Türkiye’nin modernleşme sürecinde kadının rolü ve süper kadın sendromu
ABONE OL

Milli Kütüphane’ye bağışlanan kitaplar arasına karışmış küçük bir günlük, Cumhuriyet döneminde yaşayan bir genç kızın gündelik hayatına ışık tutuyor. Aynı zamanda Türkiye’nin modernleşme sürecinde kadınların rolüne dair çıkarımlar sunuyor. TBMM 2. dönem Konya milletvekili Naim Hazım Onat’ın vefatından sonra Milli Kütüphane’ye bağışlanan kitapları arasında bulunan, kızı Mediha’nın günlüğü, 1928 yılının yaz aylarına ait kayıtlardan oluşuyor. İstanbul’dan Ankara’ya yaptıkları tren yolculuğuyla başlayan yazılar arasında aile büyüklerine mektuplar, hikayeler ve yemek tarifleri bulunuyor. İçerisindeki farklı yazı çeşitleri, notlar ve çizimler incelendiğinde, defter aslında Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşamış bir genç kızın farklı sosyal kimliklerini yansıtıyor; Mediha hem çocuk hem anne, hem öğrenci hem öğretmen, hem geleneksel hem modern. Bu yönüyle günlükte yazılanlar bugün pek çok insanı esir alan ve yeni moda hastalık olarak tanımlanan “süper kadın sendromunun” temellerinin nasıl atıldığını açıklıyor.  Mediha’nın defterinde özetini verdiği birkaç hikayede milletin anası olacak kızların iyi eğitilmesi, okula gitmesi, çalışması ve para kazanması gerektiğinden bahsediliyor. Bu hikayelerde bir ders kitabı gibi zıtlıklar üzerinden karşılaştırmalı anlatımlarla yeni Cumhuriyet’in makbul kadın tipi çiziliyor. Mediha da ödevini özenle yaparmışcasına, Osmanlıca tuttuğu defterine Latin harfleriyle Fransızca ve Türkçe yazı çalışmaları yapıyor. Okulunu ne çok sevdiğinden bahsediyor. Eline geçen dergi ve gazetelerin kritiğini yapıyor. Ne var ki, modernitenin makbul kadın tipi tek bir öğeden oluşmuyordu. İdeal Türk kadını iyi eğitimli olduğu kadar, hamarat bir ev hanımı, müşfik bir anne, idealist bir vatandaş, sadık bir eş hatta iyi bir dansçı da olmalıydı. Bu yüzden Mediha günlüğüne sadece okuduğu kitapları değil, yaptığı yemeklerin tariflerini, dans ettiği baloları ve vücut ölçülerini de kaydediyordu. Bir yandan da başı açık, çağdaş görünümlü kadın resimleri çiziyordu.

Teorik modernlik

Yemek tarifleri, onun evde küçük anne olarak bir nevi aşçı rolünü devam ettirdiğini gösteriyor. Kalabalık bir evde yaşamalarına ve yardımcılarının olmasına rağmen ev halkının ne yiyeceğini düşünmek annesinden sonra Mediha’ya düşüyor. Ayrıca vücut ölçülerini kaydetmesi ve gerçekçi olmayan ölçülerde çizdiği kadın resimleri görselliği üzerindeki kaygılarını ifade ediyor. Sayfalarda resim yanlarına not edilmiş vücut ölçüleri Mediha’nın ideal vücuda ulaşmak gayretinde olduğunu düşündürüyor. İdeal vücut ölçüleri modernitenin dayatmalardan biriydi.  Mediha henüz bu tür dayatmaların farkında olmasa da farklı sosyal rollerini taşıyabilmek için çaba sarfediyordu. Hem okuldan ayrı kaldığı için vicdan azabı çekiyor hem kardeşleriyle evden kaçıp sinemaya gidiyordu. Hem akşama ne yiyeceklerini düşünüyor, hem de okuduğu dergilerden memleket meselelerini takip etmeye çalışıyordu. Hem ailenin namusunu temsil ediyor, hem de modayı takip edip balolarda dans ediyordu.

