Türkiye'de Spinoza ilgisi
ABONE OL

Türkiye’de filozoflara, düşünürlere, entelektüellere dönüş, belirgin bir ilgi gösterme, kitaplarını peş peşe yayımlama real-politiğin içine dahil etme siyasal alanın geldiği düzlemle alakalı. Siyasal alanda öne çıkarılan değerler, uygulamalar, kavramlar ya bunları destekleyecek ya da karşı çıkacak fikir adamlarını, ideolojileri, düşünceleri, felsefeleri popülerleştirir.

AK Parti döneminde solun tüm renklerinden sağın, İslamcı ve milliyetçiliğin her bir şubesine kadar matbuatın çeşitli yüzleri parladı, parlatıldı; tercümelerle aktüel siyasal alana dahil edildi. Öyle ki sol liberaller Gezi’ye kadarki neoliberal siyasallığı desteklerken de sonrasındaki gelişmelere karşı dururken de çok sayıda eser tercümesi yaptı.

Esasına bakılırsa çeviriler Türkiye’nin temel dinamiklerini etkisizleştirmek, nomosunu bozmak, değer örgüsünü çözmek için gerçekleştirildi. Son yıllardaki müphemlik tartışmalarından minör siyasete, istisna halinden özgürlük ve popülizme kadar pek çok sahada AK Parti dönemi gelişmelerini desteklemeye ya da muhalefet etmeye matuf yönelimler tartışmaya açıldı. Her ne kadar bu dönem özellikle Gezi sonrası kısır fikri hareketlilik görülse de 2000’lerde düşünce hayatı çok canlıdır; günyüzüne çıkmamış pek çok eğilim, mütefekkir, kavram, model bu dönemde piyasaya çıktı, tartışıldı, örnek alındı. Makyavel’den Agamben’e Fuat Sezgin, İbn Haldun’a kadar her yönelimde hatırlanan, güncellenen isimlere karşın Spinoza, Carl Schmitt, Fanon, Bourdieu, Derrida, Eagleton, Baumann gibi düşünürler yeniden üretildi.

Dini yapıbozum

AK Parti döneminde keşfedilen isimlerin başında Spinoza gelir. 2000’lere kadar Hilmi Ziya Ülken’in Etika, Aziz Yardımlı’nın iki çevirisi dışında eserleri, üzerine yazılan yazı ve kitap neredeyse yok gibidir. 2002 sonrasında ise Spinoza çalışmalarında âdeta patlama yaşanır; burada belirtmek gerekir ki Spinoza üzerine yazılanlar Gezi’ye kadar daha çok yapıbozumculuğu, dini fikirleri üzerineyken sol liberallerin çevreye, muhalefete itilmesiyle siyasi görüşleri, demokrasi, yönetim modelleri, ifade özgürlüğü, özgürlükler gibi kanaatleri merkeze yerleşti. Artık son yıllarda Spinozacı tözcülük, müşterek fikri, tikelden topluma geçiş ve mücadele azmi ve “sevinç” gibi kavramlar aktüel muhalefette yerini aldı. Spinoza’nın teoloji ve siyasi karşı çıkışları sol-liberallerin AK Parti döneminde çok benzer süreçleri yaşar.

Spinoza teorik ve siyasi konularda tam manasıyla bir yapıbozumcudur… Evvela teoloji sahasında genel dini eğilimlere, cemaatlere, dinlerin temel itikadi ögelerine, ibadetlerine en başta da Tanrı inançlarına karşı çıkar. Hristiyanlık, Yahudilik, İslam ayrımı gözetmeden cari Tanrı-Peygamber-ahret-ibadet-Şeriat-cemaat anlayışlarını yok sayar. Dini tutumların bu hususiyetlerinin yanında döneminin yani 17. yüzyılın siyasi eğilimlerine, monarşiye, güçlü devlet fikrine muhalefet eder. Yerleşik kanıların, inançların, fikirlerin, siyasal alanın bütünlüğünü bozar, yapıbozumunu üstlenir.

