Tarikatlar, tiktok, pedofili ve modern zamanlar
ABONE OL

Tik? 

Tok? 

Bu iki kelime duyduğunuzda ne ifade eder? Benim gibi bir doktora öğrencisi iseniz Tik kelimesinin yegane karşılığı vardır: Tez İzleme Komitesi. Bu soruyu yaş almış birine sorsanız, belki bir saat sesi. Bazıları için vücutta verilen ani bir refleks: tik, açın karşıtı; tok… Bunların hepsi göreceli olarak doğru cevaplar olabilir ama bugün toplumun oldukça büyük çoğunluğu bu iki kelimeden başka bir şey anlıyor, bambaşka bir gezegene giriş bileti bu kelime. 

Tik.. 

Tok.. 

 Üç kere fısıldadı iseniz, kapı size de aralanıyor; buyurun yeni gezegen Tiktok’a hoşgeldiniz; kemerlerinizi bağlayın ve hali pür melali anlamaya gayret mahiyetinde bir kısa fotoğraf çekimi için buyurun; başlıyoruz… 

  

Hemen herkesin time’na düşmüştür, ya reklamını görmüştür ya da bir paylaşıma denk gelmiştir. Tiktok; sosyal medyanın oldukça yeni bir uygulaması olmakla birlikte gerek kullanıcı sayısı gerek üretkenlik ivmesi bakımından rekordan rekora koşan bir uygulama. İçerik olarak ise meşhur, “patlayan” bir şarkının sözlerine nesnelerle veya beden diliyle eşlik ederek hesabınızdan 15 saniyelik bir video paylaşımına dayanıyor. Bu mahallenin eskileri bilirler; Vine ile oldukça benzer bir işlevi var. Ama vine’dan farkı daha çok müzikli- melodili bir anlatıma sahip olması. Uygulamanın Türkiye’ye girişi Ağustos 2018. Kısa sürede ise milyonlarca kullanıcıya ve paylaşıma ev sahipliği yaptı. 15 saniyede bir şeyler anlatmaya; ya da piyasa diliyle “sosyal içerik üretmeye” azmi cezmü kast eylemiş milyonlarca insanımız varmış meğer. Peki Instagram, Facebook ve Youtube gibi uygulamaları bile geride bırakan uygulamanın bu kadar hızlı bir ivmeye sahip olmasının geri planında ne var? 

İnsanoğlu tarihi boyunca hep kendini ifade etmeye çabalamıştır. İlk dönem de ki hiyeroglif yazıyı saymazsak; insanın iletişim aracı hep kelimeler olmuştur. Sanatsal bir anlatım veya iletişim şekli olarak resmi, müziği, heykeli vb. saymak elbette mümkün. Ancak ana akım ifade yöntemi kelimelerdir diyebiliriz. Bazen yazarak bazen sözlerle ifade ederek. Gelgelelim günümüz insanı kelimelerini kaybetmiş durumda. Kendini ifade etmek için görüntüyü-görünürlüğü tercih etmesi Facebook, bilhassa Instagramın fotoğrafın konuşturulduğu mekanlar haline gelmesindeki büyük etken olarak değerlendirilebilir. 

