Mehmet Akif Çeç / Yazar
Büyük tarihsel kýrýlmalarýn yaþandýðý tarihin þu devresinde, bu büyük tarihsel kýrýlmalarý sahih bir zeminde konuþmaya baþlayabilmenin yolunun öncelikle, Müslümanlarýn, iki asýrdýr yaþadýðý, tarih görüþündeki kýrýlmalarý konuþmaya baþlamaktan geçtiðini söyleme zarureti vardýr. Ýki asýrdan beri tarihe modern-seküler tarih görüþünün penceresinden bakmaya devam eden Müslümanlarýn, içinde bulunduklarý zihniyet durumunu deðiþtirmeden yani sahih bir Ýslami tarih görüþüne sahip olmadan, yaþanýlan bu tarihsel kýrýlmalarý doðru okuyabilme, bunu Müslümanlarýn lehine döndürebilme ve tarihin önlerine serdiði fýrsatlarý deðerlendirebilme imkaný da olmayacaktýr. Tarih görüþüne sahip olmayanlarýn tarihin akýþýna yön verme imkaný da olmadýðý gibi, baþka medeniyetlerin kölesi ve uydusu olmaktan öte seçenekleri de yoktur.
Tarihsel-seküler zaman
Ýnsanýn tanrýyla, tarih-üstü ve fizikötesi hakikat alemiyle baðýný koparan ve dolayýsýyla insaný x,y koordinatlarý arasýndaki “t” zamanýn yani tarihsel-seküler zamanýn bir ürünü olarak telakki eden ve tarihi de tarihin ürünü olan bu insanýn bir ürünü olarak ele alan seküler zihin; antropoloji, arkeoloji ve paleontoloji gibi modern bilimlerin ürettiði safsata ve hurafelerle materyalist-seküler önermelerin altýný doldurarak, tarihin en büyük yalaný üzerine bir “insanlýk tarihi” ve tarih görüþü inþa etmiþtir. Bir çýrpýda, geriye dönük olarak yüz milyonlarca ve hatta milyarlarca yýlýn havalarda uçuþtuðu bu safsatalar adeta mutlak bilimsel hakikatlermiþ gibi pazarlanýrken, söze “Beþ milyar yýl önce dünyamýz… Yüzelli milyon yýl önce insan...” gibi ifadelerle baþlayan Müslüman intelijansiyanýn bile, bu seküler zokalarý nasýl da yuttuðunu gözlemlemek þayan-ý dikkattir. Oysa Müslümanlar için evrenin ve insanýn menþeine dair yegane sahih bilgi kaynaðý, mutlak hakikat rehberi olan Kur’an, ilk insanýn, ne biyolojik ne de zihinsel olarak “ilkel” bir mahluk deðil, bir Allah elçisi insan olduðunu yani konuþan, düþünen, diyalektik ve retorik sahibi yüce bir insan ve bir peygamber olduðunu, tarihin baþlangýçtan itibaren “peygamberler merkezli” olarak devam edegeldiðini haber verdiði halde, Müslüman intelijansiyanýn insanlýk tarihi adýna uydurulan safsatalara itibar etmesi ve bunlar üzerine bir zihin inþa etmesi teolojik açýdan da paradoksal bir problemdir.
