Türk milliyetçiliğini doğuran dinamikler
ABONE OL

Türk milliyetçiliğinin siyasi bir akım olarak ortaya çıkmasında on dokuzuncu yüzyıl sonu ila yirminci yüzyıl başlarında, Osmanlı devletinde yaşanan çeşitli gelişme ve tartışmaların önemi inkâr edilemez. Her ne kadar Osmanlı millet sistemi içinde Sırbistan, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan ve Arnavutluk’un bağımsızlık süreçleri, Balkan Savaşları ve Rumeli’nin kaybı gibi olayların yıkıcı bir tesiri olmuşsa da yirminci yüzyıl başına dek siyasi bir akım olarak Türkçülüğün savunulmadığını görürüz. Gerçi Enver Ziya Karal’ın tasviriyle Osmanlı’nın son yüz elli yılında dil, edebiyat, filoloji ve hatta siyaset alanında Türkçülük varsa da onun değer ve önemine ilişkin herhangi bir eser kaleme alınmış görünmemektedir. Bu açıdan Yusuf Akçura’nın büyük önem taşıyan, 1904’te Rusya’da yazdığı ve Kahire’de II. Abdülhamid muhalifi Türk adlı gazetede yayınlanan Üç Tarz-ı Siyaset adlı makaleyle ilk kez gün ışığına çıkan siyasi bir yönelim olarak Türkçülük ya da Panturanizm telaffuz edilmiştir.

Tarafsız bir tutum

Osmanlı devletindeki çeşitli milletler arasında en son ortaya çıktığı iddia edilen Türk milliyetçiliğinin kamusal alanda savunulmaya başlanması ise İkinci Meşrutiyet dönemiyle birlikte olmuştur. Üç Tarz-ı Siyaset makalesinde Türkçülük ile İslamcılık arasında yansız bir tutum izleyen Yusuf Akçura’nın İkinci Meşrutiyet’in ilanı sonrası çalışmalarının tamamını Türklük ve Türkçülük üzerine yoğunlaştırmasından da anlaşılabileceği gibi temel eğilimi Türkçülük’e doğrudur. Bu bakımdan Yusuf Akçura’yı siyasi-fikri anlamda Türkçülük hareketinin önderi saymak yanlış olmasa gerektir.

Bu bakımdan Türk milliyetçiliğinin ne Osmanlı burjuvazisi içinde gelişen Türk burjuvazisinin bir önerisi olarak ortaya çıktığını ne de Osmanlı okullarında öğretildiğini savlayan Ali Engin Oba, onun ortaya çıkışını Osmanlı devletinin kendine özgü şartları içinde irdelemeye çalıştığı kitabı Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu’nda Osmanlı toplumu ve siyasetinin geneline yönelik kapsamlı bir tasvirle birlikte Türk milliyetçiliğini doğuran dinamikleri irdeliyor.

Bu dinamikler arasında belki de en önemlisi Osmanlı devleti içerisinde Türk etnisitesine atfedilebilecek bir burjuvazinin olmayışı olsa gerektir.

Milli burjuvazi

Osmanlı devletinde kapitalizmin gelişmesi için çaba sarf eden İttihat ve Terakki’nin bu noktada yaslanabileceği sivil bir toplum kesiminin olmayışı devletçi bir politikaya yol açmış, “milli burjuvazi”nin geliştirilmesine yönelik birçok çaba ise İkinci Meşrutiyet, Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı’nın olumsuz koşulları altında başarılı olamamıştır. Bunun belki de Türk milliyetçiliği açısından ilk sonucu Batı’da burjuvazinin bir önerisi olarak gelişmiş milliyetçilik anlayışına karşı, Türkiye’de milliyetçiliğin kendisine İttihat ve Terakki önderliğindeki asker-sivil-aydın kadrolarda bir yer aramaya çalışmasıdır.

Pancermenizm, Panslavizm gibi Almanya ve Rusya’da gelişen çeşitli akımlar kadar Türkoloji alanındaki çalışmaların Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkmasında etkili olduğunu kaydeden Oba, son dönem Osmanlı devletindeki önemli Türkçü isimler arasında yer alan Akçuraoğlu Yusuf, Ağaoğlu Ahmet, Hüseyinzade Ali Bey, İsmail Gaspıralı, Ziya Gökalp gibi isimler üzerinde de ayrıntılı çözümlemelere yer veriyor kitabında. Akımın dile getirilmesine uygun vasatları oluşturan Tercüman Gazetesi, Genç Kalemler, Türk Ocakları ve Türk Yurdu gibi dergi ve kurumları da özenli bir şekilde analiz eden Oba, Türk milliyetçiliğini ortaya çıktığı zemini şahıs, yayın organı ve kurum olarak sağlam bir etüde tabi tutuyor. Türk milliyetçiliğini ortaya çıkaran tarihsel şartları da analizine dahil eden Oba’nın kitabı bu bakımdan kayda değer.

@uzakkoku

Ruslara esir düşen subayın günlükleri

Birinci Dünya Savaşı esnasında Kafkas Cephesi’ndeki muharebelerde Ruslara esir düşen Mülazım-ı Evvel (Üsteğmen) Hüseyin Hamit Efendi’nin esir tutulduğu dönemde kaleme aldığı günlüklerden oluşan kitapta Hüseyin Hamit, Sibirya’ya olan esaret yolculuğunu, Nikolsk kampındaki esaret hayatını ve 1918 yılında esaretten kaçıp Türkiye’ye olan yolculuğunu anlatıyor. İki defterden oluşan günlüklerin ilk defterinde Hüseyin Hamit, Nargin Adası’ndan başlayıp Sibirya’ya, Nikolsk kasabasına gidişi ve burada yaşadıkları hakkında detaylı bilgiler aktarıyor. İkinci defter ise yaklaşık iki sene esir olarak hayatını sürdüren Hüseyin Hamit’in birkaç arkadaşıyla birlikte Nikolsk’tan kaçarak Türkiye’ye dönüşüyle ilgili bilgiler veriyor.

Bir Osmanlı Subayının Esaret Günlükleri, Hüseyin Hamit, YKY, 2020

Bir demokrasi düşünürü olarak Spinoza yorumu

Etika adlı kitabıyla ontoloji alanında monist düşüncesinin modern dönemde en önemli mümessili sayabileceğimiz Spinoza, aynı zamanda siyaset felsefesi alanında yazdıklarıyla da önemlidir. Özellikle demokrasi sorununu ele alışında kendine özgü yanlarıyla dikkat çeken Spinoza’ya modern Fransız düşüncesi içerisinde Althusser, Deleuze ve Matheron özel bir ilgi göstermiştir. Spinoza’nın demokrasi sorununu ele alışında yöntem, tanrı ve politika uğraklarını birbirine eklemleyerek düşünen Eylem Canaslan’ın kitabı, çağımızın önemli Spinoza yorumcularından Diego Tatián’ın kitaba yazdığı önsözdeki deyişiyle bir “hareket olarak demokrasi” fikrine varmayı amaçlarken özgün bir Spinoza yorumu da üretiyor.

Spinoza: Yöntem, Tanrı, Demokrasi, Eylem Canaslan, Dost, 2019