Doğallığı edepsizlik sanmak

Sosyal medya uygulamaları takipçilik sisteminde deyim yerindeyse iletişimin ve ulaşımın tüm sınırlarını kaldırmış, saniyelik viral bir görüntüyle “dünya gündemine oturmak” bir tık uzağa düşmüştür. Dilini bilmediğiniz insanların bile sizden haberdar olması, likelaması ve sizin taklidinizi yapması, hatta fan sayfanızın açılması artık an meselesidir. Bu şöhrete kavuşmak için bazı adımlara ihtiyaç var elbette. Bunların başında ise Youtube ve Instagram gelmektedir. Biraz edit işinden anlamanız, kitlelere hitap edebilmek için ışık ve ses efektlerini iyi kullanmanız hasılı biraz emek ve mesai harcamanız gerekecektir. Gerektiği kadarını 2018 Ağustos’a kadar yaptı da iletişim canavarları. Ancak bu sistemi alt üst eden bir uygulama çıktı; Tiktok. Neden alt üst etti diyorum, çünkü Tiktok’un diğer uygulamalardan farklı bir yapısı bulunuyordu: “Olduğun anı olduğun haliyle çekip paylaşmak. “Dağınık, kirli, pasaklı, çirkin olmanızın hiçbir önemi yok. Instagramdaki gibi herkesin sahip olduğu kusursuz vücutların, şahane tatil pozlarının bu mecrada karşılığı yok. Veya fazla like almak için bir fotoğraf mizanseni kurmak, yukarıda bahsettiğimiz ses ışık efektlerinde kaybolmanıza da gerek yok. Yaşadığın andan 15 saniye çek ve paylaş. Mümkün olan en “doğal” hal üzerinde en fazla like almak işten bile değil. Yalnız burada atlanmaması gereken bir husus da bulunmakta: “Doğallık” kavramı/algısı. Bugünün insanın kavramlar konusunda hayli aklı müşevveş ve bulanık. Doğal olmayı pasaklılık, edepsizlik, ağzına geleni söylemek ve patavatsızlıkla karıştırır olduk. 

21. yüzyıl insanı “Olum, lan abi var ya, bak şimdi ablacım” gibi sakil ifadeleri kullananları “harbi, açık sözlü, dobra” olarak niteleyiveriyor. Bu nitelemenin revaç bulmasıyla uygulamaların içeriklerinin de evrildiğini görüyoruz.  Artık mizanselli efektli paylaşımlardan “carpe diem (anı yaşa)” mottosuna hızlı bir akış söz konusu. Pijamanızla, en pasaklı halinizle, ev halinizle çekim yapmak sizi “ayy ne kadar doğal” kılıfına sokuveriyor. Belki de bunun altında “o da bizden gibi” bir ifade ile kendimize yakın hissetme refleksi yatıyordur. Tam da saydığımız motivasyonlardan hareket ediyor Tiktok. Hal böyle olunca kullanıcı kitlesi olarak orta ve alt gelir seviyesine sahip bir kesim kendiliğinden ortaya çıkmış ve bu uygulamayı sahiplenmiş oldu. Belki de küresel çapta bu kadar hızla yaygınlık kazanmasının sebebi dünyanın genel sosyo-ekonomik yapısında orta ve alt gelir seviyeli insan grubunun hiyerarşik olarak en büyük dilimde yer alması olarak okunabilir. 

Ucube şovları

Uygulamada doğallık kadar “farklılık” kavramı da ön plana çıkıyor. Farklılık oranınız sizi daha izlenir kılıyor, fenomen olmanın yolunu açıyor. BBC röportajında gazeteci Önder Abay: “Türkiye’de bu kadar yoğun cüce olduğunu Tiktok sayesinde öğrendik” diyor. Haklı bir tespit olabilir. Fiziksel olarak farklı özelliklere sahip hatta dezavantajlı bireyler olarak nitelenenlerin videoları çok daha fazla “tık” alabiliyor. Bu da bizi 2011’de yayına başlayan American Horror Story’nin dördüncü sezonu olan Freak Show’a götürüyor. Hani sirkine taze bir kan getirmek gayesiyle fiziksel anomaliye sahip kişileri sahneye çıkaran sirk sahibi Elsa Mars vardı… Aslında adından bu kadar ilgiyle bahsedilen yapımın karakterleri kurgu değil. Bu karakterler de bizi alıp taa 16. yüzyıla götürüyor. 16. yüzyıl İngiltere’sinde doğuştan fiziksel anomaliye sahip insanların hem korkutucu hem eğlendirici birer öge olarak kullanıldıkları, aristokrat davetlerinde gerçekleştirdikleri şovlar bugün bilgilerimiz arasında mevcut. Siyam ikizleri, vücudu tümör kaplılar, sakallı kadınlar, genetik bozukluğa sahip saçsız dişsiz küçük çeneli insanlar bu şovların vazgeçilmezleri arasında yer alıyor. Yani gözün görmeye alışık olmadığı, toplumdan dışlanan “anormal” olarak zikredilen kişiler büyük merak uyandırıyor ve “normallerin” eğlencesi haline geliyor. Bu gösteriler “ucube şovları” olarak literatürde yerini alıyor ve mezkur durum 20. yüzyıla kadar sürüyor. Farklı görünmek, bozukluk, çirkinlik gibi vasıflar “görünür” kılınarak birer özgüven nesnesi haline böylece dönüşüveriyor. Ne dersiniz, Tiktok ile bir benzerlik söz konusu mu? Doğal, pis, çirkin, dezavantajlı grupların çektiklerinin şöhretine bakılırsa hepimiz birer “ucube şov” izleyicisi olabilir miyiz? Yoksa bu her gün bir başka adada tatil storysini hayranlıkla izlediğimiz Instagram fenomenlerinden dikkati ve şöhreti kendi üzerlerine çekmeyi başarmış alt sınıfın bir başarı hikayesi mi?  “Eğlenmek hepimizi hakkı, hem zenginin hem yoksulun. E şöhret de hepimizin hakkı hem zenginin hem yoksulun” der misiniz? “Ayrıca bu platform sadece fiziksel olarak farklıların eğlendiği mecra değil, ne sosyoloji kastın be kalem sahibi” diyorsanız, yine haklısınız. Bu mecrada başkaları da eğleniyor. O zaman gelelim bu konuyu gündeme taşıma meselemize. 

