Türkler 568 yıldır boğazların hakimi
ABONE OL

Osmanlı Devleti sayesinde Türkler 1453'den beri Boğazların egemen gücüdür. Türkler Boğazları tehdit eden sorunları kontrol etmede her zaman bir şekilde başarılı oldu. Ancak, XVIII. yüzyıla girildiği zaman Osmanlı Devleti hükümranlık haklarını korumak bağlamında çok sayıda sorunla başa çıkmak zorundaydı. Özellikle 1774'ten itibaren, kuzeyden gelen tehditler sebebiyle Boğazlar ve İstanbul'un güvenliği önem kazandı. 1798 yılında Mısır Fransızlar tarafından işgal edilince güney sınırları da büyük güçlerin işgal tehdidiyle karşılaştı. Osmanlı Devleti önce Rusya, daha sonra da İngiltere ile görüşerek ittifak anlaşmaları yaptı. Rusya, bu anlaşma ile Boğazlardan donanmasını ilk kez geçirme fırsatını elde etti.

İlk büyük tehdit

XVIII. yüzyılın sonuna gelindiğinde Osmanlı Devleti savaş meydanlarında karşılaştığı sorunları çözmek noktasında yetersiz kaldığında diplomasiye başvuruyordu. Diplomasi yoluyla Avrupalı güçlerin biri veya birkaçını yanına alarak hayati çıkarlarını korumak noktasında belli ölçülerde neticeler alabiliyordu. Fransız ihtilali Avrupa'da 23 yıllık bir savaş ortamı oluşturduğu için ilk başlarda bu savaşlar sebebiyle rahat nefes alacağını düşünen Osmanlı Devleti, kendisini Avrupa'daki çatışma ve kamplaşmanın dışında uzun süre tutamadı.

1806 yılında başlayan Osmanlı-Rus Savaşı'nda İngiltere Rusya'yı destekledi. Zira Napolyon ortak düşman idi. Napolyon 14 Haziran 1807'de Rusya'yı ağır bir şekilde yendi. Tilsit'te Rus Çarı'na barış şartlarını dikte eden Napolyon, İngilizlere karşı Ruslar'ın desteğini daimi kılmak için Osmanlı topraklarını paylaşmayı teklif etti.

Boğazlar ve İstanbul ilk kez bu kadar ciddi bir tehditle karşılaştı. Ruslar Fransa'nın desteğini alarak Boğazlar'ı ele geçirme hesaplarını ciddileştirdiler. Ancak, Fransa'nın pragmatist İmparatoru Napolyon geniş Osmanlı topraklarını Rusya'nın yayılma siyasetine terk etmek politikasından hemen vazgeçti. İngiltere de müttefiki Rusya'nın Fransa ile savaş yerine barış yapmasını çıkarlarına aykırı bularak Osmanlı Devleti'ne yaklaştı. Rus tehdidindeki Boğazlar'da İngiltere kendi çıkarlarını garanti altına alan 5 Ocak 1809 tarihli Çanakkale Anlaşmasını Osmanlı Devleti ile imzaladı. Rusya da Napolyon tehdidini iliklerinde hissedince Osmanlı Devleti ile 1812 Bükreş Anlaşması yaparak Boğazlar üzerindeki emellerini geri plana aldı. Osmanlı Devleti Boğazlar üzerinde hesaplar yapan büyük devletleri savuşturmuş iken güneyden gelen bir başka tehdit başkente doğru yol alıyordu.