‘Sevgi filozofu’ imajı

Spinoza okumaya başlayan Türkiye’de de AK Parti iktidara gelmiş, dindar-muhafazakar kesim merkeze yerleşmiş akabinde laiklik, başörtüsü, dini görünürlük ile beraber dünyada 11 Eylül şartlarının doğurduğu atmosferde İslam, Müslümanlar bir takım örgütler, terör eliyle düşman ilan edilmiştir.

Spinoza ilgisinin doğmasında bu konjonktüre eklenen “sevgi filozofu” imajının etkisi bulunurken onun söylemi “inanç adına şiddete başvurulmasının karşısında” konumlanmayı, “Tanrı kisvesi altında kavga-nefret yayma”ya karşı olmayı gerektirir. Hem dinin kamusal alanda görünmesine, İslami yönelimlere, İslamofobiye hem sonraki yıllardaki ifade özgürlüğü, tiranlık, dost-düşman ve istisna hali durumuna karşı Spinoza’ya gidilir. Bu manada erken dönemlerde daha çok Etika okunsa da sonraki yıllarda başta Teolojik Politik İnceleme, Politik İnceleme ve mektupları üzerinde durulmuştur.

Felsefesini oluşturan şartlar

Spinoza’nın yapısökümüne büyük oranda çocukluktan gençliğe geçiş aşamasında ailesi, içinde bulunduğu Yahudi cemaati, eğitim süreçleri etki eder. İsrail kurulduğunda bir ara devletin fikir babası sayılması konusunda teklifler gelse de aforoz edildiği için tepkiler üzerine vazgeçilir.

Spinoza Talmud derslerini, ailesini, cemaatini, inancını, parayı, kariyeri ve tensel zevkleri reddeder; dini görüşlerini saklaması, dini ibadetleri yapması karşılığında getirilen para tekliflerini de yok sayar. Açıkçası nefrete karşı nefretle cevap vermeyi, istihzayla bakanlara karşı küçümseyici davranmayı, sevdiğinin isteğine rağmen kaybetme pahasına Hristiyanlığa geçmeyi, hainlik etmeyi etiğine yediremeyen filozof kitaplarını her an bir tehditle karşılaşacağı korkusuyla yayımlamayı da göze alamaz. Ömrünce “caute”nin izinde gitti yani temkinliliği elden bırakmadı.

Felsefesinin temeli tüm Yahudi itikadı, cemaatinin uygulamaları, Hristiyan tanrı anlayışı, İslam’ın manevi-dünyevi dünya ayrımına bağlıdır. Din kisvesi altında, kendini Tanrı’ya dayandırarak siyasal meşruiyeti sağlamaya, ibadetlerin açıkça yapılması üzerinden dünyevi iktidar kurmaya, Tanrısal hak kavramına, halkı cahil bırakan din adamlarına, ibadet biçimlerine, siyasi yönetim biçimlerine, monarşiye, dinlerin emir ve yasaklarına, Peygamberlere, şeriatlara ve o dinlerin müntesiplerine karşıdır. Onun felsefesi deizmi, laikliği, materyalist ruhçuluğu, siyasal çoğulculuğu, liberalizmi, ilkesel manada sosyalizmi, demokrasiyi içerir.

Deizm-ateizm-sekülarizm

Spinoza Hristiyanlıktaki gibi insanla özdeş Tanrı, İslam’daki “yaratıcı Tanrı” fikirlerine karşı çıkar. Tanrı’nın şeriat göndermesi olgusu, ruhun bedenden sonra devam edeceği ve Tanrı’nın vahiy indirdiği öğretisi onun felsefesine taban tabana zıttır. Spinoza’nın Tanrısı, doğaya yani kosmosa, evrenin genel görünüş ve kanunlarına içkin bir Tanrıdır; kararını doğa ile veren, “tabiatın herşeyi ortaya çıkaran, belirleyen yasaları Tanrı’nın ebedi kararladır” diyen bir anlayışı geliştirir. Tanrı doğadaki tözdür; ruha içkin tabiat yani Tanrı aynı zamanda şeylerde, insandadır… güç içinde, sloganı tikel varoluşun meşruiyetini oluşturur. Böylece doğaya içkin Tanrının gücünü tözünde bulan insan güçlenir ve özgürleşir. Spinoza bu yüzden “dini metinlerin yorumlanmasında en yüksek mercinin kişinin kendisi” ilkesiyle insanı en yüksek otorite konumuna yerleştirir.