Geçtiğimiz aylarda Tiktok’a dair istatistiki veriler kamuoyuyla paylaşıldı. Dünyadaki Tiktok kullanıcı sayıları listesinde 119.3 milyon ile Hindistan başı çekiyor. Hemen ardından 39.6 milyon kullanıcı ile ABD ikinci sırada yer alıyor. Üçüncü sırada kim var dersiniz? Evet doğru bildiniz. 28.4 milyon ile Türkiye. Dünyanın en hızlı büyüyen sosyal medya platformu sıfatını kazanmış olan Tiktok’un ülkemizde bu denli yaygınlaşması, hatta “sınırları aşmasının” nedenlerini biraz daha düşünedururken sizi son zamanların Tiktok fenomeni Zeynep Yatkın ile tanıştırmak isterim. Hani başörtülü bir hanım olup, yeni nesil rap müziğin genç isimlerinden Ben Fero’nun şarkılarına 15 saniyelik eşlik etmesiyle gündeme oturan Zeynep Hanım’dan. Çıkaramadınız mı hala? O zaman geçen hafta BBC News Türkçe’nin kendisi ile bir belgesel-röportaj gerçekleştirdiği hanım diyelim? Hala “cık, tanıyamadık, hiç duymadık” diyorsanız bu ismi, samimiyetle söylüyorum ki yazıyı okumayı burada noktalayınız. Zira bu ismi kaleme almakla “reklamın iyisi kötüsü olmaz” mottosu mucebince çeşitli tereddütler yaşayıp, reklamına hizmet etmemek için yayınlamamak fikrine defalarca gelip gittiğim doğrudur.  Ama bir şekilde time’mıza düştü, elbette tanıyoruz, sosyal medyada üzerinde dönen tartışmalardan haberdarız diyenler var ise, buyurun biz devam edelim. 

‘Bir çeşit tebliğ’

Zeynep Hanım, orta yaş sınıfından ev hanımı, başörtülü bir bayan. Tiktok’ta on binlerce takipçiye sahip. Çeşitli zaman ve mekanlarda dans ve figürlerle yayınladığı Tiktok videoları ile dikkatleri üzerine çekerek fenomenlik merdivenlerini hızla tırmanmakta. Bu yaştaki ve başörtülü bir hanımın bu tarz videolara bu tarz müziğe eşlik etmesi alışılmışın dışında olduğu için, bu mecrada oldukça adından bahsettirdi. Öyle ki yakın bir zamanda genç bir youtuber’ın kanalına konuk olup, bu işi “gençlere bir nevi tebliğ vasıtası olarak kullandığını” ifade etti. Sessiz sedasız Zeynep Hanım’ın videolarını ve tebliğ faaliyetlerinin mahiyetini kavramaya çabalarken, bu çabamızı kolaylaştırıcı bir hamle BBC’den geldi; sağ olsunlar. Zeynep Hanım, eşi, birkaç Tiktok fenomeni, bir gazeteci ve FİSA çocuk hakları merkezinden bir temsilcinin yer aldığı belgesel tadındaki röportajın kelime kelime izini sürerek, Tiktok’un insanlara ve insanların Tiktok’a verdiği değer üzerinden bir anlamlandırma çalışması için gelin fenomenlerin sözlerinden alıntılarla devam edelim. 