Mediha’nın zihinsel yüküne karşın, fiziksel olarak olarak çok da çalışmadığı, günlükte yazılanlara göre hayatı haz merkezli yaşadığı söylenebilir. Zira tüm defter boyunca “oturmak” 35 kez, “neşe” ise 29 kez tekrarlanırken,  “okumak” 4, “çalışmak” ise yalnızca bir yerde geçiyor. Her günü “eğlendim” veya “eğlenmedim” şeklinde etiketliyordu. Fakat bu durağanlığı da işlevsiz görmemek lazım. Yeni bir devletin kuruluş yıllarında bazılarının payına çalışmak, çok çalışmak düşerken bazıları da değişen devlet imajının vitrin mankenliğini yapıyordu. Elinde kitap taşıyan kız öğrenciler veya baloda dans eden frapan giyimli Türk kadınları Türkiye’nin toplumsal boyutta olamasa da teorik olarak modernleştiğinin ispatıydı. Şapka takmak, sinemaya gitmek ve tokalaşmak gibi davranışlar modernitenin birer gerekliliğiydi ve bu gereklilikler kadınlardan bekleniyordu

Değişim ve dönüşümün daha görünür olması bakımından  Batılılaşma hareketinin temsil imgesi ve hedef  kitlesi öncelikle kadınlardı. Bu yüzden Türkiye’nin modernleşme süreci kadınların özgürleşmesiyle doğru orantılıydı. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Osmanlı’nın Batılılaşma çabaları ve ardından Cumhuriyet reformları kadına resmi ve kamusal alanda erkekle eşitliğini sağlayacak çeşitli düzenlemeler getirdi. 1847’de kölelik ve cariyeliğin kaldırılması, 1857’de kız çocuğa mirastan erkekle eşit pay alma hakkı tanınması ve 1858’de kadınlara ileri eğitim veren kurumların açılması kadın-erkek eşitliğini sağlamaya yönelik atılmış adımlardı. Cumhuriyet’in ilanından sonra da 1924’deki Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve Fransa’dan alınan Medeni Kanunla kadınlara anayasa önünde erkeklerle eşit haklar tanıyan reformlar devam etti.

Ne var ki, özel hayatta ve sosyal rollerde değişim sağlanamadığı için bu özgürlükler kadınlara biraz daha fazla sorumluluktan başka bir anlam ifade etmiyordu. Kadınlar erkek egemen alanlara dahil olurken, erkekler ne sosyal hayatta ne özel hayatta kadınların geleneksel sahasına pek açılmadı. Kızlar devlet eliyle okula ve iş hayatına yönlendirilirken erkek çocukları için ne bebek bakım dersleri verildi, ne yemek kursları açıldı. Kadınların kamusal alanda artan yüküne karşın erkeklerin ev işlerini yapmasını teşvik eden düzenlemeler de sunulmadı. İş, siyaset ve eğitim hayatında birliktelik sağlansa da çocukların bakımı, eğitimi ve ev idaresi gibi sorumluluklar hala kadınlardan beklenmekteydi. Çoğu alanda kadınlar yasa önünde erkeklerle eşit haklara sahip olsa da evde geleneksel kurallar işlemeye devam ediyordu.

Kadınlara özgürlük ve eşitlik vaadeden düzenlemeler bireylerin taleplerinden doğan toplumsal bir devinimden çok devlet otoritesiyle gerçekleşiyordu. Eğitim eşitliği, kılık-kıyafet devrimi, seçme ve seçilme hakkı gibi reformlar bile kişisel haklar çerçevesinde değil modernleşme politikaları gereği yapılıyordu. Zira milletin anası olacak kadınların devlet ideolojisi çerçevesinde iyi eğitilmesi, çağdaş görünümlü olması, çalışması ve ekonomiye katkıda bulunması gerekiyordu ki gelecek nesiller de aynı yolda yürüyebilsin. Bu durum yapılan düzenlemelerin toplumsal alanda karşılık bulamaması anlamına geliyordu. Kadınlara verilen haklar özel hayatta işlemiyor, eğitim hakkına rağmen kız çocukları okula gönderilmiyordu. Aslında kadınları evde baskılayan geleneksel kurallar da, onları evden koparıp okula veya iş hayatına dahil etmeye çalışan devlet otoritesi de aynı ataerkil sisteme hizmet ediyordu. Böylece kadınlar bir taraftan kısmi olarak evdeki erkek tahakkümünden azad edilirken, diğer yandan devlet ideolojisinin tahakkümü altına alınıyordu.