Hümanizma bir düþüþtür
Modern paradigma, “hümanizma” ile insaný tarihin öznesi haline getirirken, esasen “insan”la kastettiði rasyonalist “akýl”dan baþkasý deðildi. Yani tarih insanýn biyolojik evrimi ile paralel biçimde aklýn da evriminin tarihi demekti ve bu evrimin sonucunda aklýn en tekamül etmiþ noktasý olan “modern Batý aklý”na (rasyonalizme) ulaþýlmýþtý. O halde bu akýl iyinin, doðrunun, güzelin, ahlakýn, kýsacasý evrensel hakikatin ve evrensel deðerlerin de yegane kaynaðý ve kriteri olmalýydý. Dolayýsýyla bu mükemmel aklýn inþa ettiði tarih ve uygarlýk; bilimsel, iktisadi, siyasi, sosyolojik vs. her açýdan uygarlýðýn da zirvesi olarak kabul edilmek zorundaydý. Modern Batý’nýn üretmiþ olduðu deðerleri “evrensel insani deðerler” olarak okuyan Müslüman intelijansiyanýn teolojik paradokslarýndan biri de buradadýr. Zira bir kýsým Müslüman intelijansiya; ahlakýn ve deðerlerin kaynaðýnýn ancak ilahi kökenli olabileceðini; ahlakýn “aklen” de meþruiyetini insan aklýndan daha üst bir otoriteden/merkezden almak zorunda olduðunu; meþruiyetini kendinden alan, kendinden menkul ahlak olamayacaðýný; ahlakýn insan aklýna indirgenmesi ile kiþi sayýsý kadar deðiþken, öznel sözde ahlak anlayýþlarý ortaya çýkacaðýný; dolayýsýyla seküler bir ahlak olamayacaðýný bile yeterince akletmekten uzak düþtüðü için, seküler tarih görüþünün/paradigmanýn ürettiði evrensel adý verilen deðerlerin peþine takýlýp gidebilmektedir.
Seküler tarih görüþü
Esasen hümanizma, insanýn kendi aklýný tanrýlaþtýrmasýnýn ve sonra da ona tapýnmasýnýn adýdýr ve eðer illa bir “evrim”in varlýðýndan söz edilecekse; ademoðlunun bir peygamberle baþlayan tarihinin, bugün insanýn ve insan aklýnýn tanrýlaþtýrýldýðý bir noktaya evrilmesi, insanlýðýn bir yükseliþe doðru deðil de düþüþe doðru yol aldýðýnýn, kökeninden/orijinden uzaklaþtýðýnýn göstergesi olarak okunmalýdýr. Comte’un üç hal teorisini bu gözle okuduðumuzda; insanlýk tarihinin, modern dönemle birlikte, teolojik/teosentrik dönemlerden antroposentrik/pozitivist bir döneme evrilerek iyiden kötüye, hak’tan batýla doðru bir evrim geçirdiðini de iddia etmek mümkündür.
Müslüman intelijansiyanýn iki asýrdýr tarih konusunda birbirine karþýt görünen iki farklý yaklaþýmýnýn, sonuçlarý itibarýyla ayný kapýya çýktýklarýný söylemek yanlýþ olmayacaktýr: Birincisi; tarihsel geliþmeleri ilerlemeci tarih görüþü ve pozitivist tarih yasalarý çerçevesinde ele alan Müslüman intelijansiya, iki asýrdýr tarihin akýþýnýn Batý aklýnýn kontrolünde olduðuna ve bundan sonra da hep böyle devam edeceðine dair bir inanca saplanmýþtýr. Dolayýsýyla, tarihin kýrýlma dönemlerinde bile Müslüman intelijansiyanýn yaklaþýmlar geliþtirirken verili okuma biçiminin dýþýna çýkamadýðýný; çözüm arayýþlarýný bile Batý-merkezli verili tarihin/zihnin içinde sürdürdüklerini; gelecek projeksiyonlarýnda Ýslam’ýn ve Müslümanlarýnýn yerini, hep modern/postmodern uygarlýk paradigmasý içinde aradýklarýný; insanlýðýn ve Müslümanlarýn geleceðine dair, önlerine konulan çerçevenin dýþýnda tasavvur üretemediklerini; zihinlerinde “verili olan”ýn haricinde “farklý” bir tarihin (ve medeniyetin) olabilirliðine dair herhangi bir önermenin yer almadýðýný gözlemlemek zor deðil. Paradoksun ikinci kýsmý ise, Batý-karþýtlýðý olarak ortaya çýkan ve yaþanan tüm tarihsel geliþmelerden, özelde de tüm kötülüklerden Batý’yý sorumlu tutan yaklaþýmýn bunu yaparken, her þeyi kontrol eden, gören, bilen, iþiten, yenilmez, aþýlamaz bir “kudret” þeklindeki Batý telakkisinin, esasen Batý karþýtlýðýndan çok dolaylý biçimde Batý-merkezli bir düþünceye hizmet ediyor olmasýdýr. Aslýna bakýlýrsa, bu yaklaþýmýn, temelde çok da haksýz olduðunu söyleyebilmek güçtür. Özellikle son birkaç asýrdýr yaþanan geliþmeleri hesaba kattýðýnýzda, insanlýðýn felaketine yol açan neredeyse tüm tarihsel olaylarda ve tarihin akýþýna müdahalelerde Batý’nýn doðrudan ya da dolaylý olarak parmaðý ve sorumluluðu olduðunu söylemek yanlýþ bir iddia sayýlmayacaktýr. Fakat sorun, bu gerçeðin tespitinin, intelijansiyamýzýn zihninde adeta bir tarih yasasýna dönüþmesi ve bir tarih görüþü haline getirilmiþ olmasýdýr. Zira böyle bakýldýðýnda Batý karþýtlýðý bile Batý karþýsýnda teslimiyetçiliðe dönüþmekte, tarihsel olarak Batý’ya raðmen artýk hiçbir þey yapýlamayacaðýna dair bir çaresizlik ve umutsuzluk sarmalýnýn ortaya çýkmasýna sebebiyet vermektedir.
Yýllardýr yapýlan “dünya sistemi” analizleri, okuma biçimimize baðlý olarak, bir boyutuyla bize son birkaç asýrdýr tarihi yapan, kontrol eden ve yönlendiren gücün kim olduðuna dair derin ifþaatlar sunarken; bir baþka boyutuyla da bizi, verili tarihin akýþýnýn deðiþtirilemezliðine ve bu sistemin dýþýna çýkýlamazlýðýna adeta ikna etme iþlevi görmektedir. Zamanýn ve tarihin her anýný, her kesitini hiçbir boþluk býrakmamacasýna kontrol altýnda tutan, hiçbir fiili duruma, spontanlýða, tesadüfe ve boþluða yer býrakmayan, yenilmez bir kudret biçimindeki dünya sistemi algýsý karþýsýnda, kendine ait bir tarih görüþü olmayan insanlarýn ve toplumlarýn teslim olmak dýþýnda baþka seçenekleri kalmamaktadýr. Bu yaklaþým, tam da üst aklýn istediði bir þeydir. Onlarýn önümüze koyduðu senaryonun bir parçasý olmak ve tarihin akýþýna, onlarýn istediði þekilde hizmet etmek demektir. Esasen, verili dünya sistemi çerçevesinde, bu sistemi kontrol eden ve tarihin akýþýný kontrol altýnda tutmak için çaba sarf eden bir üst aklýn olmadýðýný söylemek elbette doðru bir tespit deðildir. Fakat, bu üst aklý adeta kadir-i mutlak bir konuma yerleþtirmek ve ona tanrýsal güç atfetmek, zihinleri tarihin ilahi yasalarýný zýmnen yok saymaya götürdüðü için oldukça sakýncalýdýr.
Tarihin mutlak öznesi kim?
Müslüman zihnin, bir yandan Allah’ýn mutlak kudret sahibi, tüm varlýðýn ve kainatýn yaratýcýsý ve hakimi olduðuna dair kayýtsýz þartsýz inancý ile öte yandan iki asýrdýr, Batý-merkezli modern tarihin akýþýnýn deðiþtirilemezliðine olan inancý arasýnda kalmasýnýn doðurduðu derin paradoks esasen ciddi bir teolojik sorunu da ortaya çýkarmaktadýr. Allah tarihin neresindedir, Allah’ýn tarihin inþasýnda katkýsý ve rolü var mýdýr; tarihin ilahi/metafiziksel mi yoksa pozitivist-determinist mi yasalarý vardýr?