İnsanın Tanrısal tözü sevinç, sevgi, umut ilkesi, barış, ruh eşitliği, iyi niyet ve tatlılıkla gelişir. Siyasal manada bilhassa Gezi ve sonrasındaki süreçte bu kavramların “direniş cephesi”nin materyalist tinselliğin moral değerleri oluşturduğu görülür. Peygamberlere özgü delilleri sorgulayan, Peygamberlerin öteki insanlardan üstün olmadığını dile getiren Spinoza, dini otorite fikrini âdeta “imha eder.” İnancın gereklerini yani ibadetleri, Şeriatı, emir ve yasakları, iyi ve kötü telkinlerini yerine getirmenin değil de Tanrı bilgisine sahip olmanın, Tanrıyı sevmenin en üstün iyiyi ikmal ettiğini belirtir. Mesele sevmek… Spinoza’da Tanrı inancı ve ona uymak, “inanmak ve sevmekle” iktifa etmeyi gerektirir; “her mutluluk yahut mutsuzluk yalnız sevgiyle bağlandığımız nesneye bağlı”dır; paraya, şana-şöhrete, tensel zevklere değil.

Peygamberleri insanlarla aynı düzeyde görmesi deizmi, Tanrı’yı materyalist tine indirgemesi, Tanrının emir ve yasaklarının bulunmadığını zikretmesi, kadir-i mutlak Tanrıyı reddi ateist ve laik anlayışı besler.

Türkiye’de okunma biçimi

Spinoza’nın hem ilahiyat alanında hem siyasal alandaki değinileri, yapıbozumu Türkiye’ye çok rahatça intikal edebilecek çeşitlilikteydi. İslam-Türk-ehli sünnet-gaza omurgasından oluşan Türkiye’nin Nomosu’na, gündelik hayatını İslami olana göre düzenleyen millet bağına karşı temelden getirilen eleştiriler için elverişli argümanları bulunuyordu.

Son yıllarda aileye, cinsiyet eşitliğine, tarz-ı hayat tartışmalarına, sekülarizme, eşcinsel yönelimlere karşı, Teolojik Politik İnceleme’deki “Gerçekten de şatafat düşkünlüğü, kıskançlık, cimrilik, sarhoşluk ve benzeri başka kusurlar ne çok belaya neden olur. Ama yine de onlara katlanılır. Çünkü gerçekten birer kusur olmalarına rağmen, yasal buyruklarla yasaklanmaları mümkün değildir.” yaklaşımı bir kılavuz niteliğindedir.

Kadınların doğal hukuk gereği zayıf yaratıldığını, Politik İnceleme’de örneklerle açıklayarak oy haklarının imkansızlığını anlatır. Fakat varoluşçu olumsal bir psikoloji ile birlikte anılan filozofun bu yönüne, kadınlara bakışına özelikle yoğunlaşan Spinoza üzerine yazılan yazılarda pek değinilmez.

