu. TBMM TV yayında değildi. AHaber televizyon kanalını genel kurula davet ettik ve genel kurul salonunun ortasından canlı yayına geçildi.

Meclis'i bombaladılar

Sanırım bu durum darbeci hainlerin beklemediği bir durumdu. Meclis Başkanı İsmail Kahraman ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ darbecilere karşı TBMM'den direniş çağrısında bulundular. Bunu gören darbeciler TBMM'deki direnişi durdurmak için TBMM'yi uçaklarla bombalamaya başladılar.

Bu çok enteresan ve acı veren bir duyguydu. Bizi, TBMM'yi, millet iradesini koruması gereken kendi uçaklarımız tarafından bombalanıyorduk. İlk bomba düştüğünde bu hainlerin gözlerinin ne kadar döndüğünü anladım. Eşim ve oğluma dilerlerse şoförüm Ahmet'le eve dönebileceklerini söyledim. "Hayır bu gece ne olacaksa hepimize birden olacak buradayız dediler ve kaldılar" direniş TBMM'de sabah saatlerine kadar devam etti. Sabahın ışımasıyla birlikte TBMM'de yıkımı gördüğümüzde eşim gözyaşlarına hâkim olamadı, ağladı.

Darbe, Türkiye Cumhuriyeti darbeler tarihinde halkımızın eşsiz ve benzersiz direnişi ile ilk kez durdurulmuş ve darbe yenilmişti.

15 Temmuz hain darbe girişiminden iki ay kadar sonra Avrupa Parlamentosu Dışişleri ve İnsan Hakları Komisyonu ile Brüksel'de "Hearing Turkey, Rule of Law" "Hukukun Üstünlüğü ve Türkiye" başlıklı ortak bir toplantı düzenledik.

Ne kadar hain varsa bir aradaydı

Bakanlığımızı ve ülkemizi temsilen toplantıya ben katıldım. Konuşmacı olarak salona girdiğimde, Avrupa'da ne kadar FETÖ'cü, PKK'lı ne kadar hain varsa salonda bir arada olduklarını gördüm. Türkiye düşmanı raportör Kati Piri dahi salondaki yerini almıştı.

Darbe sürecini bizatihi yaşayan biri olarak neler yaşandığını etraflıca anlattım. Darbe süreci ve sonrasında alınan hukuki tedbirleri Uluslararası Hukuk ve Türk Hukuku çerçevesinde anlattım.

Ancak Türk demokrasisi ve millet iradesine karşı girişilen bu ölümcül hain darbe girişimi karşısında elde edilen başarıyı tebrik etmek, bundan sonra benzer bir darbe girişimine karşı ne tür tedbirler alacağımızı sormak yerine darbe sonrası darbecilerle iltisaklı ve işbirliği içinde olan hainlerin neden tutuklandıklarını sorguladılar.

Bu sorgulama karşısında kendilerine hitaben;

Türk demokrasisi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve özgürlüklere karşı düzenlenen bu hain darbe girişimini önlediğimiz için tebrik etmenizi beklerken suçlamalarınızla karşılaşmak beni şaşırttı dedim.

Ben bugün darbecilerin demokrasiyi savunurken şehit ettiği 252 vatandaşımızın, yaralanan 2 bini aşkın insanın hukuklarını sormanızı beklerdim.

Ben bugün burada sizin tavırlarınıza bakarak anlıyorum ki; demokrasiye, hukukun üstünlüğüne karşı yapılan darbeyi önleyerek biz iyi değil kötü bir şey yapmışız.

Üzerimize bombaların düştüğü o hain geceye dair hissettiğim üç utanç var.

Bunlardan biri, eksiğiyle fazlasıyla Türk demokrasisi son 20 yılda önemli mesafeler kat etmişti ve böyle bir darbe utanç vericiydi.

İkincisi, kendi uçaklarımızın kendi Meclisimizi bombalaması utanç vericiydi.

Üçüncü utanç ise; o gece ve takip eden gecelerde sizin suskunluğunuzdu. Buralardan Avrupa'nın demokrasi başkentlerinden Türk demokrasisi ve millet iradesine karşı yapılan darbeyi bir aksiyon filmi izler gibi televizyonlarınızın başlarında keyifle izlediniz dedim.

Bu ifadeleri kullanınca salonda büyük bir homurtu koptu.

O gün o toplantıda, Batı için demokrasi ve insan haklarının acıktıklarında yedikleri helvadan bir put olduğunu anladım.

Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü Batı'nın menfaatleri için geçerli kavramlardı.