Türkiye ekonomisinde dengelenme süreci ve küresel etkiler
ABONE OL

Bilindiği gibi geçen yıl ağustos ayında yaşanan kur şokları ekonomimizin dinamiğini bozmuş ve bizi olmamız gereken denge noktasından çok uzak bir yere savurmuştur. Ekonomik verileri kesinlikle yansıtmayan bir kur seviyesi ve akabinde gelen yüksek enflasyon dalgalarıyla ülkemiz karşı karşıya kalmıştır. Bu durumun temeline inildiğinde, ABD - Türkiye arasında süregelen gerilimlerin yaşadığımız ekonomik bozulma üzerinde oldukça etkili olduğu açıkça görülmektedir. Özellikle Pastör Brunson’un tutukluluk hali ve bu duruma karşı ABD başkanı Trump’ın ekonomik alanda verdiği karşılıklar, kırılgan fakat toparlanmakta olan ekonomimizde derin izler bırakmıştır. Ayrıca medyatik bir kişilik olan ABD başkanının sosyal ve görsel medyayı da kullanarak ülkemizi açık hedef olarak göstermesi adeta işin tuzu biberi olmuş, yabancı yatırımcıların ülkemizi neredeyse bir Kuzey Kore statüsünde görüp yangın yerinden mal kaçırır gibi yatırımlarını geri çekmelerini hızlandırmıştır. 

Dengeleme süreci 

Ekonomi yönetimimiz bu duruma ilk önce swap faiz ve işlemlerinde gerekli düzenlemeleri yaparak karşılık vermiş ve spekülatif atakları ilk hamlede bertaraf etmeye çalışmıştır. Spekülatif saldırıların durması ve yabancı oyuncuların kur tarafında yaptıkları kimi zaman manipülasyona varan işlemlerin arkasının kesilmesi ile döviz kurları reel sektörü gün geçtikçe daha iyi yansıtmaya başlamıştır. Son aylarda ise geçen yılın eylül ayında başlayan dengelenme sürecinin neredeyse sonuna gelinmiştir. Tüm bu süreç içinde sıkı para politikası gevşek maliye politikasıyla beraber yürütülmüştür. Sıkı para politikası ekonomiyi baskılarken maliye politikası kanalıyla bu baskının şiddeti ve reel sektöre verdiği tahribat hafifletilmeye çalışılmıştır. Özellikle hazine tarafından yapılan faiz yükü yüksek düzeyde de olsa döviz cinsi borçlanmalar, daha sonra TCMB’de TL’ye çevrilerek devlet eliyle ülke içine döviz girişinin önünün açılmasını kolaylaştırmıştır. Bu durumu düşük kur seviyelerinden yararlanarak açık pozisyonlarını kapatmış olan özel sektörün kur riskinin bir nebze de olsa kamuya kayması olarak yorumlamak yanlış olmayacaktır. 

Peki şimdi neler yapılmalı, hızlı bir ekonomik büyüme patikasına nasıl geçilmelidir? Son aylarda ülkemizde düşen kurlarla beraber enflasyonda düşüş, turizm başta olmak üzere iktisadi faaliyetlerde göreli bir canlanma, cari açıkta daralma ve ihracatta hızlanma görülmektedir. Fakat iç siyasette bitmeyen seçimler, dış politik arenada ise S400 füzeleri ve Suriye kaynaklı gerilimler ülkemizin başını ağrıtmaya devam etmektedir. Sevindirici olan, normal koşullarda uzunca bir zaman daha seçim yapılmayacak olması ve bütçe açıkları veren devletimizin seçim ekonomisi girdabına neredeyse bir dört yıl süresince yakalanmama olasılığıdır. 

Eksen kayması 

Fakat küresel düzeyde bir eksen kaymasının yaşandığı dünyamızda hemen hemen her ülke için dış politikada gidişat hiç de iyi değildir ve bu durumun yansımaları ülkemizle beraber tüm gelişmekte olan ülkeleri de olumsuz etkilemektedir. ABD-Çin arasındaki ticari gerilimler artık kur savaşlarına evrilmiş, dünya tek kutupluluktan çok kutupluluğa doğru giden sürecin sancılarını çekmeye başlamıştır. Bu durum özellikle para politikasında elimizi oldukça güçlendirmekte ve TCMB nezdinde politika faizlerini güçlü bir şekilde indirerek bize iç talebi uyarma imkanı vermektedir. Kısacası, ticaret savaşları ülkemize ucuz maliyetli döviz girişi sağlayacak olması bağlamında elimizi kuvvetlendirmektedir. Fakat bu durum ileriki aşamalarda ticaret bariyerlerinin yükselmesine ve ülkelerin iki kutup (ABD veya Çin) arasında tercih yapmasına kadar gidebilecek bir sürece işaret etmektedir. Böylece küresel düzeyde belirsizlik artmakta ve küresel ticaret gün geçtikçe zarar görmektedir. Bizim ise küresel ticaretten aldığımız payın azalmasına karşın avantaja çevirebileceğimiz yegane olgu yurt içi faiz oranlarının daha hızlı düşürülmesi imkanının önümüzde belirmesidir. Bu yüzden ABD merkez bankası FED’in hareketleri tam anlamıyla takip edilmeli ve FED’in her faiz indiriminde TCMB de faiz indirim olanaklarını sonuna kadar kullanmalıdır. Bu sebeple merkez bankası toplantılarının FED toplantılarının hemen sonrasında düzenlenecek şekilde takvimlendirilmesi bizim yararımıza olacaktır. Böylece zaten yurt içinde hanehalkı gelirlerinin sürekliliği üzerinde ikilem yaşayan tüketicilerin düşen harcama eğilimlerinin de uyarılması sağlanacaktır. Kısacası hem dış hem de iç koşullar ülkemizde temkinli de olsa faiz indirimlerini genel olarak desteklemektedir. 

