Trump geliyor, Avrupa kışa hazırlanıyor
ABONE OL

Prof. Dr. Nursin Ateşoğlu Güney/ Milli İstihbarat Akademisi Öğretim Üyesi

ABD Kasım seçimleri öncesi, Avrupalılar NATO'nun "Trump'a karşı korunup korunamayacağını" (Trump-proofed olup olmayacağını) ve dolayısıyla ondan nasıl etkilenmeden yola devam edeceğini birbirlerine sorup durdular. Bir yandan da bu sorunun cevabını hiçbir zaman öğrenmek zorunda kalmayacaklarını umuyorlardı. Ancak ABD Başkanlık seçiminde Trump ciddi bir oy alıp Beyaz Saray'a yeniden gelince, Avrupalı liderler ve özellikle de NATO'nun yeni genel sekreteri Mark Rutte, şimdi Washington'un yeni yönetimiyle çalışmak zorunda kaldı. Bu, Avrupa'nın bir şekilde kendisini ABD'ye beğendirme zorunluluğuyla karşı karşıya kaldığını da gösteriyor. Dolayısıyla Rutte ve diğer İttifak üyelerinin, acilen, Avrupa'nın ve NATO'nun ABD'nin işine yarayacağını kanıtlamak gibi bir dertleri var.

NATO yaşayacak mı?

Bilindiği üzere Trump ve ekibindeki bazı isimler, Avrupalıların İttifak ile ilgili daha çok sorumluluk üstlenmeleri gerektiğini çoktan beyan ettiler. Trump'ın geçiş dönemi için seçmiş olduğu ekibinin hepsinin Amerikan dış politika uygulaması hakkında ortak bir görüşe sahip olduğunu söylemek aslında zor. Bu ekip arasında oldukça küçük bir grup, izolasyoncu olarak tanımlanabilecekken; buna karşıt bir diğer ve daha kalabalık sayıdaki grubun ise müttefikler arasında iş bölümü yapılmasını savunan bir görüşe yakın olduğunu söyleyebiliriz. Bu görüşte olanlar, Avrupalıların kendi savunmaları konusunda artık ciddi bir sorumluluk almaları gerektiği ve böylece Trump yönetiminin sadece Hint-Pasifik'e odaklanabileceğini söylüyorlar. Özetle, bu grup Avrupa güvenliğinin doğrudan Avrupalılara bırakılması gerektiği düşüncesindedir. Seçilmiş Başkan Yardımcısı JD Vance, bu iki grup arasında bir yerde duruyor gözüküyor. Bir süre önce Vance, ABD'nin NATO'ya olan bağlılığını yineledi. Ama bunu yaparken Vance'in NATO'nun sadece bir refah alanı/mekânı olmadığını ve artık gerçek bir ittifak olması gerektiğini ifade etmiş olması dikkat çekicidir. Bu farklı görüşlerden hangisinin, Amerikan yeni yönetiminin dış politikasının belirlenmesinde etkili olacağını tabii ki zaman gösterecek. Bize göre, Trump yönetimi konu Avrupa/NATO ve Ukrayna meselesi olduğunda, Avrupalıların Avrupa güvenliğine daha fazla öncelik vermesini ve daha fazla sorumluluk almasını isteyecektir. Trump'ın ilk döneminde doğrudan onunla çalışmış olan bazı yetkililer, onun ABD'nin NATO'ya olan bağlılığını azaltmaktan ve hatta gerektiğinde İttifak'ın sona erdirilmesinden bahsetmekten hiç çekinmediğinin farkındadır.

