Nisa Nur Çaydan / Yazar
Türk modernleþmesinin tarihsel macerasýnýn eksen fikri sekülerleþmedir. Batý’da ekonomik ve sosyal deðiþim içerisinde kendiliðinden oluþan bu fikir, bu topraklara bir ithal ürün olarak getirilmiþ, aydýnlar tarafýndan bir sonuç olmasýndan çok sihirli bir sebep olarak kabul edilmiþtir. Cumhuriyet döneminde ise mesele aydýnlarýn idealleri olmaktan çýkarak resmî ideoloji sahasýna intikal etmiþ ve adeta zirve dönemini yaþamýþtýr. En kaba hatlarýyla çerçevelemek gerekirse sekülerleþme; siyasal ve toplumsal sahadan dinin tasfiye edilmesi, bireyleri dünyevi ve rasyonel yasalarla yönetme anlayýþýdýr. Bu sebeple günümüzde de sekürlerlik kavramý hala tartýþýlan bir konu halindedir. Bu doðrultuda, 19. asýrda tarih ufkunda doðan imparatorluktan ulus devletine geçiþ sürecinin gerçeði kaçýnýlmaz olarak bu topraklarda da yeni bir süreci baþlatmýþtýr. Batý’dan farklý olarak Türkiye’de bu süreç kendiliðinden geliþmemiþ, tam aksine halkýn giyiminden, yazýsýna, takviminden, sosyal yaþamdaki tutumlarýna kadar bütün radikal düzenlemeler bir kadronun eseri olmuþtur.
Dini bireysel dünyamýzda yaþamamýz gerektiðini savunan bu düþünce yapýsý beraberinde kitlelerin davranýþ ve düþünce kalýplarýný yönlendirecek yaygýn vasýtalara ihtiyaç duymuþtur. Bu noktada gazeteler adeta ideolojinin stratejilerine yol açan bir araca dönüþmüþtür.
‘Altýn çað’ betimlemesi
Kimi kesimlerce baðlamýndan koparýlarak bir “altýn çað” olarak betimlenen bu sert dönem, sosyolojik bir gerçeklik olarak deðerlendirme soðukkanlýlýðýndan uzaklaþarak çoðu kez kalemþor edasýyla yazý kaleme alanlar tarafýndan resmedilmiþtir. Oysaki döneme egemen sert pozitivizm, doðasý gereði fikirlerini alternatifsiz tek seçenek olarak sunmuþtur. Böylece Batýlýlaþma ile modernite ayný kefeye konulmuþ ve net olarak toplum mühendisliði yapýlmýþtýr. Bunun en somut örneði Cumhuriyet ilaný ile oluþan rejim deðiþliðinin akabinde Hilafetin kaldýrýlmasý ile baþlayan sosyal hayatýn seküler esaslara uygun olarak düzenlenmesi çalýþmalarýdýr. Devlet eliyle yürütülen batýlýlaþma modeli “Türk Devrimi” olarak formülleþtirilmiþ ve hýzlýca yayýlmýþtýr. Dini deðerlerden baðýmsýz, toplumun kurucu kaynaðý olarak manevi deðerlerin fuzuli görüldüðü, rasyonalitenin tabulaþtýrýlýp adeta maneviyat yerine ikame edildiði bir dönem baþlamýþtýr. Fakat bu dönem ele alýnýrken 20. yüzyýlda dünyada egemen sosyal ve politik anlayýþ göz ardý edilmemelidir. Böylece siyasetin yüzey dalgalarýyla analiz yapmak yerine sosyolojinin daha derin akýntýlarý doðrultusunda yapýlacak bir inceleme sosyal meselelerin çözümüne de faydalý olacaktýr. Türkiye’de yaþanan bu geliþmeyi anlatýrken anayasa deðiþikliðinin getirdiði laiklik ruhu bünyesinde fevkalade refleksleri barýndýrmýþtýr. Deðerlerimiz önemli ölçüde dejenere edilirken akýllara “Tabiat boþluk kabul etmez” kaidesi gelmektedir. Dönemin en sert figürlerinden birisi olan Mahmut Esat Bozkurt, “Atatürk ihtilali” baþlýðý ile kaleme aldýðý bir yazýda hilafetin Türklüðe zararlarýný anlatýrken enteresan noktalara deðinmiþtir.