Zeynep Hanım: “Duygularımız bastırıldı, gençlikte bastırıldığı için belki de böyle patlak veriyor. Ergenlik döneminde biz Kuran Kursu’nda yaşıyorduk. Çarşaflı bir insandım. Mahmut Efendi’nin kurslarında büyüyen aşırı radikal hiç etrafa bakmayan her kitabı okumayan. Yani o halden bu hale gelince insanlar otomatikman ‘ulan sen çarşaflıydın, sen dinden çıktın’ diyor. Çünkü biz de öyle görüyorduk. Açık insanlara kafir diyen insanlardık. Nasıl bir cehaletin içindeymişiz. Rabbime şükürler olsun bizi kurtardı cehaletten. En çok o yönde mutluyum yani. Eşime de minnettarım bu konuda” diyor hemen burada eşi devreye giriyor ve “Tiktok. O eğlence dünyasında bir anda fenomen olmuş, benim haberim de yoktu. Tabii bana bu fenomenlikten dolayı pek çok hakaret geldi, nasıl böyle bir şeye izin verirsin, hanımının sosyal medyada ne işi var diye.  Ben onlara şunu dedim: O benim eşim. Ben onun sahibi değilim. O bir insan. Kişiliği, fikri olan, zekası olan birisidir. Orası onun özgürlük alanı, asla müdahale etmem orası da beni ilgilendirmez.” Sözleriyle tüm alkışları topluyor. Sosyal medyada Zeynep Hanım’ın eşi Ramazan Bey’e övgülerin ardı arkası kesilmiyor “onun sahibi değilim” sözü üzerinden. Şu “sahiplik” sözünü biraz kurcalamak yerinde olacak sanırım. Elbette kimse kimsenin hiçbir canlı diğerinin sahibi değil. Ramazan Bey modern bir kavram olan “sahiplik” kelimesini oldukça başaralı kullanıyor. Oysa Mahmut Efendi cemaatinin kurslarında yetişmiş, dindar bir yaşam sürdüğü izlenimi veren bu ailede “sahiplik” kavramının kullanımından ziyade “emanet” kavramının üzerinde konuşulması beklenirdi (miydi?). Birbirimize uyarıda bulunduğumuz, tavsiye verdiğimiz zaman, edep sınırı aşmayan tepki gösterdiğimiz zaman aslında birbirimizin sahibi olduğumuz iddiasında bulunmayız, bulunmamalıyız. Bilakis biz inananlar hakkı tavsiye etme, iyilik ve güzelliğe yöneltme ilkesiyle kaim olanlarız. Hepimiz birbirimiz üzerinde emanetçilik vasfı taşıyoruz. Kadim İslam geleneğinin temel öğretisinde de eşlerin birbirine, bedenin bize emanet olduğu vurgusu yatmaktadır. Bu ise sahiplikten ötede emanetlik mertebesinde her şeyi daha anlamlı kılmaktadır. Çünkü sahibi olduğunuz her şey üzerinde mutlak tasarruf yetkimiz vardır, hoyratça kullanabiliriz. Oysa size emanet edilenin iyi olarak muhafazası, zamanı geldiğinde “iyi” olarak teslim edilmesi bilinci bir çabayı, ince bir anlamı barındırmaktadır. Yazının başında da dediğimiz gibi kavramlar konusunda zihinlerimiz bir hayli bulanık. Birisini mutlak anlamda özgür bırakmak, onun eylemleri hakkında herhangi bir öğüt, eleştiride bulunmamayı sahibi olmamak anlamında yüceltiyoruz. Oysa hayır. Edep ve saygı çerçevesinde birbirimizi daha iyi ve güzele doğru sevk etmek gayesiyle konuşabiliriz, konuşabilmeliyiz. Tabii yapılan eylemin iyi olmadığını düşünmüyorsanız o başka. 