Rutte'nin ve Avrupalıların Ukrayna meselesi

Bugün, Avrupa'nın önde gelen devletleri, azalan ekonomik büyüme, zayıflayan liderlik ve Ukrayna savaş yorgunluğu gibi sorunlarla karşı karşıyadır. Bu nedenle, Avrupa'da moral ve motivasyon açısından liderlik yapabilecek- ve bu yükün çoğunu üstlenebilecek- yegâne ismin NATO Genel Sekreteri Mark Rutte olduğu iddia edilmektedir. Görünen o ki, Rutte de bu göreve hazır. Bilindiği gibi eski bir merkez sağ Hollanda Başbakanı olarak Rutte'nin Trump ile samimi bir ilişkisi vardır. Bu durumun Avrupalılar lehine bir avantaj yaratacağı beklentisi günümüz Avrupa'sında oldukça hâkimdir. Kanımızca, Ukrayna meselesi Trump'ın görevi teslim almasından sonra masasındaki öncelikli dosyalardan biri olacak. Bilindiği üzere, Trump, Rusya'nın Ukrayna'nın işgal ettiği bazı toprakları ülkesine katabileceği hızlı bir çözüm için planlar yapmaktadır. Buna karşılık Rutte ise, ABD'nin ulusal güvenlik çıkarları gereği Rusya'nın Ukrayna'da zafer kazanmasına izin vermemesi gerektiğine inanmaktadır. Avrupa'da yaygın olan görüş ise, doğal olarak Rutte'ninkine yakındır. Buna göre, ateşkesin şartları ne olursa olsun, kıtada kalıcı bir barışın anahtarı, Ukrayna'nın uzun vadeli güvenliğinin garanti altına alınmasından geçmektedir. Bu nedenle, bazı Avrupalılar Ukrayna'nın NATO üyeliğinin sağlanmasının şart olduğuna inanmaktadır. Ancak bu konuda, Avrupalılar arasında tam bir görüş birliği de yoktur. Trump'ın da zaten bu fikri kabul etmesi oldukça zayıf bir ihtimaldir. Dolayısıyla, mevcut şatlar altında, Avrupa Birliği'nin 42.7 Maddesindeki savunma taahhüdüne- ki NATO'nun beşinci Maddesine kıyasla biraz daha zayıf bir güvence olan taahhüdüne- dayanan bir formülle Ukrayna'nın güvenliğinin sağlanması Avrupa'da tartışılan önerilerdendir. Tabii bunun için önce Kiev'in AB üyeliğinin sağlanması gereklidir. Ayrıca, Avrupalıların Kiev'e uzun vadeli askeri yardım yapma taahhüdünü vermeleri yanı sıra, ek olarak çatışma sonrası Ukrayna'ya Avrupa birlikleri konuşlandırılması da tavsiye edilmektedir. Buradaki temel pürüz şu: Ukrayna'nın AB üyeliğinin uzun bir süre alacağı bir gerçekken Birliğin 42.7 savunma taahhüdü meselesinin operasyonel hale gelmesi kısa vadede olası görünmemektedir. Ve NATO'nun son Washington Zirvesi'nde Ukrayna'nın güvenliğini teminat altına almak için kabul edilmiş olan destek planının uygulanması bile şimdilik daha somut ve gerçek bir alternatif olarak durmaktadır. Sonuçta yine Trump'ın ikna edilmesi önem taşıyor.

Avrupalılar düşünüyor: Trump nasıl ikna olur?

İlk çözüm: Eller cebe...

Trump'ın, Avrupa ve NATO'nun geleceği konusunda (yani bu ikisinin işe yaradığı konusunda) ikna edilmesi için bir yol NATO müttefiklerinin bütçe sorumluluklarını yerine getirmiş olmalarından geçiyor. Haziran 2025 NATO Zirvesinde, İttifak'ın otuz iki üyesinden yirmi üçünün gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYİH) yüzde 2'sini İttifak'ın savunma harcamasına yöneltmiş olması kutlanabilecek. İttifak'ın geriye kalan dokuz üyesinin de bir an evvel bu hedefe ulaşması için teşvik edilmesi önerilmektedir. İlaveten, bu yaz yapılacak NATO Zirvesinde müttefiklerin hedef yükseltmesi, yüzde 2'den gelecek on yılın sonuna kadar yüzde 3'ün hedeflenmesi de söz konusu. Kısaca, Müttefikler kesenin ağzını açarak Trump'a olumlu bir gündem sunmayı düşünüyorlar.