Esasında bakılırsa Spinoza bir yönüyle “arzu filozofu”dur; Tanrı’nın kimseyi sevmeyeceği, nefret de etmeyeceği, “içimizdeki Tanrısal özden başka özgür ruh” gelişmeyeceği yargısı üzerinden arzuyu temellendirirken onu da insanın özüne iliştirir. Çünkü arzu eksiklik değil kudrettir, değişim arzuyla başlar, insan bir şeyi iyi olduğu için arzulamaz tam tersi arzuladığı için onu “iyi”leştirir. Bu onun etik anlayışıyla yakından ilişkili… gerçek devrimi içeride gerçekleştirmeyi salık veren filozof, kederden uzaklaştırıp sevinci ebedi saadet ile birleştiren aklî bir düzeni öngörür. Bu da yaşama etki etme etiği ve siyasallığı doğurur. Etika’da irade ve zihnin aynılığını, ruhun kendi gücünü ve bedenin kuvvetini azaltan şeyi hayal etmekten nefret ettiğini vurgular, bu Tanrı ve doğal olarak insan yapısını izah eder. Günümüzde yapılan siyasal alana, hayata daha çok tesir etme çağrısı Spinoza’nın sevinçli, içi içine sığmaz doğaya katılımıyla ilgili; aktif ilahi güç, performansı öne çeker, çünkü Tanrı pasif değil aktiftir, müdahildir, olaylara etki eder, kendiliğini katar. Bu materyalist varoluşla bağlantılı elbette; çünkü insan dünyayı yalnız teninin değdiği yani fiziki yapısıyla vâkıf olabilir, ona tesir gösterir.

Neoliberal Spinoza!

Özellikle Gezi’den sonraki siyasal yönelimlerde, ifade özgürlüğü, hukuk ve adalet vurgusu, ötekine saygı, demokrasi, istisna durumu, tek adamlık gibi temalar bağlamında Spinoza’ya, Teolojik Politik İnceleme’deki ifade özgürlüğü bölümüne müracaat edilir. Burada tabii çoğulculuk kavramı da gündeme gelirken bilhassa son siyasi gelişmelerde minör siyasetin majöre aktarımı, tekillerin müşterekleşmesi ve örgütlü mücadele kavramları, materyalist ilahiyatın, Tanrının doğasının “her tekilde, tek tek her şeyde bulunması”, Tanrısal özün özgürlüğü kalgıtması, herkesin düşündüğünü ifade etmesinin Tanrısallıkla bağlantılandırılması yoluyla karşılanır.

Devletin bekasını ifade özgürlüğünde bulur Spinoza! Yine bugün çokça okunmasını anlatabilecek biçimde şiddete dayalı düzenin uzun sürmeyeceği, ifade özgürlüğünün bulunmadığı ortamda dalkavukların çoğalacağı vurgusu da buna eklenebilir. Buradaki kritik durum, Spinoza’nın ifade özgürlüğünü de bireysel özgürlükleri de sınırsız görmemesinde… Teolojik Politik İnceleme’de çok net sözlerle ifade hürriyetinin üstün gücün hakkını tehlikeye atmadan kullanılmasını savunur. Herkesin kendi iradesine göre yaşaması gerektiği anlayışını da “kışkırtıcılık”la karşılar. Çünkü Spinoza doğal hukuk ile toplumsal yaşam arasında geçiş yapmayı, doğal yaşamın her ne kadar özgürlüğe kapı aralasa bile devlet ve toplum yaşamında kargaşaya yol açacağını bu yüzden de müşterekler ve sözleşme etrafında bir sosyal yaşamın kurulması gerektiğini belirtir. Herkesin kendi iradesi mucibince davranması doğal hukuka uygun fakat sözleşme temelli toplum hayatına tehlike arz eder. Doğal olanı Tanrısallıkla içkin gördüğünden ifade özgürlüğüne atfı yine bu zaviyeden ve kusur eksenindedir; gizli kalması gerekenleri bile ifşa etmeden duramayan insanın söz söylemesini hiçbir güç kısıtlayamaz çünkü!

Yahudi cemaatinin katı kuralları, ailede düzeni, Kalvinist dini müdahaleciliğin bunaltması, aristokratik yönetimin hırslı liderliğinin güç arayışı onu siyasal üzerine düşünmeye iter. İlahiyat ile siyasalı ilişkilendirerek kendine özgü tutarlı bir felsefe de geliştirir. Kölelik, despotluk ve din adamlığı ile töreler filozofun yapı bozumunun yöneldiği yeri gösterir.

