Türkiye'yi okumaya nereden başlayabiliriz?
ABONE OL

"Türkiye'yi okumaya nereden başlayabiliriz?" sorusuna farklı ideolojik, dinî ya da kültürel, siyasi ya da ekonomik perspektiflerden bakarak bir cevap arayabiliriz. Hepsi mümkün. Oysa bizim bu soruları karşılarken dayandığımız hareket noktası akademinin sınırlarına mahkûm olan bir disiplinin Türkiye bağlamında ürettiği-üretebildiği müktesebata önemli ölçüde yakın olmak zorunda. Din sosyolojisi görece oldukça uzun sayılabilecek akademik ve entelektüel geçmişine rağmen hem dünyada hem bizde hâlâ rüşeym hâlinde bir disiplin olarak görülüyor. Batı'daki büyük toplumsal-siyasal dönüşümlerin hemen her aşamasını okuma ve anlama çabası içinde temellendirilen din sosyolojisinin bir yanıyla Comte'a, Durkheim'a ve Weber'e kadar giden kurucu kökleri bizde bütün bu üretken dalları farklı bir epistemoloji içinde yeniden üretecek bir coşkuya fırsat vermemiştir. Nedenleri kuşkusuz çeşitlidir; din ve toplum arasındaki bağları karşılıklılık esası içinde değerlendirmeye almak hem ciddi bir emek ister hem de sıkı bir kararlılık. Bugün din sosyolojisi alanında oldukça üretken sayılabilecek bir metin trafiğinin ülkenin dinî-sosyal gerçekliğini anlama ve açıklamada neden bu kadar fakir düştüğünü sorgulamak gerekir ancak bu yönelimin amaçları arasında böyle bir soruyu takip etmek söz konusu olamaz. Ne var ki yine de söz konusu çabanın motivasyon halkaları arasında bu havada kalmış soru ve içerlemelerin katkısı şaşırtıcı bir şekilde büyük olacaktır.

Modernleşme atakları

Türkiye'nin radikal ve hızlı modernleşme ataklarıyla belirginleşen yeni istikameti dini fenomenolojik bir alan fikriyle ele alma yönündeki yaklaşımlara kıymet kazandırmıştır. Laik siyaset ve seküler hayat formları içinde tanımlandırılmış bir alan üzerinden okunmaya başlanan dinin, bireysel ve toplumsal düzeydeki temsil ve yansımaları üzerine konuşmak en çok da din sosyologlarının sorumluluğuna düşen bir problem alanı olarak görülmeye başlanmıştır. Yeni durumların meşruiyeti ayrı bir tartışma konusu olsa da bugün din artık özel bir saha içinde ele alınmaya başlamıştır. Dinin, Türk modernleşmesinin belli başlı etapları içinde çoklukla edilgin bir fenomen olarak tartışılması giderek olağan bir kabule dönüşmüştür. Bunun yanı sıra dinin asli ve kalıcı özellikleri hakkında bir karara varmanın giderek zorlaştığı yeni süreçlerde dindar-muhafazakâr siyasi kodların güç kazanması bile mevcut gerilimi daha da derinleştirmenin ötesinde yeni bir durum üretmemiştir.

Din sosyolojisi çalışmaları

Türkiye üniversitelerinde din sosyolojisi çalışmaları için iki farklı güzergâhın bilgi ve üretim biçimleri etkili ve belirleyici olmaktadır. Bunlardan birincisi ilahiyattır ve Batı'da olanlarından açık fark geride olarak teolojik birikimin üzerine inançla yapışan bir sahiplik duygusundan çok aynı birikimi bir imkân ve veri olarak kullanma siyaseti baskın bir vaziyet planlamasıyla çalışmalara ağırlık verilmektedir. Dinî bilginin ilahiyatçı formasyonuyla biçimlenen yapısı üzerinden Türkiye'yi ve buradaki din ve toplum gerçekliğini ele alma girişimi çoklukla içeride kalan bir çaba olarak resmedilmektedir. İçeride kalandan kastedilen belli bir söz akışı, ortak gramere uyum ve dışarıdaki seslere bile isteye mesafeli kalma çabasıyla şekillenen bir kapalı devre söz alma ısrarı. Kuşkusuz bu tatsız genellemenin dışına çıkmayı başarmış ve yetkinlik düzeyi ilgili çevrelerce takdir edilmiş kimi istisnai çalışmalardan da söz etmek pekâlâ mümkündür ancak kamusal temsil söz konusu olduğunda bu bildik yetersizliğin ürettiği tıkanma herkes için malumun ilamı statüsünde işlemektedir. Bu türden içe kapanmanın gerekçeleri istenirse rahatlıkla sıralanabilir ama yine de bunun yeri burası değildir.