Avrupalıların yeni savunma harcama hedefleri arasında, müttefik ülkelerin belirli savunma gereksinimlerine öncelik vermesi tavsiye edilen bir görüştür. Bu bağlamda Avrupalı devletlerinin öncelikli olarak kıta güvenliğini sağlayacak yeni savunma planları çerçevesinde, yeterli sayıda Avrupa askeri kuvvetlerini biran evvel edinmeleri salık verilmektedir. İkinci olarak da Avrupalıların askeri alandaki bazı önemli eksikliklerini karşılamak için yeterli sayıda imkân ve kabiliyetler-stratejik kaldırma, havadan havaya yakıt ikmali, modern operasyonel istihbarat, iletişim, komuta ve kontrol gibi yetenekleri- edinmeleri önerilmektedir. Bunların her biri, Avrupa'nın Amerikasız kalması halinde kıta Avrupa caydırıcılığı için gerekli unsurlardır. Üçüncü olarak, Avrupalıların ileride ABD'nin Deniz Kuvvetleri'nin birçoğunu Asya'ya kaydırması olasılığını düşünerek şimdiden kendi deniz kuvvetlerini inşa etmesine yönelik hazırlık yapmaları tavsiye edilmektedir. İlaveten de NATO'nun Haziran Zirvesinde İttifak ile AB ve ABD arasında güvenlik meselelerinde yeni sorumluluk görev alanlarının paylaşımının yapılmasının gerekliliğine dikkat çekilmiştir. Böylece, ABD'nin İttifak özelinde üstlenmiş olduğu mevcut yükün hafifletilmesi amaçlanmaktadır. Bu görev paylaşımına göre, NATO'nun en önemli sorumluluğu İttifak antlaşma alanının savunulması olacaktır. AB ise, başta Afrika olmak üzere güneyindeki çatışmaların sorumluluğunu üstlenecektir. Orta Doğu'daki güvenlik meselelerinde de son Kızıldeniz kriz örneğinde olduğu gibi, ABD'nin öncülüğünde Avrupalıların da dahil olduğu askeri ortak sorumluluk alanları-sürekli olmayan ve doğrudan krizlerle ilgili caydırıcılıkla ilgili olarak ortaya çıkan sorumluluk alanları- oluşturulabilinir.

Trump'ın ileride ABD'yi NATO'dan çıkarma olasılığına karşı bir tedbir olarak, Avrupa'nın ulusal savunma harcamalarını bundan sonra yeterli bir seviyede tutması gerektiği fikri Avrupalılar arasında yavaş yavaş yayılmaktadır. Bu bağlamda, Avrupa'nın NATO'nun özellikle Haziran Zirvesi öncesinde İttifak'ın güvenlik meselleri ile ilgili olarak artık bazı somut taahhütlerde bulunması gerektiği düşüncesi belirmiştir. Bu görüşe göre, ABD'nin İttifak içinde tutulması ancak bu sayede mümkün olacaktır. Avrupalıların bahsedilen bu gayretleri sonucunda, eğer güçlü bir NATO yaratılırsa o zaman Trump 'ın güce dayalı Amerikan üstünlük stratejisiyle bir şekilde uyum sağlanmış olacak yani İttifak'ın geleceği garanti altına alınmış olacaktır.

İkinci çözüm: NATO, Asya'ya...

Bir diğer ikna aracı, ABD-Çin rekabetinde Avrupa'nın yerini belirlemesinden geçiyor. Avrupa'daki bazı güvenlik uzmanlarının tespitine göre, Çin'in bazı askeri harcamaları- özellikle de donanma yatırımları, füzelere ve nükleer silahlara yaptığı harcamalar v.b gibi- ABD'nin Doğu Asya'daki geleneksel askeri egemenliğine ciddi biçimde meydan okumaya başlamıştır. Bu görüşün savunucularına göre, Avrupalılar ABD'nin söz konusu bu bölgedeki caydırıcılığı sürdürmesi için gösterdiği çabalara yardımcı olmak mecburiyetindedir. Bu bağlamda, önceden de belirtildiği gibi Avrupa'nın öncelikli olarak kendi bölgesel güvenliği konusunda daha fazla sorumluluk alması şarttır. Bunun yanı sıra Avrupalılar artık Hint-Pasifik'te de NATO çerçevesinde ABD'nin Pekin karşısındaki mücadelesine destek olmalıdır yani NATO Asya'ya yönelmelidir.

Bu yeni transatlantik sorumluluk paylaşımı görüşüne göre, Lahey'de yapılacak NATO Zirvesinde atılacak yeni adımlarla İttifak sorumluluk alanı somut olarak Asya'ya kadar yayılmalıdır. Bu görüşün sahipleri, son olarak Ukrayna'da özellikle Kuzey Kore askerlerinin savaşmak üzere Rusya tarafından konuşlandırılmış olmasının sonucunda artık Avrupa ve Asya güvenliği arasında doğrudan bir bağ oluştuğu kanısındadır. Bu nedenle, Avrupa ülkelerinin, bir yandan hem Asyalı devletlerin NATO zirvelerine katılımını sürdürmesini teşvik etmeleri hem de Asya'da yeni NATO irtibat bürolarının oluşturulmasını desteklemeleri gerekmektedir. Diğer yandan da Avrupalıların Çin'i, Tayvan'ı işgal etmemesi yönünde uyarması-ve böyle bir olasılığın korkunç sonuçları hakkında Pekin'i ikna etmesi- ve ilaveten Asya-Pasifik bölgesinde ABD ile seyrüsefer özgürlüğü tatbikatlarına katılarak, ABD'nin Asya'daki olası bir savaşı caydırma çabasına katkıda bulunmaları beklenmektedir.

