Trump'ın konjonktürel müttefikleri: Evanjelikler ve Yahudi lobisi
ABONE OL

Haydar Oruç/ Ortadoğu Uzmanı

ABD'de 5 Kasım'da gerçekleşecek başkanlık yarışı, ABD başkanlarının dünya siyasetindeki etkisi nedeniyle sadece ABD'de değil tüm dünyada dikkatle takip ediliyor.

Bu yarışı öncekilerden ayıran ve daha çekişmeli hale getiren ise Trump'ın, onu tekrar başkan olmaktan alıkoymaya yönelik tüm hukuki engellere, ekonomik zorluklara ve gerek geleneksel medyada gerekse de sosyal medyada sesinin kısılmak istenmesine rağmen yeniden güçlü bir dönüş yaparak Cumhuriyetçilerin adayı olmasıdır.

Trump'ın başkan adaylığı süreci nasıl ilerliyor?

Trump'ın resmen başkan adayı olmasında ve şimdiye kadarki anketlerde önde gidiyor olmasının arkasında; kendisine uygulanan baskıları dile getirip Amerika'nın güçsüzleştiği ve demokrasiden uzaklaştığını ileri sürmesinin yanı sıra, ilk döneminde kullandığı "Amerika'yı yeniden büyük yapacağız" şeklindeki sloganlarını tekrar etmesinin önemli payı olduğu söylenebilir. Ama ABD'de kuvvetli olduğu bilinen bazı cemaatlerin, lobilerin ve aşırı sağcı toplulukların desteğini almış olması da yadsınmamalıdır.

Yarışta her şey zaten Trump'ın lehinde iken, 13 Temmuz'da Butler, Pensilvanya'da yapılan mitingde suikast girişimine maruz kalması sonrası Trump'ın arkasındaki rüzgâr iyice kuvvetlenmiş ve anketlerde de arayı açmıştır. Özellikle Trump'ın saldırıdan sadece küçük bir sıyrıkla kurtulmasını Tanrı'nın lütfu olarak gören bazı kesimler, Trump'ın seçilmiş bir kişi olduğunu ileri sürerek ona olan bağlılıklarını sıkılaştırmışlar ve sanki bir dini lidermiş gibi arkasında saf tutmuşlardır.

Çoğunluğunun Evanjelik olduğu bilinen bu kesimler ABD'deki Hristiyan mezheplerden en yaygını olarak göze çarpıyor. Nüfusun yaklaşık yüzde 25'ine tekabül eden Evanjelikler aynı zamanda Hristiyan Siyonistler olarak da biliniyor.

Bu kesimin içinde özellikle iki isim ve onların kurdukları örgütler var ki, bunlar Trump'ın önceki döneminde olduğu gibi, şimdiki yarış sürecinde de onun yanında olmaya ve tekrar seçilmesi halinde de onu yönlendirip kendi ajandalarını gerçekleştirmeye çalışıyor. Şimdi bu isimlerden kısaca bahsedelim.

Russell Vought ve Amerika'yı Yenileme Merkezi

Trump'ın ilk döneminde, "yönetim ve bütçe ofisi direktörü" olarak görev yapmış ve Trump'ın tekrar başkan olması halinde yönetimine Hıristiyan milliyetçi fikirleri aşılamak için planlar geliştiren "Amerika'yı Yenileme Merkezi (Center for Renewing America)" isimli think tank'in kurucusu ve yöneticisi olan Russell Vought bu isimlerin ilkidir.

Vought'un Trump'a çok yakın olduğu biliniyor ve tekrar seçilmesi halinde de özel kalem müdürü olarak görevlendirilmesi bekleniyor. Vought iki yıl önce Newsweek'e yazdığı bir yazıda, Amerika'nın "hakların ve görevlerin Tanrı'dan geldiğinin kabul edildiği bir Hristiyan ulus olarak tanınması gerektiğini" ileri sürmüş ve bu nedenle de liberal kesimlerde fundamentalist olmakla eleştirilmiş biridir. Hatta yönetime gelmesi halinde Hıristiyan doktrinini destekleyeceği ve kamu politikalarına bu doktrini aşılamaya çalışacağı değerlendirilmektedir.

"Önce Amerika" hareketinin bir müridi olan Vought, ABD'yi dış savaşlardan uzak tutmanın ve federal harcamaların kısılmasının da kararlı bir savunucusu olmuştur.

İnsan haklarının, "insanlar tarafından değil Tanrı tarafından tanımlandığını" ileri süren Vought'un göçmeler konusundaki görüşleri de çok katıdır. Zira ABD'ye kabul edilecek kişilerin belirlenmesindeki kriterlerin hukuki olmaktan ziyade İncil'in öğretileriyle ilgili olması gerektiğini söyleyen Vought, göçmenlerin "İsrail'in Tanrısını, yasalarını ve tarih anlayışını" kabul edip etmemesine göre ABD'ye alınması gerektiğine inanmaktadır.