Kapalı devre disiplinler

Bununla birlikte yine de açık sözlülükle ifade etmek gerekir ki dinî müfredatın akademik dünyaya yansıyan yanları üzerinde pek az konuşulmakta, içeride birbirini kolaylıkla ikna eden kapalı devre dinî disiplin ve söylemlerin dışarıda tutuk ve genellikle de ölgün bir dile mahkûm olmasını mümkün kılan referans sistemi üzerine pek az sorgulama yapılmaktadır. Bu bağlamda din sosyolojisini bir disiplin olarak ortaya çıkaran yerleşik bağlamların başta dinî ve siyasi olmak üzere verili epistemolojik evreninin ona kattığı değer ve problematikleri ya görmeyen ya da gördüğü ölçüde ihmal eden bir perspektife mahkum olduğu söylenebilir. Sonuçta eklektik olana razı bir söylemin harekete geçirdiği gerilim, herhâlde bütün bu süreçleri yakından izleyenler için şaşkınlık yaratacak bir maliyet üretmektedir.

Bu bağlamda ilahiyat alanının sadece din sosyolojisi üzerinden değerlendirilecek sorunları olduğu iddiası da yetersiz bir çözümleme çabasının yansımasıdır. Dinî olanın ya da bizatihi din kaynaklı olanın bugün hayatın içinde nasıl bir karşılık bulduğu konusunu sorunsallaştırırken bu durumun yaslandığı sosyo-kültürel ortamları atlamamak üzere bugün Türkiye'de dinin nasıl bir sosyal gerçeklik alanı ürettiğine de bakmak gerekir. Kuşkusuz bu bakış açısının dine, hayata ve bütün bunlardan beslenen gerçeklik dünyasına eş zamanlı bir duyarlılık içinde odaklanmayı denemesi yerinde olacaktır. Hayatı dinin içinde kaybeden bir gözlemci bakışının ortaya çıkaracağı sorunları kestirmek zor değildir.

Dini nesneleştirmek

Din sosyolojisi alanının ikinci mecrası üniversitelerin sosyoloji bölümlerinden neşet etmektedir. Bir genellemeye teslim edilmesi her zaman geçerli ve uygun sonuçlar üretmese de ilahiyat bilgisini dışarıda tutan ve sözüm ona bu ilgisizliği de nesnellik olarak dayatan yerleşik perspektiflerin çoktan gözden çıkardığı mecra bugün doğrudan kendilerini sosyolog olarak görenlerin yegâne ifadelendiriş biçimine dönüşmüştür. Dini, gündelik hayat içinde bir yerlerde bulup onu olabildiğince nesneleştirmekten ileri gitmeyen bir dışlayıcılık yeni akademik teori ve prosedürlerle eşleşerek kendini tahkim etmektedir. Kuşkusuz burada da istisnalar az değildir, ancak bununla birlikte akademiye damgasını vuran bakış açılarının de çoklukla dini ve dinî olanı laboratuvar malzemesi olarak değerlendirmekten ileri gidemediği söylenebilir. Dinin her durumda sürdürmekte kararlı olduğu aşkınlık iddiasını bildik pozitivist prosesler eşliğinde makulleştirmeyi esaslı bir tercih olarak seçen bu dil sonuçta ilahiyatçıların çoğu zaman dinin içinde hayatı kaybeden kabullerine karşılık hayatın içinde dini kaybetme riskiyle karşı karşıyadır. Oysa ki sosyoloğun din sosyolojisine ağırlığını veren felsefi arka planlara olduğu gibi ilahiyatçının da din sosyolojisine ağırlığını veren teolojik arka planları başka hiçbir ölçüte önem atfetmeksizin bizatihi kendi bağlamlarında ele alıp tashih etmesi gerekir.

Yeni bağlamlar da kendi sosyolojilerini dayatmıştır ve ortaya çıkan dini söylemlerin genellikle ideolojik ve kültürel formlarla daha sıkı bir şekilde ilişkiye zorlanan doğası din sosyologlarının bakış açılarını yenilemelerini ve mevcut dini göstergeleri okurken daha özenli davranmalarını zorunlu hale getirmiştir. Gerçekten de bugün üzerinde durulan dinin din mi yoksa sanılanın aksine başka bir şey mi olduğu esastan sorulması gereken bir probleme dönüşmüştür. Dinin de dindarlığın da form değişikliğine maruz kaldığı bir dünyada toplumsalın işleyişini din temelli ya da ona rağmen açıklama girişiminin eksik bıraktığı şeyler kesin vardı. "Türkiye'yi okumaya nereden başlayabiliriz?" sorusunu belki bu zihni hazırlık süreçlerini geçtikten sonra cevaplamaya kendimizi hazır hissedebiliriz.

@darulmedya