Tunç Soyer, Nurettin Soyer, MEŞRU BAŞKENT
ABONE OL

Yıllar sonra Venezuela’da yaşananların ayrıştırıcı özelliğini tek bir cümle ile özetlememiz gerekse “Batı Guido’yu meşru lider olarak ilan etti” diyeceğiz muhtemelen. Egemen bir devletin başkanının kim olduğuna, bu ülkeye düşmanlıklarını açıkça ortaya koymuş olanlar karar vermeye kalktı. Sonunda ne olur bilinmez, ancak süreç Venezuela’daki karışıklığın daha da derinleştiği bir seyir izledi. Benzer teşebbüslere daha önce Ukrayna Turuncu Devri-mi’nde, 2009 İran seçimlerinde, Ermenistan’da yaşanan Kadife Devrim’de denk gelmiştik. Meşru olanın dış güçlerce belirlendiği ve neticesinde ülke-nin yönünün değiştiği dönüşüm süreçlerine şahitlik ettik. Ukrayna’da Yuşçenko, Ermenistan’da Paşinyan sokak hareketleri sonunda devlet başkanlığı makamlarına getirildi. Buna direnmeyi başarabilen yegane ülke İran oldu. Brezilya eski Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva’nın başına gelenler hepimizin gözleri önünde gerçekleşti. Milli politikalara önem vereceği, dış yatırımı sınırlandıracağı ve IMF’yi Brezilya’dan çıkaracağı vaatleri ile iktidara gelen Lula da Silva’yı ömrünü dört duvar arasında tamamlama tehlikesi bekliyor. Neticede Amerika tek kurşun atmadan kendisine bağlı yeni vassallar elde etti ve kaynağı bizzat kendisi olan bir meşruiyet zeminini tesis etti. Meşru olanın kim olduğu ve gayrımeşru olanın hangi kriterler ile gayımeşru ilan edildiği artık bu zemin üzerinde belirlenmekte.

İç muhalif dinamikler IMF eli ile vassallaştırılan Türkiye’yi bu ilişki türünden kurtarmak isteyen Erdoğan’ın diktatör ilan edilmesi bu yeni meşruiyet paradigması içinde bir anlam ifade ediyor elbette. Turuncu Devrim benzeri bir devrimi Gezi ile deneyen aklın, başarısız olunduğu demde hendek terörü üzerinden farklı kalkışmalara tevessül etmesi, neticesinde ise bir Türkiye klasiği olan darbeye tevessül etmesi gayrımeşru kabul ettikleri Erdoğan’ın bir şekilde devrilme-sinin yollarının aranması anlamına gelmekteydi. 17-25 Aralık sürecinde Erdoğan’a yöneltilen tehditlerin, Luiz Inácio Lula da Silva’ya yöneltilen tehditlerden ve neticede başına gelenlerden bir farkı olmadığını görmek bizleri karşı karşıya olduğumuz aklın çalışma prensipleri konusunda fikir sahibi kılıyor. Gayrımeşru ilan edilene karşı bir şeyler sembolleştiriliyor ve bu sembol etrafında iç muhalif dinamikler toplanmaya çağrılıyor. Yuşçen-ko, Paşinyan, Guido isimleri ülkelerindeki darbelerde sembolleştirilen kimseler haline gelirken, siyasal kültürü tüm bu ülkelerden daha patriyarkal olan Türkiye’de Erdoğan’a karşı simgeleşecek bir isim seçmemeleri ve “Gezi” gibi mekanlar üzerinden halk hareketlerini anonimize etme çabaları Erdo-ğan’ın karizması karşısına koyacak bir karizma bulamamaları sebebiyleydi. 31 Mart seçimlerine giderken yeni bir anonimize ediş ve sembolizma yaratma çabası ile karşı karşıyayız. İzmir’de Tunç Soyer’in adaylığı ile başlayan süreç, sonucu sandıkta değil sokakta arayan aklın elde etmek istedi-ği neticenin ne olduğunu ortaya koyar mahiyette.