İçteki cevher ve başarı

Neyse biz Zeynep Hanım’ın Tiktok’a yüklediği amaç ile devam edelim: Amacının kapalı olarak bir şeyleri başarmak olduğunu söylüyor ve sıradan bir ev hanımı iken tiktokun kendisini ve içindeki cevheri ortaya çıkardığını ekliyor. Bu durumu bir başarı göstergesi olarak kabul ediyor, kapalı olduğumuz için birçok imkanın bize tanınmadığından hayıflanıyor. Daha sonra “Ama çok kafa dağıtıyor, depresyona birebir. Tavsiye ederim. Bana çok iyi geldi” diyerek babaannesinin ölümünün Tiktok ile nasıl üstesinden geldiğini anlatıyor. Tiktok’u birkaç saat açmadığı zaman Cengiz Kurtoğlu ve Ahmet Kaya dinleyip ağladığını ve bıraktığı anda o acının hemen depreştiğini söylüyor. Tam burası hali pür melalimizi özetleyen can alıcı nokta: Modern insanın acıyla yüzleşmeme kaygısının herkesi kuşatması karşımızda. Hani Karl Marx “Din halkın afyonudur” diyordu ya, işte bunun evrilmiş hali “sosyal medya platformları toplumların afyonudur.”  Öyle ki bir yakının acısını yaşamak bile ağır geliyor modern dünya insanına, en kısa yoldan uyuşmak, unutmak istiyor. 

Tam da burada belgesel, pazarcı olan bir Tiktok fenomeninin şu sözlerini kayda geçiriyor: “Mesela benim bacağım ağrıyor, Tiktok’a giriyorum. İnsan dalıyor ya bacağın ağrısı gidiyor. İnsanın hoşuna gidiyor unutuyor yani. Başka bir ülke gibi düşünelim.” 

Başka bir gezegen gibi

Başka bir ülke gibi düşünelim hatta başka bir dünya. Tüm acılarımızı unutup, tüm ağrı ve sanrılarımız kaybolduğu bir gezegen. 

Bu gezegene giriş nedeni ise Zeynep Hanım’a göre kargaşanın çok olup insanların eleştiriden birbirlerini yargılamadan bıkmış olması. Kendi ifadeleriyle: “Nefes alamıyoruz. Dinli, dinsiz, ocu, bucu… Tarikatlı, tarikatsız... Bunlardan bıktım. Benim haykırışım bundan. O yüzden insanlar bu platformlara Tiktok’a, Instagram’a sarılıyor.  İnsanları güldürmek çok zordur. Onu başarmak bile bir başarı benim için. Yaptığım hareketler saçma olabilir ama güldürüyor. Bir insanı güldürüyorsun, bundan daha güzel bir şey olabilir mi?” 