Tarihin bu dünyaya ve bu dünya üzerindeki insana mahsus bir olgu olduðu gerçeðini göz ardý etmemiz söz konusu deðildir. Fakat bu tespitimiz, seküler tarih felsefesinin iddia ettiði gibi tarihin yegane ve mutlak öznesinin insan olduðunu; tarihin, tarih-üstü ile bir baðýnýn olmadýðýný ikrar anlamýna gelmemelidir.
Allah’ýn, dünyayý bir imtihan alaný olarak yaratmýþ, insana özgür (cüz’i) irade vermiþ ve onu kararlarýnda serbest býrakmýþ olmasý; kenara çekilen, pasif, edilgen, hiçbir þeye karýþmayan ve tarihe, doðaya, insana hiçbir müdahalede bulunmayan bir Allah inancýnýn temellendirmesi olamaz. Eðer bu temellendirme içerden yani Kur’an’a dayandýrýlarak yapýlmaya çalýþýlýyorsa, bilinmelidir ki bu, her þeyden önce Kur’an’ýn, Allah’ýn tarihe en büyük müdahalesi olduðu gerçeðini yok saymak olacaktýr. Eðer Kur’an, tarihe bir müdahale deðilse nedir? Kur’anî telakkide, kainatý yaratmýþ, determinist doða yasalarýný koymuþ, sonra da tatile çýkmýþ (muattýla) deist bir tanrý anlayýþý yoktur. Allah, her daim yaratan, yaþatan, koruyan, kollayan, gözeten, yardým eden, inayet eden, duaya icabet eden, mü’minler için en güzel velî, vekîl, nasîr (yardýmcý) olan bir Rab ve Mevla’dýr. Bu vasýf ve özelliklerin hepsi ve daha fazlasý ayný zamanda Allah’ýn hayata ve tarihe müdahale biçimleri anlamýna da gelmektedir. Dolayýsýyla, alemlerin, göklerde ve yerde ve her ikisi arasýnda olanlarýn, doðunun ve batýnýn, iki doðunun ve iki batýnýn Rabbi; mülkün sahibi, mülkü (iktisadi ve siyasi gücü) dilediðinden alan ve dilediðine veren, hakimler hakimi, kadir-i mutlak olan Allah’ýn kudret ve iradesine kim sýnýr koyabilir? Allah’ýn insana bahþettiði cüz’î iradeyi tamamen devre dýþý býrakarak mutlak kaderci bir görüþ ortaya koyan Cebriyye de; tam tersi biçimde ilahi iradeyi devre dýþý býrakarak, insaný mutlak irade sahibi yani tarihin yegane öznesi sayan Kaderriyye ve Mutezile de, uçlara savrulmuþlardýr. Ýnsan ilahi iradeden tamamen baðýmsýz bir mutlak irade sahibi ise; bir insanýn bir baþka insaný öldürmesi ona tanýnan sýnýrsýz özgürlüðün/iradenin bir sonucu mudur? Eðer öyle ise; ölen yani yaþama hakký ve özgürlüðünü kaybedenin mutlak iradesi ne olacak; ölümü kendi iradesiyle mi seçmiþ sayýlacak? Kýsacasý, tanrýyý by-pass yaparak bu problemleri çözebilmenin de bu sorunsallarýn altýndan kalkabilmenin de “mümkün” sýnýrlarýný aþtýðýný kabullenmek gereklidir. Cüz’î irade-küllî irade ayrýmý ile bu konuyu sahih bir izaha kavuþturan Ehl-i Sünnet ve özellikle Eþ’arilik, bu yaklaþýmýndan dolayý oryantalistler ve onlarýn takipçisi olan modernistler tarafýndan yoðun bir saldýrýya maruz kalmýþtýr. Tanrýyý hayatýn ve tarihin