Tarihin yanlış tarafına demir atmak
ABONE OL

Prof. Dr. Cengiz Gül/ Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi

Uluslararası kamuoyunda oluşturmaya çalıştığı 'kendini savunma hakkı' algısı, büyük kısmı çocuk ve kadınlardan oluşan on binlerce Gazzeli Müslüman sivile karşı işlemeye devam ettiği soykırım ve insanlığa karşı suçlarla tümüyle yerle bir olan işgalci İsrail, 7 Ekim 2023'ten bu yana hiçbir stratejik hedefine ulaşamadığını, kendi Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı vasıtasıyla itiraf etmek durumunda kalmıştır. Hatta 'İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF)' sözcüsünün, Hamas'ın bir fikir haline gelip, artık yok edilemeyeceğine yönelik söylemleri de, soykırımcı Siyonist rejimin, arkasında ve yanında yer alan ABD, Almanya ve Avrupa ülkelerinin başını çektiği ve Haçlı misyonuyla davranan Batılı sömürgeci güçlerin verdikleri her türlü sınırsız desteğe rağmen, başarısız olduklarının ikrarı anlamına gelmektedir. Filistin, İsrail'in 1948'den bu yana 76 yıldır sürdürdüğü işgal, zulüm ve katliamlarına karşı ellerinde kalan vatanlarını, can ve mallarını korumak uğruna 7 Ekim 2023'te, Birleşmiş Milletler (BM) Anlaşması m. 51'in de kapsamına giren ve hukuken tam anlamıyla bir meşru müdafaa hareketi sayılan bir 'savunma taarruzu' gerçekleştirmiştir. Gazze'de yıllardır tam bir abluka altında tuttuğu ve tüm sınır kapılarını kapatmak ve de mutlak kontrolüne almak suretiyle, dünyanın en büyük hapishanesine çevirdiği vatanlarında zulüm içerisinde yaşamaya mahkûm ettiği Filistinli Müslümanların, 76 yıldır süregelen tüm bu işgal ve mezalimden kurtulmak adına, Hamas'ın öncülüğünde 7 Ekim'de can havliyle yapmaya çalıştıkları bu 'meşru savunma taarruzu', aynı zamanda işgalci İsrail tarafından maruz bırakıldıkları mutlak ablukayı da kırmaya yönelik bir huruç hareketidir. Filistin'in Gazze'deki bu meşru savunma taarruzundan sonra, büyük ölçekte kontrolünde tuttuğu uluslararası medya gücünün de etkisiyle, haksız bir saldırıya uğradığı algısını tüm dünyada yaymaya çalışan işgalci Siyonist rejimin, bebek, çocuk, kadın, hasta ve yaşlı ayırt etmeksizin giriştiği soykırım ölçeğindeki barbarca katliamlarının, özellikle Türkiye'den basın yayın araçları ve sosyal medya mecralarının da katkısıyla tüm dünyaya servis edilmesi sayesinde, bu mağduriyet iddialarının ne kadar sahte ve suni olduğu, savunma hakkı kılıfı altında yürüttüğü eylemlerin de ne kadar vahşice katliamlara ve bir soykırıma dönüştüğü gerçeği ortaya çıkmıştır. Bu durum karşısında ise, soykırımcı Siyonist örgütün bütün dünya kamuoyunda itinayla oluşturmaya çalıştığı 'mağdur İsrail' algısı tamamen çökerken, asıl mağdur tarafın ise, 1948'den bu yana, İsrail tarafından vatanlarının yüzde 90'ı işgal edilen, on binlerce insanı şehit edilen ve yaralanan, mallarına ve mülklerine halen de el konmaya devam edilen Filistinli Müslümanlar olduğu görülmeye başlanmıştır.