“Hilafet laiklik ile uzlaþamazdý. Yeni Türk Cumhuriyeti’ni laik kýlmak birkaç bakýmdan zorunlu idi. Dini Türk’ün ilerleme adýmlarýnýn önünde engel olmaktan çýkarmak için.. Modasý ve manasý yok olmuþ bütün bir tarih içinde Türk’e yalnýz ve sadece zararý dokunmuþ böyle bir kurumu yok etmek için.. Ulusal duyguyu uyuþukluktan korumak, ona hýzýný vermek için.. Ýslam dinin þartý beþtir. Devlet ise tüzel kiþiliktir. Bu ödevleri yerine getiremez. Nasýl anlatayým? Bir devlet düþünülebilinir mi ki hacca gitsin de hacý devlet efendi olarak dönsün?” ifadelerini kullanmýþtýr.
Cumhuriyet elitleri ve basýn
Hakikatten nem kapan bir kesim için yalanlar manzumesi ile yetiþen nesillerin gerçekleri öðrenmesi, yanlýþlarýn düzeltilmesi ve doðru ile yola devam etmek ile mümkün olacaktýr. Tarihin doðrular ýþýðýnda yazýlmasý, gelenekten kopma ve reddi miras gibi fikirlerin ortaya atýlmasýna kaynaklýk eder. Þerif Mardin “Fransýz Devriminin ardýnda milyonlarca insan kitlesi varken, Türk devrimi kitlelerce desteklenen bir hareket deðildi.. Milli mücadelede iþgalcilere karþý halktan yoðun destek gelirken, Cumhuriyet’in ilanýndan sonra modernleþme adýna atýlan atýlýmlar halkýn taleplerinden çok uzak ve halka raðmen yapýlmýþtý.. Türkiye’deki dönüþüm, kitlelerin harekete geçmesiyle deðil, tepelerden yapýlan dayatmalarla baþlatýlmýþtý” der.
Bu anlayýþ doðrultusunda dönemin þartlarý çerçevesinde dönüþümde doðal olarak gazeteler kullanýldý. Ziya Gökalp, Cumhuriyet Gazetesi’ne yazdýðý makalelerinden birini gazete konusuna ayýrmýþtý. Makalenin baþlýðý “Yirminci Asrýn En Mühim Müessesi Gazetedir” idi. Bu makalede Gökalp, sürece ýþýk tutacak mühim tespitler yapmaktaydý. Gökalp, gazetenin kitle inþa edici özelliðine þöyle dikkat çekmekteydi:
“Evinizde otururken, yalnýz günün gazetesini okumakla, göze görünmez bir topluluðun manevi bir cemiyetin içine girmiþ olursunuz. Çünkü ayný gazeteyi okuyanlar, ayný surette duymaya, düþünmeye irade etmeye alýþarak müþterek bir vicdana sahip olurlar. Bundan baþka, ayný gazeteyi okuyanlar, her gün akþama kadar, zihnen ayný vakalarla meþgul olurlar.”
1925’te Þeyh Sait Ýsyaný için çýkarýlan Takrir-i Sükun kanununun kapsamý geniþletilmiþ ve basýn tamamen hükümetçe denetlenir bir noktaya getirilmiþtir. Bu kanunla gazeteler “muhalefetin ve Ýstanbul’daki muhalif basýnýn cumhuriyete karþý bir tertip içerisinde olduðu” düþüncesiyle hizaya getirilmiþ, ardýndan da araçsallaþtýrýlmýþlardýr.
Ve gazeteler devrede...
Türk modernleþme tarihinde Tanzimatçý kadrolar Batý kurum ve deðer yargýlarýný aktarýrken, geleneksel yapýyý da olduðu gibi býrakmýþlardý. Oysa Cumhuriyet dönemindeki yeni kadrolar Batý kurum ve deðer yargýlarýný aktarýrken geleneksel yapýnýn kamusal yaþamdan bireysel yaþam sahasýna aktarýlmasý gereðine inanýyorlardý. Gazete yazýlarý da bu doðrultuda yayýnlanýyordu.