Ayrıca Trump'ın ABD'yi NATO'dan çekme ve Meksikalı uyuşturucu kartellerine karşı askeri güç kullanma konularındaki düşüncelerinin de, kısmen de olsa Vought'un düşüncelerinden kaynaklandığı değerlendirilmektedir. Zira Amerika'yı Yenileme Merkezi'nin tutum belgelerinde bu konuda ifadeler yer almaktadır.

Vought'un, "Project 2025" isimli bir vizyon ortaya koyarak Amerika'nın daha muhafazakarlaşması için çaba sarf eden Heritage Vakfı yetkilisi ve Baptist Liderlik Merkezi (Center for Baptist Leadership) yöneticisi William Wolfe ile yakın ilişkileri olduğu bilinmektedir. Hatta Wolfe'un yazılarında dile getirdiği "İsa Mesih sınırları açık bir sosyalist değildi" ve "İncil, egemen uluslar kavramını tartışmasız bir şekilde savunur" şeklindeki argümanlarını sık sık tekrar ettiği bilinmektedir.

John Hagee ve İsrail için Birleşmiş Hıristiyanlar Örgütü

İkinci isim olan ve Katolik Kilisesi, Yahudiler ve İslam hakkındaki yorumları ve kanlı ay kehanetini desteklemesi nedeniyle tartışmalara neden olan Amerikalı papaz ve televizyon vaizi John Hagee, İsrail'in desteklenmesi için mücadele eden "İsrail İçin Birleşmiş Hristiyanlar (Christians United for Israel)" isimli Hıristiyan Siyonist örgütün kurucusu ve başkanıdır.

2006 yılında CUFI'yi kuran Hagee, bu tarihten itibaren kilisesindeki Hristiyan Siyonist müritlerinin her platformda İsrail'i desteklemesi öğütlemiş ve siyasete angaje olarak kongre ve Beyaz Saray'a İsrail'in taleplerini yerine getirecek kişilerin seçilmesi için uğraşmıştır.

Bu kapsamda, 2008 yılında Obama'ya karşı McCain'i destekledikten sonra, 2016 seçimlerinde de Trump'a destek vermiş ve Trump'ın başkanlığı döneminde uyguladığı İsrail yanlısı politikalarında da etkili roller oynamıştır. Bunlardan en önemlisi kuşkusuz Trump'ın Kudüs'ün İsrail'in başkenti olduğuna dair kararı ve Tel Aviv'deki büyükelçiliği Kudüs'e taşınması olmuştur.

Hagee'in İsrail'e verdiği aşkın desteğin ardında kendi Hristiyan inancının gereği; Mesih'i dünyaya getirmek ve bunun mümkün olması için de İsrail'in kutsal topraklarda çıkaracağı büyük savaşın (Armagedon) desteklenmesi olduğu iddia edilse de, nihayetinde Hristiyan Siyonist öğretilerin nasıl şekillendiği göz önünde bulundurulunca Hagee'in de İsrail'e ve Yahudilere bakışının ne şekilde olduğu ortaya çıkacaktır.

2020'deki seçimde Trump'ı desteklemediği ileri sürülen Hagee'in, bunun yerine Trump'ın başkan yardımcısı Mike Pence'e yakın durdurduğu ve özellikle 6 Ocak Kongre baskınından sonra Trump'tan iyice uzaklaştığı ifade edilmektedir.

Cumhuriyetçilerin 2024 başkanlık seçimlerine yönelik aday belirleme sürecinde de Trump'tan uzak durarak öncelikle Pence'i desteklediği anlaşılan Hagee'in, Pence adaylıktan çekildikten sonra Niki Haley'e destek verdiği gözlenmiştir. Ancak Trump'ın adaylığı kesinleştikten sonra dilini yumuşattığı ve Trump'ın muhtemel başkanlığında yine yakın çeperde bulunacağı değerlendirilmektedir.

Trump'a yönelik suikast girişiminden sonra pek çok Evanjelist rahip gibi Hagee de bir mesaj yayınlamış ve " Donald Trump için dua ettiğimiz gibi, Amerika ve ulusumuzun iyileşmesi için de dua ediyoruz" diyerek, Trump'a zeytin dalı uzatmıştır. Dolayısıyla Trump'ın başkanlık yarışında 2020'deki seçimde desteğini alamadığı Hagee ve müritlerinden bu sefer destek alacağı değerlendirilmektedir.

Görüldüğü gibi bu isimler belirli bir dini öğretisi ve angajmanı olan ve genel dünya görüşleriyle de Trump ile uyuşmaları pek mümkün olmayan kimselerdir. Ancak Trump'ın çevresinde konumlanarak kendisinin başkanlık yetki ve salahiyetlerinden istifade etmeye ve bu şekilde ABD'yi kendi tasavvurlarındaki gibi bir ülke haline getirmeye çalışmaktadırlar. Trump da başkanlığa giden yolda kendileriyle yol yürümekte ve bu sayede parti dışından gelmesine rağmen kendisine bir taban yaratmış olmaktadır. Bu taban ona ilk dönemi sunduğu gibi şimdi de ikinci dönem için fırsat sunmaktadır.