Bu iki çözüm Trump'a cazip gelecektir ve ikna olmaya meyilli hale gelebilir. Fakat Washington direnmeyi tercih ederse Avrupalılar çözüm için nereye bakmalı? Washington ve teknoloji paylaşımı elbette yine devrede.

Trump ikna edilmez ise çözüm orta/uzun menzilli füzeler mi?

Bilindiği üzere, Soğuk Savaş sırasında Avrupa barışının istikrarını koruyan ABD'nin stratejik nükleer kuvvetlerine dayanan nükleer caydırıcılığıydı. Şimdi, Lahey'deki NATO Zirvesi öncesi Avrupalıları endişelendiren bir başka önemli konu ABD nükleer şemsiyesinin güvenilir olmaması halinde, Avrupa'nın olası Rus saldırganlığı karşısında Avrupa kıtasının nükleer caydırıcılığını nasıl temin edecekleridir. Bu bağlamda ortaya çıkan tartışmalarda, İngiltere ve Fransa'nın mevcut caydırıcı duruşlarını yeniden gözden geçirmeleri gerekebilir dense de ABD'nin nükleer şemsiyesi olmadan Avrupa'nın bu iki nükleer gücünün Moskova'nın nükleer gücü karşısında etkisiz kalacağı-yani caydırıcı olamayacağı-bilinmektedir. Bilindiği gibi, geçen sene 11 Temmuz 2024'te Washington'da yapılan NATO Zirvesi sırasında, ABD ve Almanya yetkilileri ortak bir açıklama yaparak 2026 senesinde Almanya topraklarına Amerikan balistik füzelerinin yerleştirileceğini duyurmuştu. Söz konusu bu füzeler 500-5500 km menzil aralığında olan füzelerdir. Almanya'ya yerleştirilmesi beklenen füzeler arsında, örneğin 500 km menzilli SM-6'dır. Ayrıca Tomahawk füzelerinin menzili ise 1.300 km. iken, hipersonik füzelerin de menzilli 3000 km'dir. Bilindiği gibi, Almanya'nın2023 Ulusal Güvenlik Stratejisi'nde önemli ve radikal bir değişiklik olarak orta menzilli füze yeteneklerinin geliştirilmesi ve konuşlandırılması konusuna ilk kez yer verilmiştir. Alman medya kuruluşlarının çoğu, bu kararı Şansölye Olaf Scholz'un Alman-Rusya ilişkilerinde- özellikle Ukrayna'daki çatışmalar söz konusu olduğunda-bir dönüm noktası olarak yorumlamış ve bu hadiseyi, Şansölye Helmut Schmidt'in (SPD) 1980'lerde Alman topraklarına ABD yapımı Pershing II füzelerinin konuşlandırılması kararına benzetmiştir. Hükümetin bu füze konuşlandırma kararı başta SPD olmak üzere diğer bazı muhalif partiler tarafından ciddi olarak eleştirilmiştir. Örneğin, SPD Almanya'da orta menzilli füze yeteneklerinin konuşlandırılmasının Avrupa'da "yeni bir silahlanma yarışı" ile sonuçlanabileceğini iddia etmiş ve bu nedenle karara tepki vermiştir.

ABD'nin orta menzilli sistemlerini Almanya'da konuşlandırmak istemesinin en önemli sebebi, Avrupalı müttefiklerine şu anda sahip olmadıkları bu yetenekleri sağlamak suretiyle Avrupa caydırıcılığını özellikle Rusya karşısında yeniden tesis etmektir. Dolayısıyla, bu karar NATO ile Rusya arasındaki eşitsizliğin azaltılmasına yönelik bir adımdır. 2000'li yılların ortalarından sonra Moskova'nın, 1987'de imzalanan ABD-Sovyet/Rus INF Antlaşması'nı ihlal ederek 9M729 İskender-M1 seyir füzeleri (2.500 km menzilli) ve 3M22 Zirkon hipersonik füzelerini (1.000 km'ye kadar menzilli) geliştirdiği Batı tarafından iddia edilmektedir. Bilindiği üzere, 1987 tarihli INF Antlaşması, menzili 500 ile 5.500 km arasında olan ve aynı zamanda nükleer savaş başlığı taşıyabilen, karadan fırlatılan seyir ve balistik füzelerin geliştirilmesini, test edilmesini ve konuşlandırılmasını yasaklamıştır. Rusya'nın INF Antlaşmasını ihlal ettiğini iddia eden ABD de 2019 yılında bu gerekçeyi sebep olarak göstererek söz konusu Antlaşmadan resmen çekilmiştir.