Meşru başkent

Cumhur İttifakı karşısında yer alan partilerin, Millet İttifakı olarak adlandırdıkları bir ittifak etrafında bir araya gelmeleri, ittifaka verilen isim göz önünde bulundurulduğunda, sandık ittifakının ötesinde bir plan çevresinde bir tasarı olduğunu anlamamızı sağlıyor. Guido’nun temsil ettiği Vene-zuela halkı gibi bir temsile hitap etmek söz konusu ittifakın en önemli hedefi. Neticede hepsinin, ucu NATO’cu bir merkezde birleşen birer siyasal hareket olduğu ve FETÖ’nün bu birleşmede önemli bir regulasyon görevi üstlendiği açık. Amaçlanan, Türkiye’yi NATO’nun kucağında iş gördüğü fabrika ayarlarına döndürmek. Zira Türkiye 70’ler dahil olmak üzere hiç bir zaman NATO’dan bu denli uzaklaşmamıştı. Bazı çevrelerin yaşadığımız günleri “tarihin en karanlık günleri” olarak adlandırmalarının en önemli sebebi bu. İçinde bulunduğumuz mücadelenin bir beka mücadelesi olarak adlandırılmasının en önemli sebebi de tam olarak bu. Var olacaksak bizi var edecek olanın yine bize ait dinamikler olduğunu ve bunları bir parya olarak hayata geçiremeyeceğimizi ortaya koyan bir siyasal irade ülkenin rotasını NATO’nun mutlak bir parçası olmaktan başka bir yöne çevireli çok oluyor. Bu hengamede Türkiye’nin en önemli sembol şehirlerinden İzmir’e aday olarak Tunç Soyer isminin seçilmesi açık seçik yeni bir simgeleşme olarak karşımıza çıkıyor. Soyer ve babası etrafında sürdürülen tartışmalar 31 Mart sonrası İzmir’de yeni bir meşruiyet zemini aranıp aranmayacağı sorusunu hatra getiriyor. 12 Eylül’ün sembol figürlerinden birisi olan Nurettin Soyer’in oğlu olan Tunç Soyer’in İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlı-ğı’na aday oluşu sonrası yaşanan tartışmalarda CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun ve oğul Soyer’in tutumları bu sembolleştirme faaliyetinin başladığını bizlere gösteriyor. Soyer’in cürümlerini bir bütün olarak savunan Kılıçdaroğlu ve bunlar ile iftihar ettiğini ifade eden Tunç Soyer bir anlamda 12 Ey-lül’e sahip çıkıyor. Böylesi bir sahiplenişin yalnızca İYİ Parti’ye oy vermesi gündemde olan Ülkücü kökenliler tarafından tasa edilmesine yönelik dillendirilenler ise meselenin ancak bir kısmını vuzuha kavuşturur mahiyette. Zira 12 Eylül’den en büyük darbeyi yediğini iddia eden Türkiye So-lu’nun önemli bir kısmı günümüzde CHP’ye angaje olarak siyaset yapan yahut CHP’ye oy veren kimseler. Oysa söz konusu kimselerde 12 Eylül’e yönelik böylesi bir sahiplenmenin kritiğe tabi tutulduğuna şahit olmuyoruz. Aynı Kılıçdaroğlu’nun Dersim hadiseleri hakkındaki mütalaasına sessiz kalındığı gibi buna yönelik de herhangi bir eleştiri ortanın solundan yükselmiyor. Oysa Soyer tartışmalarında sahiplenilen Tunç Soyer’in kendisi değil, tevarüs ettiği gelenek. Elbette babasının kabahati ile evlat muaheze edilemez. Kolektif suç diye bir şeyi modern insan olarak da Müslüman olarak da kabul etmemiz mümkün değil. Babası kabahatleri ile yüzleşmek üzere dünya sahnesinden çekildi ve Mahkeme-i Kübra’yı bekliyor; gelgelelim Tunç Soyer 12 Eylül’ün bütün mirasını kabulleniyor ve tebrie ediyor. Şu halde 31 Mart’ta İzmir’de en azından belli bir entelektüel seviyede oylanacak olan şey 12 Eylül’e olan yaklaşım oluyor. Evet, Türkiye’nin en önemli NATO üslerinden Buca Şirinyer NATO üssüne ev sahipliği yapan İzmir, son büyük NATO’cu ihtilalin sembol figürlerinden birisini, üstelik 12 Eylül’ün günahlarını savunur biçimde şehremaneti koltuğuna oturtup oturtmamayı tartışıyor. Tam da Amerika’nın bir köşede meşru ve gayrımeşru olanları ilan ettiği bir demde İzmir 31 Mart sonrasının gerilim merkezi haline getirilmek isteniyor-sa bundan daha uygun bir aday bulunamazdı. Allah muhafaza, sokaklarında karışıklık çıkartılmak istenen Türkiye’nin “meşru başkenti bu saatten sonra İzmir’dir” diyebilecek kadar kontrolsüz bir güç ile savaş halindeyiz zira. Mustafa Kemal’in başkenti Ankara’ya karşı, Osmanlı’nın payitahtı İstanbul’a karşı, Yunan’ı denize döktüğümüz İzmir’in oturtulması çabasına zaten on yıldan fazladır tanık oluyoruz. “Aydın insanların şehri İzmir”, “son kale İzmir”, “Kurtarılmış İzmir” güzellemeleri Yılmaz Özdil gibilerin mikro milliyetçilikleri ile sürekli parlatılarak gündeme getiriliyor. Çomarların Türkiye’si bir yana, aydın Türkiye portresinin en güzel manzaralarına ev sahipliği yapıyor İzmir bazıları için. Bu şartlamışlık elbette 31 Mart sonrası hedeflerinin ne olduğunu kestirmekte zorlandığımız kesimler açısından büyük bir konfor. Zaten Türkiye’nin geri kalan kısmından elitist bir üsttencilik ile ayrıştırdıkları İzmir’i olası bir sokak hareketinde nasıl bir simge ile ortaya koyacaklarının alameti Soyer’in belediye başkanlığı söz konusu oldu-ğunda daha iyi anlaşılıyor.