Soykırımcı İsrail'in temel güvencesi ABD

İşgalci İsrail'in, Gazze'de işlemeye devam ettiği soykırım ve insanlığa karşı suçlarını, 7 Ekim'den itibaren, 'kendini savunma hakkı' olduğu algısını da sürekli yayarak sınırsız ölçekte destekleyen Batılı sömürgeci güçler arasında, özellikle ABD ve Almanya'nın daha baskın bir biçimde öne çıktığını belirtmek gerekir. Hatta bu iki ülke yönetimlerinin soykırımcı İsrail'e olan desteklerinin nitelik ve niceliği, Onları, Gazze'deki soykırımın destekçisi olmanın da ötesine taşıyarak, İsrail'in tüm bu soykırım ve savaş suçlarının ortağı ve bir anlamda eş-faili olma konumuna getirmektedir. ABD, İngiltere'nin öncülüğünde BM'nin de alet edilmesiyle 1948'de kurdurulan İsrail'i destekleme misyonunu, günümüze kadar hep artan ölçekte sürdürmüştür. Özellikle 7 Ekim 2023 sonrasından itibaren, para, lojistik kaynak ve 'Demir Kubbe' denilen İsrail hava savunma sisteminin güçlendirilmesi ve son derece gelişmiş bomba, roket, füze gibi silahlardan oluşan askeri mühimmat sağlamanın yanı sıra, BM Güvenlik Konseyi'nde İsrail aleyhinde hiçbir kararın alınmaması için gösterdiği siyasi ve hukuki desteklerin düzeyi, ABD'ni, bu Siyonist rejimin işlediği tüm suçlara yardım ve yataklık yapmanın da ötesinde, doğrudan bir suç ortağı olma noktasına taşımıştır. Bir süre önce ABD Başkanı J. Biden'in, İsrail'in, Gazze'deki Refah kentine saldırması halinde, bu düzenli silah yardımlarına ara vereceğini açıklamasının ise, çok geçmeden soykırıma destek yardımlarına tekrar devam etmesiyle, dünya kamuoyuna karşı sanki İsrail'in katliamlarını frenlemeye çalışıyormuş algısı üzerinden tribünlere oynamak anlamına geldiğini herkes görmüş idi. Soykırım destekçisi ABD'nin, işgalci Siyonist rejimi engelliyormuş gibi bir algı oluşturmasına yönelik tutmayan bu şovunun arkasında, Gazze'de işlediği soykırım ve savaş suçları nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) yargılanan İsrail'in alabileceği cezaya ve Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısının da haklarında tutuklama talep ettiği soykırımcı İsrail'in başbakan ve savunma bakanının düşecekleri duruma benzer bir akıbetten kendilerini kurtarmak için geliştirilen bir savunma refleksinin bulunduğu anlaşılmaktadır. UAD'ın tedbir kararlarıyla soykırımcı olduğu tescillenen işgalci İsrail, Başbakanı ve bir bakanı hakkındaki tutuklama talebi hakkında; "üniversite kampüslerinden UCM'ye taşınan yeni bir antisemizm örneği olduğunu" öne sürerek tepki gösterirken, Gazze'deki tüm bu suçlarının asli ve fiili ortağı konumundaki ABD'nin yetkili makamları ise, UCM'yi, ilgili Siyonist katiller aleyhinde bir karar almaktan caydırmak için her yolu mübah gören bir arayış içine girmişti. Uluslararası hukuku ayaklar altına almak anlamına gelen bu amaçlarını sağlamaya yönelik olarak da ABD başkanı ve dışişleri bakanı, kuruluşu ve kararlarının bağlayıcılığı 1998 tarihli Roma Statüsü ile belirlenen uluslararası bağımsız bir yargı makamı olarak UCM üzerinde her türlü baskı ve yıldırmayı yapmaktan geri durmamışlardır. Bu konuda ABD Temsilciler Meclisi'nde 5 Haziran 2024'te kabul edilen, UCM'ye yaptırım öngören kanun tasarısına göre, UCM savcı ve hâkimlerinin ABD'ye girişlerinin engellenmesinden, sahip oldukları ABD vizelerinin iptaline ve bu kişilerin ABD'de mülk alıp satmalarının kısıtlanmasına kadar varan yaptırımlar uygulanabilecektir. İsrail yanlısı oldukları açık olan ve tamamı Yahudi lobisi tarafından fonlanan ABD'li 12 senatör ise, UCM Başsavcısı Kerim Han'a yazdıkları bir mektupta; "Mahkemenin (UCM) İsrail başbakanına veya herhangi bir yetkilisine yönelik karar almasının, teröre destek vermek anlamına geleceği, hukuki dayanaktan yoksun olan muhtemel bir karar alınması halinde ise, savcının şahsına ve mahkemeye karşı ciddi yaptırımlar uygulanacaktır" demek suretiyle, görevi soykırım ve savaş suçları ile insanlığa karşı suçları da kovuşturmak ve sorumluları cezalandırmak olan uluslararası bir mahkemeyi alenen tehdit etme pervasızlığı ve küstahlığına varacak ölçüde işi, hukuka meydan okumaya kadar götürmüşlerdir.