Sert, katı, müdahaleci ve güçlü devlet arayışına karşı hep liberal, çoğulcu, ifade özgürlüğünü öne çeken siyasi yapıların yanında durur; Genel Vali Witt’e yakınken onun, toplum tarafından linç edilmesi üzerine yine benzer görüşleri paylaşan Conde Prensi’nin tarafına geçer. Filozofun bu çoğulcu, çok kültürlü, tikele ehemmiyet veren, liberal, özgürlükçü, ifade hürriyetine ve serbest tarz-ı hayata yönelişi serbest bırakmaya özgü siyaset fikri 1980 sonrası belirginleşen, günümüzde sol liberallerin ideoloji haline gelen neoliberal siyasallığın erken dönem yaklaşımlarını karşılar.

Devletin amacının korkutmak değil korkudan azade kılmak olduğu tezi, en iyi yönetim biçiminin bireysel özgürlüğün ve ifade hakkının müşterekleşmesine, böylece doğal hukukun gerektirdiği kendi ve sevdiklerinin yaşamı için her şeyi yapabilecek, şiddete, nefrete, kavgaya, çatışmaya açık anlayıştan toplum sözleşmesine yatkın bir modele geçişe mütemayildir. Politik İnceleme’de yurttaşların site kurallarına uyulmasını zorunlu görür. Elbette bu aşamaya geldikten sonra Spinoza’nın monarşi karşıtı demokrasi taraftarlığını anmak mecburiyetindeyiz.

Her ne kadar onun demokrasi sevgisi hep müspet sözlerle anlatılsa da gerçekte demokrasiyi “erdemli yönetim” kabul etmez; “yurttaş uyumunu en iyi sağlayan” bu sebeple en iyi işleyen yönetim tarzı vasfı yüzünden demokrasiyi öne çeker.

Görmezden gelinen Spinoza

Spinoza üzerine yazılan makale ve kitapların, tercih edilen çevirilerin genelinde günümüz siyasal alanına atıfların bulunmasına özen gösteriliyor.

Antonio Negri kitabında “Spinoza’ya dönüşü, komünizme dönüş” ile eşitler.

Bu derece iddialı ve cesur sayılmasa da aktüel sol liberal tavır benzer üretime özgü gelişir; belki tüm bu yaklaşımların erken dönem vurgularını Ulus Baker yapmıştı Yüzeybilim Fragmanları’nda… Tabii aktüel siyasete muhalefeti Spinoza üzerinden entelektüel manada yürütmek ve örgütlemek bir tutumu gösterir ama onun modernlik karşıtlığı, Baker’in dediği gibi sürekli Tanrı demesine rağmen ateist diye yaftalanması “Spinoza okuma”larının taraflılığını belirler.

Kadın, demokrasi, özgürlük, ifade hürriyetinin otoriteyi yıkıcı tarzda gelişmemesi gibi kanaatleri gözlerden kaçırılır mesela… Sahici bir Spinoza okuması Teolojik Politik İnceleme’deki “uyruğu uyruk yapan itaattir” temellendirmesini de “siyasi bütün ortadan kaldırılırsa, iyi olan hiçbir şey kalmaz”, “İnsanların düşündüklerini söyleme özgürlüğü elinden alınamaz. Bu özgürlük, üstün gücü kullananların hakkı ve otoritesi (ve dine bağlılığı) tehlikeye atılmadan, her insana tanınabilir.” cümlelerini de tartışma sahasına katar.

Bugün Spinoza ilgisi geliştirenlerin öncelikle onun şu cümlesini kendileri namına yazabilecek olgunluğa ulaşabilmeleri gerekir: “Söylediklerimden bir parçanın bile vatanın yasalarına aykırı ya da ortak esenliğe zararlı olduğu yargısına varılırsa, söylenmemiş sayılmasını isterim.”

[email protected]