Yahudi Lobisi (AIPAC, ADL, AJC, vb.)

ABD'deki Yahudi lobisinin çatı kuruluşu olan "Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (AIPAC)", kısaca ADL olarak bilinen "İftira ve İnkârla Mücadele Birliği (Anti-Defamation League)" ve AJC olarak bilinen "Amerikan Yahudi Komitesi (American Jewish Committee) ABD'de faaliyet gösteren başlıca lobi kuruluşlarıdır.

Lobinin amacı; ABD'nin her hal ve koşulda İsrail yanlısı politikalar takip etmesini, İsrail'in güvenliği için gerekli yardımların yapılmasını, uluslararası kuruluşlarda İsrail'e karşı herhangi bir karar alınmamasını temin etmek yani İsrail'i korumaktır. Bunun için de her yıl milyonlarca dolar akıtarak kendilerine yakın adayların seçilmesini sağlayan lobi, başta kongre olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlarla yakın temastadır.

Trump'ın başkanlık döneminde açıkladığı Kudüs ve Golan kararları ile ABD'nin İran ile imzalanan nükleer anlaşmadan çekilmesi kararında, Trump ile Netanyahu arasındaki yakın ilişkiler kadar lobinin çalışmaları da etkili olmuştur.

Bugüne gelindiğinde ise, Biden'ın kişisel olarak Netanyahu'dan haz etmemesine rağmen 7 Ekim'den sonra İsrail'e verilen desteğin ardında bu kuruluşların olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bu lobi kuruluşları aynı zamanda Cumhuriyetçilerle görüşüp destek almakta ve başkanlık yarışında yara almak istemeyen Demokratlar da, bazen gönülsüz olsalar da bu yardımları onaylamak durumunda kalmaktadırlar.

Netanyahu'nun son ABD ziyaretinde Kongre'de yaptığı konuşmayı da bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Zira Netanyahu Biden tarafından değil, Temsilciler Meclisinin Cumhuriyetçi başkanı Mike Johnson tarafından davet edilmiştir. Netanyahu'nun konuşmasına demokratların nerdeyse yarısı katılmamışken Cumhuriyetçiler tam kadro hazır bulunmuştur. Benzer şekilde Netanyahu'nun Trump ile görüşebilmesinin arkasında da lobi olduğu değerlendirilmektedir. Zira 2020 seçiminden sonra Trump Netanyahu'ya mesafe koymuş ve o tarihten beri hiç görüşmemişti.

Ancak yeniden seçim sürecine girilmesi Trump'ın da yumuşamasına ve daha pragmatik bir tavır alarak lobinin iplerini elinde tutan İsrail'in başbakanıyla poz vermesine sebep olmuştur.

Sonuç olarak,

Trump, 5 Kasım'da yapılacak başkanlık seçimine kendi kaynakları kadar Evanjeliklerin ve Yahudi lobisinin de desteğini alarak girmek istemektedir. Bu kapsamda öne çıkan bazı Hristiyan Siyonist ve Hristiyan milliyetçisi isimler başta olmak üzere Yahudi lobisiyle yakın ilişkileri olan dini ve siyasi örgütlerle de yakın temas kurmakta ve onlardan alacağı oylarla yarışı kazanmayı hedeflemektedir. Yahudi lobisinin de özellikle 7 Ekim'den sonra bölgede yaşanan gelişmeleri İsrail lehine sonuçlandırmak için Trump'a destek verdiği anlaşılmaktadır.

Bakalım bu işbirliği Trump'a Beyaz Saray'da ikinci dönemin kapılarını açabilecek mi? Daha da önemlisi, Trump seçilmesi halinde bu işbirliğini devam ettirecek mi yoksa Evanjeliklerin ve Yahudi lobisinin dayatacağı konular yerine kendi ajandasını hayata geçirerek, görece daha bağımsız bir politika mı izleyecek?

Zira Trump ilk döneminde bu kesimlerin tuzakları nedeniyle pek çok sorunla boğuşmak zorunda kalmış ve arzu ettiği gibi bir başkanlık dönemi geçirememişti. Seçilmesi halinde görece daha rahat bir başkanlık dönemi geçirecek olan Trump'ın, seçmenlerine vaat ettiği gibi "önce Amerika'nın çıkarlarını gözetmesi" halinde ise Evanjelikleri mutlu etse bile Yahudi lobisiyle sorun yaşaması kaçınılmaz gözükmektedir.

Böyle bir durumda Trump'ın mı alaşağı edileceği yoksa İsrail'in ABD üzerindeki etkisinin mi sona ereceği şimdiden merak edilmektedir.