Kronik sabıkalı Almanya

İsrail'in, Gazze'de soykırıma dönüşen katliamlarına, savunma hakkının kullanımı diyerek tavrını oraya koyan Almanya da, maddi, lojistik ve silah gibi her türlü destek ve katkıyı sınırsız biçimde sağladığını ve sağlamaya devam edeceğini en yetkili birimleri vasıtasıyla ifade etmektedir. Almanya'nın İsrail'e sağladığı silah ve askeri mühimmat desteğinin devamı karşısında, Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Aralık 2023'te İsrail'e açtığı soykırım davası gibi, Nikaragua da Ocak 2024'te Almanya'ya karşı, İsrail'in yaptığı soykırımın ortağı olma gerekçesiyle dava açmış idi. UAD'nın, "soykırımın ve diğer savaş suçlarının işlendiği bir bölgeye silah sevkiyatı yapan devletleri, işlenen suçlardan sorumlu tutulabilme ihtimali"nden hareketle Nikaragua da, Almanya'nın, İsrail'e sağladığı silahlarla işlenen soykırım ve savaş suçlarının ortağı olduğu temelinde bir süreci başlatmış durumdadır. Soykırım suçuna ortaklıktan aleyhinde açılan bu davaya rağmen Almanya, İsrail'e tank mermisi, çelik yelek ve savaş gemisi mühimmatı gibi silah sevkiyatını devam ettirmesinin yanı sıra, Filistinlilere de o ana kadar yaptığı yardımları tümüyle kesmek suretiyle, zayıf ve mazlum Filistin'in karşısında, güçlü ve zalim İsrail'in yanında yer aldığını ve dolayısıyla O'nun soykırım suçlarına alenen ortak olduğunu göstermiş olmaktadır.

Gazze'de on binlerce çocuk, kadın, yaşlı ve hastayı katleden; hastane, okul, cami, kilise ve BM'nin yardım merkezlerini bile ayırt etmeksizin alt ve üst yapılarıyla tüm Gazze'yi yerle bir eden hava bombardımanları ve tankların saldırılarında kullanılan her türlü askeri mühimmatı göndermeye devam eden Almanya, geçen yüzyılın ortalarına doğru gerçekleştirdiği Holokost'un faili olmasından kaynaklanan utanç, eziklik ve borçluluk halinin de etkisiyle, o Holokost'un mağdurlarının bugün Gazze'de yürüttükleri soykırım ve insanlığa karşı suçlarına tam ve sınırsız destek vermek suretiyle, kendilerince günah çıkartmaya çalıştıklarını düşünüyor olabilirler. Ancak bu zihniyet ekseninde hareket eden Alman siyasal aklı, geçen asırda bir soykırımın faili olmak zilletiyle tarihin yanlış tarafında yer aldıkları gibi, şimdi de yaptıkları o Holokost'un adeta borcunu ve diyetini ödemek saikiyle, Gazze'deki soykırım ve savaş suçlarının faili olan Siyonist işgalci rejime verdikleri sınırsız destekle de, yine tarihin yanlış tarafında konumlanmış olmanın kısır döngüsüne düşmüş bulunmaktadır. Alman siyasal aklı, Holokost konusunda günah çıkartmak isterken, aynı günahı, bu kez kendisini borçlu hissettiği soykırımcı İsrail'e karşı sınırsız bir destek sağlamak suretiyle, tekrar işlemek gibi bir çıkmaza girmiş durumdadır. Hal böyle iken, geçmişte sebep olduğu bir pisliği, yine aynı türden bir pislikle temizlemeye kalkan Alman siyasal aklının, yol açtığı pisliği katmerleştirmekten ve kendini de bu konuda kronik sabıkalı hale getirmekten başka bir sonuç elde edebilmesi ise mümkün görünmemektedir.

[email protected]

  • Holokost günahı
  • İsrail destek
  • ABD gazze Suç