Ekonomimizde sıkı para politikası yerini gevşek para politikasına bırakırken maliye politikasında ise tam tersi bir döngünün yaşanması kaçınılmazdır. Bütçe açığı ve borçlanmaların faiz giderleri artık sürdürülebilir olmaktan çıkma yolundadır. Bu sebeple ekonomi yönetimimizin devlet harcamalarını azaltıcı fakat gelirlerini arttırıcı önlemleri bir an önce alması gerekmektedir. Gelirler sürdürülebilir ve devamlı kaynaklara dayanacak şekilde çeşitlendirilmelidir. Özellikle kamu fiyatlaması yapılan ürünlerde vergi oranlarının tüketiciyi de yıpratmayacak şekilde arttırılması ve dolaylı vergi kayıplarını kompanse edecek şekilde direkt vergi uygulamalarının yaygınlaştırılması bütçe dinamiğine büyük bir rahatlama sağlayacak unsurlardır. Ucuz kredi kanalları ile uyarılan ekonominin ölçülü şekilde artan vergi oranları ile kontrolde tutulması ve bu sayede devlet gelirlerinin arttırılması çabasının gerekliliği gelecek yıllarda önümüzün açılması için acı da olsa bir reçete olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Kur cephesi 

Son aylarda kur cephesinde de rüzgarın bizden yana estiği bir döneme girmekteyiz. Fakat çoğu zaman bu gibi dönemler aldatıcı unsurlar içermektedir. Merkez bankaları böyle dönemlerde rezervlerini arttırma yoluna gitmemekte ve olması gereken seviyenin de altına düşen kur seviyeleri ülkenin üretim kapasitesine zarar vererek onları ithalata bağımlı bir duruma çevirmektedir. Kamu sektörü her ne kadar temkinli olsa da özel sektör ucuz döviz cinsi borçlanmanın ipinin ucunu kaçırabilmekte ve bu borçlar daha sonra kamu sektörünün bütçe dengelerini bozarak devlete mal olmaktadır. Bu yüzden kurun rekabet edebilir düzeyin altında seyretmesi engellenmeli ve ihracatı destekleyici kur seviyeleri de para politikası kararları alınırken göz ardı edilmemelidir. 

Son bir yıldır yaşadığımız sorunların temelinde siyasi olguların hiçbir etkisinin olmadığını söylemek doğru olmayacaktır. Aksine siyaset ve ekonomi iç içe geçmiş zincir halkaları gibidir. Bu sebeple yapılan değerlendirmeler sadece ekonomi bağlamında kalmamalı ekonomi–politik düzlemine de çekilmelidir. Kırılganlığı artmış bir ekonomide siyasi anlaşmazlıklar ve küresel güçler ile yaşanan sürtüşmeler elbetteki ülke ekonomisinde oluşacak şokları tetiklemektedir. Bu durumdan ülke menfaatlerimizin gerektirdiği koşullar haricinde olabildiğine kaçınmak bizim için büyük fırsatlar doğuracaktır. Dış siyasette ülkelerin belli fikir ve ön yargılara saplanıp kalmaları onların kazan–kazan çerçevesinin dışına itilmesine sebep olmaktadır. Ulusal egemenliğimize ve ülke birlik ve beraberliğimize zarar verecek durumlar haricinde kazan-kazan stratejisinin kaybet ama kaybederken de karşındakine kaybettir stratejisine evrilmesinin önüne geçilmelidir. Ancak bu şekilde dış politikanın ekonomiye olumsuz etkisi sınırlanabilir ve kontrol altında tutulabilir. Anlaşmazlıkların medyaya taşınması ve medya aracılığıyla çözülmesi yerine klasik diplomasi metodlarının seçilmesi ve sorunların kamuoyuna kapalı bir şekilde müzakere edilerek çözülmesi tüm dünya ülkeleri için olduğu kadar bizim için de büyük bir avantajdır. Zira ekonomiler politik çalkantılardan çok kolay bir şekilde etkilenmekte ve birbirine entegre olmuş piyasalar aracılığıyla politik belirsizliklere ve ülkeler arası sürtüşmelere çok aşırı tepkiler vermektedirler. 

Ekonomi ve dış politika 

Ülkemiz gibi tasarruf oranlarının çok düşük olduğu ülkelerde sermaye akışlarının birden kesilmesi yatırımların finanse edilememesine neden olmaktadır. Bu durum ise yakın gelecekte ekonomik büyümeden tutun işsizliğe kadar birçok faktörü olumsuz etkilemektedir. Sermaye akışlarının kesilmesinin dış politik koşullardan kaynaklandığı durumlarda ekonomi yönetimlerinden bu sorunların çözülmesini beklemek elbette ki politika yapıcılara büyük bir haksızlık olacaktır. Politika yapıcılar temeli ekonomik olmayan koşullarda ancak sermaye akışından kaynaklanan semptomları azaltabilirler veya ekonomiyi her zaman üretken tutacak bir politika karması uygulayarak ekonomik kırılganlığı en baştan minimize edebilirler. Bu yüzden ekonomi yönetimi ile uyumlu bir dış politika sürdürülmesi ve ekonomi yönetiminin siyasi gelişmelere göre tedbir alması için önceden bilgilendirilmesi ülkemiz gibi dış kaynağa gereksinimi bulunan ekonomilerin gelişiminde büyük önem taşımaktadır. 

[email protected]