dýþýna atabilmek/tatile gönderebilmek ve böylece seküler tarih görüþünü Müslüman zihnine ikame edebilmek ve Ýslam’ýn içini boþaltabilmek için Mutezilî yaklaþýmý öne çýkaran oryantalistler ve onlarýn takipçisi modernistler (ki Mutezile’nin böyle bir amacý olduðunu söyleyemeyiz), Ehl-i Sünnet’in irade-kader anlayýþýný hedefe koymuþlardýr. Tamamen rasyonalist bir zihinle hareket eden modernist düþünce, adeta insanbiçimci tanrý anlayýþýyla, tanrýnýn hayata ve tarihe müdahalesine “ahlakilik” sýnýrlamasý ile itiraz etmektedir. Bu yaklaþým esas alýndýðýnda, kulun Rabbine niyazda bulunmasý, ondan istemesi, Allah’ýn kuluna yardýmý, inayeti, icabeti gibi Allah- kul iliþkisinin temelini oluþturan ve Kur’an’la sabit olan pek çok kavram ýskartaya çýkmakta, mü’minin yegane sýðýnaðý olan Rabbi adeta elinden alýnmaktadýr. Böyle bir tanrý anlayýþý da tanrý-kul iliþkisi de dinin ruhuna ve özüne aykýrýdýr. Tarihi, modernitenin/aydýnlanmacý zihnin bakýþ açýsýyla, pozitivist-hümanist ve antropolojik bir zeminde salt “insan merkezli” olarak ele alan modernist Müslüman intelijansiyanýn bu yaklaþým biçiminde tanrý, doðrudan tarih-dýþý bir konuma býrakýlmýþ olmaktadýr. Tanrýyý tarihin dýþýnda býrakan bir zihin, tanrýnýn tarihe bir müdahalesi olan kitaba (Kur’an’a) hangi gözle bakýyor olabilir; kelamullah mý, antropolojik bir metin mi? Eðer bunu kelamullah olarak kabul ediyor ise; bunun tarihe yapýlmýþ ilahi bir müdahale olduðunu da kabullenmesi ve ona göre de tanrý anlayýþýný düzeltmesi gerekmez mi? Dolayýsýyla, kelamullahý antropolojik bir metin gibi algýlayan modernist zihin, tanrýnýn tarihe müdahalesine kendince müsaade etmezken (haþa), tanrýnýn kitabýna müdahale hakkýný kendinde görmekte ve rasyonel bir müdahale çabasý içine girmektedir. Bu durumda, daha önce Hýristiyanlýða yapýlan mistisizmden ve mitolojiden arýndýrma operasyonlarýnýn bir benzerini; Allah’ýn tarihe müdahalesi olarak ortaya çýkan olaðanüstü hadiseleri (mucizeleri), metafizik kavramlarý rasyonalize etmek suretiyle Kur’an’a da uyarlamaya yeltenmektedir. Allah tarihin dýþýna çýkarýlýnca, mucizeler, dualar, Allah’ýn inayet ve yardýmlarý vs. her þey anlamsýz duruma düþmektedir; oysa bunlarýn hepsi Kur’an’la sabit hakikatlerdir. Modernist zihin, Kur’an’daki bunca ayeti, ifadeyi ve kavramý yok sayamayacaðý için, bunlarý rasyonalize etme yoluna gitmekte ve bunun için de yoðun bir yorumsama eylemine giriþmektedir. Böylece “yorum” adý altýnda, Kur’an’daki kavramlar, baðlamýndan ve kendi zihniyet dünyasýndan kopartýlarak, zorlama yorumlarla, yeni ve baþka anlamlar üretilerek, seküler bir tarih görüþü ve rasyonalist bir zihin inþa edilmektedir.