Yine dönüp dolaşıp bir başarı hikaye yazmasına geliyoruz modern insanlar olarak. Amacımız başarılı olmak mı, amacımız insanları güldürmek mi? Amacımız hayat maceramızda tüm olumsuzlukları, tüm acıları unutmak mı? Tasavvur ettiğimiz dünya-hayat ikilemini yeniden konuşmamız gerekiyor bugün. Kavram kargaşası kadar amaç kargaşası yaşadığımız da aşikar. Tasavvur ettiğimiz dünya her geçen gün sekülerleşirken, seküler dünyanın kavramıyla yeniden yolumuza ışık tutuyor Zeynep Hanım: “Özelden yazan genç çocuklar var. Çarşaflı, kuran kursuna giden, benim hayatımı yaşayan… ‘Abla biz de öyleyiz. Çok haklısın’ diyor, destek veriyorlar bana gizliden. Aşikar verse topa tutulacak. Çocukların çoğu istemeden yapıyor. Teknoloji çok ilerledi çocuğu hapsediyorsun oraya. Özgürlük alanını kısıtlıyorsun. Hiçbir şey yaşayamıyor orada. Hep aklı bu tarafta kalıyor gençlerin.” Yazının bu kısmında odaklanmayı öngördüğüm sosyal medyada tartışıldığı gibi kuran kurslarındaki gençlerin gizliden Zeynep Hanım’a destek verici mesajları değil elbette. İki nokta modern insan kavramları bağlamında dikkat çekiyor: Özgürlük ve Zeynep Hanım tarafından sınırları belirlenen taraflar. Burada bazı tarikatların veya dini grupların verdikleri eğitimin ne güzellemesi ne de eleştirisi yapmak niyetinde değilim. Ancak şimdiki çocukların "teknoloji çocuğu, sen oraya onu hapsediyorsun, özgürlük alanını kısıtlıyorsun” gibi ifadeler tam da 21. yüzyıl insanının genellemeci-yargılamacı tutumunun aks-i sedası niteliğinde. Bu yargıya varabilmek için tüm bu kursların ve kurslarda kalan gençlerin durumu ile ilgili bilgi sahibi olunması gerekiyor. Aksi takdirde o kurslarda kendi özgürlükleriyle dini eğitim almak isteyenleri koyacağımız bir yer bulunmuyor. Diğer dikkatimizi celb eden kavram ise taraf kavramı. Zeynep Hanım, “Aklı hep bu tarafta kalıyor” diyerek bir sınır çiziyor sanki. O taraf ve bu taraf, öte taraf ve bizim taraf. Kursta kalan gençlerin özgürlüklerinin elinden alındığı taraf ve karşısında Tiktok ile kendimizi özgürce ifade edebildiğimiz aydınlık taraf... Peki siz hangi tarafa daha yakınsınız? 

Pedofili şikayetleri

Siz düşünürken biz Tiktok tarafını biraz daha açalım. Şu ana kadar üzerinde durduğunuz kısımlarıyla gayet eğlenceli bir sosyal medya platformu olarak duruyor, doğru. Ama her konuda olduğu gibi burada da madalyonun öbür yüzü karanlık. Tiktok uygulaması özellikle gençler tarafından kullanılıyor. Resmiyete göre 13 yaş altının Tiktok uygulaması kullanımı yasak, ancak siz bir hesap açarken yaşınızı teyit edici herhangi bir uygulama bulunmuyor. Daily Mail gazetesine göre, 13 yaş sınırına rağmen 12 yaşındaki çocukların neredeyse yarısı Tiktok kullanıyor. 

Diğer uygulamalarda olduğu gibi yaşınızı 13 yaş üzeri göstererek bir hesap edinebilmeniz mümkün ve kolay. Hal böyle olunca çocukların kullanımı günden güne artıyor. “Ne var bunda canım çocuklar artık her yerde, varsın oyalansınlar varsın eğlensinler” mi diyorsunuz. Demeyin!. Çünkü Tiktok uygulaması üzerinden çeşitli istismarlar ve pedofili şikayetleri ayyuka çıkmış durumda. Uygulama da istismara sebebiyet verilebilecek iki durum söz konusu. Birincisi uygulama üzerinde canlı yayın yapılması. Kontrol edilmediklerinde, “oyalansın” diye ellerine verildiklerinde çocuklar kötü niyetli kişiler tarafından canlı yayın açmaya sevk ediliyor, cinsel içerikli mesaj gönderen hesaplara maruz kalıyor, “seni daha iyi görebilmek için” nidaları arasında hain kurdun keskin dişlerine teslim oluyorlar. Bu durumu tetikleyen ikinci unsur ise para. Tiktok üzerinden kullanıcılar “hediye” başlığı adı altında birilerine “jeton” yolluyorlar. “Jeton satın al” kısmına tıklayınca “fatura yansıt” seçeneğinden bu hediyenin sanal bir hediye değil gerçek maddi para olduğunu anlıyorsunuz. Özellikle küçük yaştaki kullanıcılar, canlı yayın açan fenomenlerin veya yüksek takipçili popüler kullanıcıların jeton hediyesi -yani para- karşılığında kendi isimlerini söylemesini, doğum günü kutlamasını, selam göndermesi vb. talep etmek kanalıyla maddi açıdan istismar ediliyor. Malum paranın açamayacağı kapı, açtırmayacağı canlı yayın yok. 