Asıl kavga seçimden sonra

Hasan Tahsin’in, 9 Eylül’ün kahramanı İzmir, NATO’cu geleneğe sahip çıkan bir belediye başkanını hak etmiyor. Aksine en önemli bağımsızlık sembollerimizden birisi olarak tarihteki şanlı yerini muhafaza etmeyi hak ediyor. Buna karşın Anadolu topraklarındaki Batılı istila, denize döküldüğü yerden başlatılmak isteniyor. Ata düştükleri yerden binmek gayeleri. Üstelik bu defa atın yularını Anadolu evlatlarına tutturmak, sokakları karıştır-mak, bu hengamede amaçlarına ulaşmak istiyorlar. Bu sebepledir ki binden fazla aday adayının talip olduğu İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığına sebebi anlaşılmaz bir biçimde Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer getiriliyor.

Zira Kılıçdaroğlu’nu koltuğa oturtan güç, Kılıçdaroğlu’nun hemen her hareketini belirlediği gibi adayların belirlenmesi sürecine de tam olarak ri-yaset ediyor. Kılıçdaroğlu’nun koltuğunun altına dosyaları verip Dengir Mir Mehmet Fırat’ın, Melih Gökçek’in karşısına çıkartan, kaset komplosunu tezgahlayarak Baykal’ı koltuktan uzaklaştıran, FETÖ ile aynı kaynaktan beslenen o meş’um güç Tunç Soyer’in İzmir’e başkan olmasını çok istiyor. Zira asıl kavga 31 Mart’tan sonra başlıyor. NATO’nun çocuklarına karşı kavgamız sürüyor.

@Taceddin_Kutay