Modernist kadercilik
Tarihin insan yapýmý ve yegane öznesinin insan olduðunun ýsrarla altýný çizen modernist Müslüman zihin, tanrýdan baðýmsýz hale getirdiði tarihi bu kez de hümanizmanýn, modern Batý uygarlýðýnýn eline teslim etmekte; bu uygarlýðýn mükemmel ve aþýlamaz olduðuna dair inançla, tanrýdan kaçýp moderniteye teslim olmaktadýr. Bize göre bunun adý “modernist kadercilik”tir. Bu tip bir kadercilik, alem-i Ýslam’ýn ila nihaye köle ve müstemleke olarak kalmasýný deðiþmez bir yazgý olarak kabullenmek demektir. Bir yandan insaný tarihin mutlak öznesi sayýp bir yandan da modern tarihin deðiþmez ve aþýlmaz olduðuna inançla, insaný modernitenin iradesine teslim eden; insaný tarihin öznesi yapma iddiasýyla yola çýkýp Müslümaný modern tarihin edilgen bir nesnesi konumuna indirgeyen bu kadercilik anlayýþý modernistlerin en derin paradokslarýndan da biridir ayný zamanda. Esasen Ýslam aleminin, yeniden tarihin etkin öznesi olabilmesi için; öncelikle Müslümanlarýn, adeta verili tarihin kaçýnýlmaz bir yazgý olduðunu ve deðiþmezliðini dikte ederek köleliðin ontolojisini inþa eden bu modernist kadercilik anlayýþýndan özgürleþip baðýmsýzlaþmasý zorunludur.
Tarihin ilahi yasalarý
Müslüman intelijansiyanýn tarih konusundaki yanýlgýlarýndan biri; tarih yasalarýný Kur’an’dan çýkarmaya çalýþmak yerine pozitivist tarih yasalarý eksenli bir tarih okumasý yapmalarýdýr. Müslüman intelijansiya, moderniteye ait doða ve tarih yasalarýný sünnetullah/adetullah/fýtratullah olarak okuduðu günden itibaren zihniyet olarak Kur’an’a deðil modern tarihe/paradigmaya eklemlenmiþtir. Oysa Allah’ýn sünneti, adeti ve fýtratýnda mutlak determinizm yoktur, Allah’ýn kudretine sýnýr konulamaz, sýnýrlarý koyan ancak Allah’týr (hududullah). Dolayýsýyla kainatý ve varlýðý yaratan Allah, dilediði zaman varlýða da, hayata da, doðaya da, tarihe de müdahale edebilir ve etmektedir. Allah’ýn zalimler topluluðunu, azgýn ve sapkýn kavimleri/topluluklarý cezalandýrmasý/helak etmesi mitolojik bir hikaye deðil, sünnetullahýn bir gereði olarak Allah’ýn tarihe müdahalesidir. Allah’ýn insana koyduðu üst sýnýrlarýn ihlali, irade özgürlüðünü aþar ve ilahi kudretin alanýný ihlal boyutuna ulaþýrsa, böyle bir hadsizliðe karþý da yaratýcý sünnetullahýn gereði olarak müdahale eder ve cezalandýrýr. Burada bir ilahi adaletsizlik, bir teodise sorunu olmadýðý gibi, aksine bu ilahi adaletin bir gereðidir. Kur’an’ýn verdiði mutlak hakikat bilgisine göre tarihte, Allah’ýn bazý kavimleri maymuna ya da domuza çevirmiþ olmasý Allah’ýn hem doðaya, hem de tarihe müdahalesinin açýk örnekleridir. Ayný þekilde, Allah’ýn haksýz yere hiçbir topluluðu cezalandýrmamasý/helak etmemesi de bir baþka sünnetullah ve ilahi tarih yasasýdýr. (En’am: 131) Allah, ilk insandan itibaren tarih boyu peygamberler ve kutsal kitaplar vasýtasýyla tarihe müdahalelerde bulunmuþtur; dolayýsýyla son peygamber Resul-i Ekrem ve son kitap Kur’an, Allah’ýn tarihe en büyük müdahalesidir. Bunun bir ilahi müdahale biçimi olduðu yok sayýlarak Kur’an’la sahici bir aidiyet iliþkisi içinde olunamaz.