11 Temmuz 2024'te Avrupa ile ilgili bir başka karara göre de Polonya, Fransa, Almanya ve İtalya Savunma Bakanları Avrupa uzun-menzilli füze vuruş kabiliyeti geliştirme kararının bir parçası olarak, yeni seyir füzeleri ve fırlatıcılarının geliştirilmesini içeren yeni bir niyet mektubu imzalamıştır. Halihazırda, niyet mektubunu imzalayan bu Avrupa devletlerinden hiçbirinin bu tür yeteneklere sahip olmadığı biliniyor. İlaveten, bu devletlerinin gelecekte edinecekleri bu türden ateşleme kabiliyeti ile hassas uzun menzilli saldırılar yapabilmeleri için, ABD'den halihazırda temin ettikleri istihbarat, gözetleme, hedef edinme ve keşif yeteneklerini de geliştirmeleri gerekmektedir.

Winter is coming...

Trump geliyor, Avrupa'nın kışı ufukta göründü ve tabii Avrupalılar kışa değil sonbahara bile hazırlıklı değil. Bugün Avrupalılar Ukrayna Savaşı nedeniyle, Rusya'dan algıladıkları tehdit karşısında ABD'nin desteğinin sonlandırılma olasılığı karşısında ciddi ciddi endişelenmekte ve yukarıda belirtildiği üzere kendi caydırıcılıklarını kuvvetlendirmek üzere bazı planlar yapmaktadır. Ama Avrupalıların bu tedbirlerden birçoğunu yakın bir süre zarfında gerçekleştirmesi pek olası görünmüyor. Bu nedenle, NATO Genel Sekreteri Rutte'nin bir şekilde özellikle NATO hakkında 2. Trump yönetimini ikna etmesi gerekiyor. Bu nedenle NATO Genel Sekreterinin çoktan bazı alternatif arayışlar içine girdiği müşahede ediliyor.

İttifak'ın ABD tarafından terk edilebileceği duygusuna kapılanların Avrupa'da yaygın olması sebebiyle, Avrupalı müttefiklerin bir süredir İttifak'ın kurtulabilmesi adına bazı planlar yaptığı bilinmektedir. Bu planlardan birine göre, Haziran 2025'te Lahey'de yapılacak NATO Zirvesinde Avrupa'nın işe savunma sorumluluklarına odaklanmakla başlaması ve dolayısıyla Avrupa'nın İttifak içindeki ABD yükünü hafifletecek bazı tedbirler alması gerektiği önerilmiştir. Benim beklentime göre, 2. Trump döneminde Başkan Trump'ın güce dayalı bir politika izlemesi yüksek bir olasılıktır, bunun için de Avrupa güvenliğinde sorumluluğu doğrudan NATO'daki müttefiklerine yıkacaktır/verecektir. Bu nedenle, Trump'ın NATO'yu ortadan kaldırması beklenmemektedir. Bana göre ABD Başkanının Avrupa savunmasında Avrupalıların daha fazla yük alacağı ve dolayısıyla daha güçlü bir NATO ile yola devam edileceği yüksek olasılıktır.

Bu noktada çok kritik iki bilinmez var: İlki Rutte'nin Trump ile diyaloğunu kullanarak ABD'yi Avrupa/NATO konusunda ikna edip edemeyeceği. İkinci bilinmez Türkiye ile ilgili. Aslında, Avrupalıların yıllardır sahip oldukları stratejik körlük bizler için bilinen bir vaka ama gerçek şu ki yeni jeopolitik ortamda Avrupa'nın özellikle savunma alanında Türkiye'ye olan ihtiyaçları her geçen gün daha da artmakta. Bu bağlamda, günümüz koşullarında, Avrupalıların Ankara ile doğru bir zeminde buluşup ortak bir işbirliği alanı oluşturabilmeleri mümkün olacak mı, bu bilinmiyor. Eğer bu iki bilinmez olumlu bir biçimde bilinir olmaya evrilirse, o zaman Avrupa sert bir kış yerine ılık ve bereketli bir sonbaharı yaşayabilir. Aksi durumda kemiklere kadar donmaya hazır olsun.