Tiktok Haziran 2019’da uygulama içi satıştan 10.8 milyon dolar kazandı. Bu geçtiğimiz yıl aynı aya göre yüzde 588 bir artış. Elbette devir kapital devir. Hal böyle olunca denetim pek de kimsenin umrunda değil, maksat devran dönsün. Aslında denetimle ne kadar ne yapılır o da belli değil, kullanıcı yaşı 18 yaş olsa istismarlar azalır mı? Yoksa çocuğun rızası olmadan çocuğunun fotoğrafını whatsapp profil fotoğrafı, Instagram storysi yapan ebeveynlerin şikayet ironileri mi artar? Düşünülmesi gereken soru. Zeynep Hanım bu soruya “Teşhircilik olayı olduğu için Tiktok  bir kez damgalandı. Hem iyi hem kötü içeriğe sahip olan Tiktok da iyi içeriği al, kötüyü alma” diye cevap veriyor vermesine de henüz 8-10 yaşında canlı yayın açmanın içine doğan çocuklarımız kurdun pençesine düşmeden kötüyü nasıl öğrenecek?  El-Hak bu işin yaş ile de alakası tartışılır. Zira Hindistan’da iki çocuk annesi 24 yaşındaki bir kadının, kocası Tiktok adlı uygulamayı kullanmasını yasakladığı için zehir içerek intihar ettiği, kadının, zehir içtiği o anları kayda alarak eşine gönderdiği haberini duymuş olmalısınız. Ancak bu Tiktok’un ilk ölümü değil. Mumbai’de 15 yaşındaki bir kızın, Tiktok uygulamasında çok fazla vakit geçirdiği gerekçesiyle kendisini ikaz eden büyükannesine kızıp, doğum gününde kendini asarak intihar ettiğini, Nisan ayında da Delhi eyaletinde Salman Zakir isimli 19 yaşındaki gencin yine Tiktok videosu çekerken yanlışlıkla arkadaşı tarafından vurulduğu manşetlerde yer almıştı. Tiktok kullanıcısının en fazla olduğu ülkenin Hindistan olduğunu hatırlarsak, ölümlerin orada olması çok da sürpriz bir son değil. “Yozlaşma ve pornografiye teşvik” gerekçesiyle uygulamaya erişim Hindistan’da birkaç hafta yasaklanmıştı. Hindistan parlamentosunda yasaklama tartışmaları hala sürüyor. Bu yazı benzer vakalar ülkemizde yaşanmadan tartışmayı şimdi başlatmak niyetinde. 

Çünkü değişiyoruz. Hiçbir sabitesi olmadan, kadını erkeğiyle, zenginiyle yoksuluyla, hiçbir sınıfı atlamadan, toplumsal kuramları yıka yıka değişiyoruz. Farklı olanı hem merak ediyor, izliyoruz hem de istemiyoruz. Farklılık kavramının içini de değiştiriyoruz. 

Sonsöz yerine: Konuyu çok dağıttığımın, giriftleştirdiğimin farkındayım. Ancak anlamak ve sade bir dille anlatmak için çabaladığımı bilmenizi isterim. Ama bu mümkün değil. Çocuklarımızı her türlü istismar tehlikesinin kucağına bu kadar kolay bırakabilmemizi, sadece kapital kaygılarla denetlemenin ve cezai yaptırımların yetersizliğini, evde oturan tonton teyzelerimizin hatta ninelerimizin dillerini bilmedikleri şarkılarla dans figürü ile video çekmelerini, kızlarımızın bu teşhir saplantısından nasıl kurtulacağını düşünmenin buhranını, özgüvenin ne olduğunu, özgüvenimizi gösteri performanslar üzerinden kazanma kaygısı güderken, mutlak “güven” algımızın nasıl yerle bir olduğunu anlamanın ve anlatmanın zorluğunu ifade etmekten gayrısı gelmiyor elimden. Ve sanırım yine anlatamadım. 

[email protected]