Kur’an’ýn bildirdiði tarih yasalarýndan biri de; tarihin düz bir çizgi þeklinde ilerlemediði; çýkýþ ve iniþlerden, yükseliþ ve düþüþlerden oluþtuðu; ikbalin, zaferin, devletin, medeniyetin (ve de dolayýsýyla zilletin) inananlar ve kafirler arasýnda belli dönemler ve þartlar muvacehesinde tedavül ettiði/el deðiþtirdiði hakikatidir. Bu tarih yaklaþýmýný bize gösteren ayetin (Bakara 140) sonunun, “Allah zalimleri sevmez” þeklinde bitiyor olmasý da bu müdavelenin þartlarýndan birinin ne olduðunun iþareti olarak görülmelidir. Kur’an pek çok ayette de zalim, nankör, azgýn ve sapkýn kavimlerin, topluluklarýn helak edildiðini, cezalandýrýldýðýný bildirmektedir. Nitekim bütün siyasetname yazarlarýnýn ýsrarla vurguladýklarý “Küfr ile cihan durur, zulm ile durmaz” ilkesi de esasen bu ilahi tarih yasasýna bir vurgu olarak okunmalýdýr. Allah bir topluluðu sýrf kendisine iman etmedikleri için bu dünyada cezalandýrmamakta, fakat zulmettikleri ya da inkarda haddi aþarak zalim olduklarý zaman cezalandýrmaktadýr. Tarihin öznesi olma durumunun mü’minler ve kafirler arasýnda el deðiþtirebiliyor olmasýndan ayný zamanda Allah’ýn kafirlere de kendi çabalarý (sa’y) karþýlýðýnda fýrsat verdiði, dolayýsýyla ilahi adalet ve sünnetullahýn tecelli ettiði sonucunu çýkarmak mümkündür. Daha geç bir dönemde ayný kökten (d-v-l) “devlet” kavramýnýn da türetildiði “müdavele” sözcüðü ile “el deðiþtirdiði” ifade edilen zaferin (dolayýsýyla devletin ve medeniyetin) mü’minlerin eline geçebilmesinin hangi þartlara baðlý olduðunu Kur’an’da farklý surelerde geçen bazý ayetleri takip ederek de çýkarabilmek mümkündür. Ayný zamanda Allah’ýn tarihe müdahalesi olarak da okunabilecek bu ayetler, Allah’ýn mü’minlere belli þartlarý yerine getirmeleri koþuluyla mutlak zafer vaat ettiðinin apaçýk delilleri ve göstergeleri gibidir: “Eðer siz Allah’a yardým ederseniz (Allah’ýn dini için çalýþýr, cehd ederseniz), Allah da size yardým eder” (Muhammed: 7) “Allah size yardým ederse, artýk size galip gelecek hiç kimse yoktur” (Âl-i Ýmran: 160) “Allah’ýn yardýmý ve zafer/fetih geldiðinde insanlarýn fevc fevc (kitleler halinde) Allah’ýn dinine girdiðini görürüsün” (Nasr: 1) Bu ayetlerden tarihin mü’minlerin lehine tedavül etmesinin ve mü’minlerin Allah’ýn yardýmýna mazhar olup zafere ulaþmasýnýn þartýnýn Allah’ýn dini için çalýþmak olduðu çýkarýmýný elde etmek mümkündür. Netice itibarýyla Allah’ýn tarihe müdahalesinin, hiçbir cehd göstermeksizin mü’minlere ilahi bir torpil þeklinde tecelli etmeyeceði açýktýr. Ayný þekilde, “Her ümmet/topluluk için bir ecel vardýr” (Araf:34) ayetinin de iþaret ettiði üzre, ilahi tarih yasalarýna aykýrý davranan yani zulüm/tuðyan ve azgýnlýk/sapkýnlýkta haddi aþan topluluklar için Allah’ýn onlara tanýmýþ olduðu süre (ecel) dolmuþ ve tarihin tedavül/müdavele sürecine geçilmiþ olmaktadýr. Bu ilahi yasada inanan ya da inanmayan ayrýmý yoktur.