Azad ve yeni tahakküm

Bir milletvekili kızı olarak Mediha’nın üzerindeki sosyal beklentiler yıllar içinde artarak yeni nesillere aktarılıyordu. Cumhuriyet döneminde ataerkil devlet politikalarının öngördüğü ideal vücut ölçülerine sahip, çağdaş, idealist, evde hamarat, işte çalışkan, yüksek eğitimli, kariyer sahibi, eşine sadık, evlatlarına fedakar üstelik sevecen ve mutlu Türk kadının alanında derinleşmesi gerekiyordu. Artık daha fazla çocuk doğurup daha zayıf kalmaları, daha geleneksel düşünüp daha modern yaşamaları, daha fazla okuyup daha çok akademik unvana sahip olmaları bekleniyordu.  Bu yüzden doğum yaptıktan hemen sonra eski ideal kilosuna dönen ve kısa sürede plazadaki işinin başına geçen kadınlar evdeki mutluluğu da sürdürebilmek için insanüstü çaba sarfediyor. Çocuklarını organik beslemek adına yoğurdunu kendisi mayalıyor, işten eve dönünce kocasının sevdiği yemekleri yapabiliyor. Kariyerinde dur durak bilmiyor, lisans eğitiminin üstüne master hatta doktora yapıyor ve kişisel gelişim kurslarına gidiyor. Çocuk yetiştirmeyi de yemek yapmayı da kitabını yazacak kadar iyi biliyor. Üstelik kendisini de ihmal etmeyip spora gidiyor ve onca işin üstüne bir de pilates yapıyor. Toplumda takdir gören ve medya tarafından dayatılan yeni kadın imajına ulaşmak ise neredeyse imkansız görünüyor. 

Günümüzde tepeden inmeci modernitenin kendisine yüklediği sorumlulukların her birini mükemmel yapmaya çalışan ve farklı sosyal rolleri arasında sıkışıp kalmış kadınların yaşadığı ağır stres “süper kadın sendromu” olarak tanımlanıyor. Bir hastalık olarak görülen bu durum aslında kadınların sadece yasalar önünde erkeklerle eşitlenip, özel hayatta ataerkil rol dağılımının devam etmesinden kaynaklanıyor. Ev idaresi, yemek ve çocuk bakımı gibi sorumluluklar hala büyük ölçüde kadınların üzerinde oluyor. Bu rol dağılımındaki adaletsizliği dile getirmek bile geleneksel zihniyet tarafından feminist bir söylem olarak algılanıp, ötekileştiriliyor. Modernleşme kadınlar üzerinden tanımlandığı gibi geleneksel değerlerin muhafızlığı da yine kadınlardan bekleniyor.

Kadınlar elinin hamuruyla erkek işine bulaşalı çok oldu, ancak sadece birkaç yıldır işadamları ve bilimadamları yerlerini işinsanlarına ve biliminsanlarına bıraktılar. Çocuk bakımı ve ev işlerine yardımcı olan erkeklerin bu işleri sahiplenmesi ve kadınların adam gibi değil ama çok iyi yaptıkları işlerin görünmesi için değişimin önce dilde başlaması ve devlet otoritesiyle de desteklenmesi gerekiyor. Kadınların iş, siyaset ve eğitim alanında sağlıklı bir şekilde varlık gösterebilmesi, sosyal rol dağılımının yeniden düzenlenmesine bağlı. Artık bu talepleri ötekileştirmeden ele almak gerekiyor. Karar alma mercilerinde daha fazla kadının söz sahibi olması ve toplumsal farkındalık uyandırmak evdeki dengelerin de değişmesi için elzem görünüyor. 

[email protected]