Bunu daha iyi anlamak için 1927 yýlýnda Resimli Ay adlý derginin yayýnladýðý dörder formalýk kitaplarýn adlarýna bakmak yeterlidir; Din Nedir? Din Nasýl Doðmuþtur? Din Niçin Ölüyor? Ahiret var mýdýr? Bu bir tür pozitivist misyonerlik atýlýmýydý. Amaç, seküler toplum inþasýnda dinin sosyal hayattaki etkisini kýrmak için bilhassa mukaddeslerini sýradanlaþtýrma stratejisiydi. Yine 30 Kanunu evvel (Ekim) 1928’de Vakit Gazetesi’nde yayýnlanan cami kapama haberi þöyleydi:
“Camiler: 90 tanesi kapatýlacak.Müessesat-ý diniye müdürlüðünce cemaatsiz camilerin sedd edileceði yazýlmýþtý. Bu suretle kapatýlacak camilerin adedi 85 ve 96 arasýndadýr. Ve ekserisi Ýstanbul cihetinde bulunmaktadýr. Kapatýlacak camilerden hiçbirisinin tarihi ve mimari kýymeti yoktur.”
Oysaki bu hamle laik cumhuriyetin varoluþ felsefesindeki “ farklý yaþam biçimlerinin bir arada barýþ içinde yaþamasý” algýsýna taban tabana zýt bir uygulamaydý.
Bu politik planlama içinde bir baþka strateji de iþlevini yitirdiði öne sürülen medreseler ve medrese kadrosu üzerinden inanç psikolojisini hýrpalayýcý algýdýr. Dönemin ünlü kalemi Falih Rýfký Atay, 5 Kanunusani (Kasým)1931’de Milliyet Gazetesi’nde çýkan bir yazýsýnda;
“Medrese, hiç þüphesiz bizim gibi vatanperver ve idealist deðildi, hatta zýddý idi” demektedir.
Batý’dan farklý olarak Türk modernleþmesi sivil bir insiyatifle bünyesini, savaþ döneminin yarattýðý psikolojik ortamýnda Anadolu halkýnýn ulusal baðýmsýzlýk mücadelesine zamana ve mekana uyarlayýcý bir hamle yapmak yerine, dýþtan zorlayýcý tehditler ve devlet eliyle yukardan aþaðý bir askeri komut verircesine kendi bünyesiyle savaþan bir nitelikte kendisi göstermiþtir. Bu baðlamda basýnýn da tamamlayýcý yedek güç olduðu süreç, Türkiye’de yönetici kadrolarýn ikame etmek istediði yeni ideoloji doðrultusunda halkýn hýzlý koþullanmasý için basýn kullanýlmýþtýr. Kitle iletiþim aygýtý olan bu nesne, halk tarafýndan hüsn-ü kabul gösterilmek istenmiþtir. Ýþte böylece kolay ve ucuz herkesin anlayabileceði, kendisini okuyanlarda ortak tavýrlar geliþtirici bu nesne, kitle oluþturulmasýnda çok önemli bir araçtýr. Doðal olarak bu önemli araç, Cumhuriyetin ideolojisinin de yerleþtirilmesi için etkin olarak kullanýlmýþtýr.
Kamuoyu oluþturma algýsýna bir baþka örnek de hafta tatilinin cuma gününden pazar gününe alýnmasýdýr. Böylesine yerleþik bir sosyal kuralýn deðiþtirilmesinde kamuoyunun konuya ýsýndýrýlmasý açýsýndan 9 Aðustos 1927 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde “Cuma mý Pazar mý?” diye bir yazý yazýlmýþ, “Piyasada hafta tatilinin pazar gününe tahvil edilmesi lehinde bir temayül vardýr denilenek sanki bu konuda sosyal bir uzlaþma varmýþ algýsý oluþturulmuþtur. Bir hafta sonra Yunus Nadi’nin bu meselede kalem oynatmasý da ayný çabanýn bir iþaretidir. Dahasý 4 Mart 1931’de Cumhuriyet Gazetesi’nde Yakup Kadri bir gazete yazarý olarak halkýn çoðunluðunun Müslüman olduðu bir ülkede doðal olarak Kurban ve Ramazan bayramlarýnda resmi tatil yapýlmasýnýn laik bir devlete yakýþmadýðýný dile getirebilecek kadar toplum mühendisliðine bürünebilmiþtir.