Osmanlı Devleti'nin Mısır valisi Mehmed Ali Paşa Yeniçerilik sisteminin kaldırılmasını fırsat bilerek isyan hareketi başlattı ve Suriye üzerine oğlu İbrahim Paşa'yı gönderdi. İbrahim Paşa 1831 yılında Suriye'yi ele geçirip Anadolu'ya girdi. Başkentten gönderilen iki Osmanlı ordusunu Belen ve Kütahya'da yendi. Bunun üzerine II. Mahmut çaresiz kalınca büyük devletlerden yardım arayışına girişti. Fransa Mehmed Ali'yi kışkırtırken, Belçika ve Hollanda sorunu ile uğraşan İngiltere, Osmanlı Devleti'ne yardım etmekte isteksizdi. Rusya ise, zayıf bir Osmanlı Devleti'nin yerine güçlü bir aktörün geçmesini, Çarlık çıkarları açısından büyük tehlike olarak görüyordu.. Rus elçisi Boutevenev Babıâli'ye gelerek, beş büyük savaş gemisi ve dört fırkateynden oluşan dokuz parçalık bir Rus filosunun yardıma hazır olduğunu iletti. Padişah "denize düşen yılana sarılır" diyerek Rusya'nın yardım teklifini kabul etti. Rusya 1833'de beş bin kişilik ordu ile donanmasını İstanbul'a gönderdi. Bu durum, Doğu Akdeniz'deki çıkarlarının tehlikeye girdiğini gören Fransa ve İngiltere'yi hareketlendirdi. Neticede Mehmed Ali bu devletlerin girişimiyle Osmanlı Devleti ile uzlaştı. Böylece, 1833 yılında Kütahya Mukavelesi ile Mehmed Ali Paşa'nın ilerlemesi durduruldu. Ardından Osmanlı Devleti Rusya ile 8 Temmuz 1833 tarihli Hünkâr İskelesi Antlaşması'nı imzaladı. Bu antlaşmayla Ruslar, Boğazlardan gelebilecek tehlikelerden kendilerini emniyete aldı. Rusya'ya bir saldırı durumunda, Osmanlı Devleti Boğazları yabancı devlet gemilerine kapatacaktı. Rusya'nın Boğazlar konusundaki avantajlı durumu İngiltere'yi rahatsız etti. Çünkü bu Antlaşma ile Rusya, Osmanlı Devleti'ne askerî müdahale hakkıyla birlikte Boğazları kendine açarken yabancı devletlere kapatıyordu. Bundan sonra, İngiltere "Boğazların kapalılığı" ilkesini uluslararası boyutta garanti altına almak için yoğun çaba harcadı. II. Mahmud 1839 yılında Mehmed Ali Paşa'nın üzerine yeniden ordu gönderdi. Fakat bu ordu da Nizip'te yenilince İngiltere, 1833'deki gibi "meydanı Rusya'ya bırakmak" istemedi. Babıâli'ye açıktan destek vererek Mehmed Ali'yi geri adım atmaya zorladı. 1840'da toplanan Londra Konferansının sonucuna göre, 1841'de Mısır'ın yeni özerklik statüsü belirlendi.

1841 Boğazlar Sözleşmesi

13 Temmuz 1841'de Londra'da son kez toplanan İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya temsilcileri, Marmara Denizi'ndeki Türk Boğazları konusunda Osmanlı Devleti ile başka bir antlaşma imzaladılar. Londra Boğazlar Anlaşması'ndaki 1. Maddesi Boğazlar'ın açıklığı veya kapalılığı durumunu devletlerarası bir zemine oturtuyordu. Böylece Boğazlar meselesi ilk defa uluslararası alanda çok taraflı bir zemine dayandı. Osmanlı Devleti Boğazlar'ı kapalı tutma noktasında bu anlaşmaya göre hareket etmeye başladı. Türk Boğazları'ndan geçiş 1809'da İngiltere ile yapılan "Çanakkale Anlaşması"yla iki taraflı bir antlaşma konusuyken 1841'de uygulaması halen süren devletlerarası bir düzenlemeye tabi olmuştur. İstanbul'un güvenliği için İngiltere'nin çıkarlarını koruyan ve Rusya'nın saldırgan tutumlarını sınırlayan bir düzenleme yapıldı.

Bu düzenleme Osmanlı Devleti'nin askerî bakımdan gösterdiği zaafların diplomasi alanındaki sonucudur. Osmanlı başkenti ve Boğazlar yabancı güçlerin işgal tehdidinden kısmen korunmuştur. Boğazlarda Osmanlı Devleti'nin hükümranlığı tanınmıştır. Boğazlara yönelik dış tehditler, tek taraflı saldırgan tutumlar uluslararası mutabakatla sınırlandırılmıştır. Topraklarındaki hükümranlık haklarını askerî kuvvetiyle koruyamayan Osmanlı Devleti, uluslararası denge politikalarından istifade ederek Boğazlar'ın güvenliğini sağlamak zorunda kalmıştır.

1853 yılında Rusya, Osmanlı Devleti'ne karşı savaş pozisyonu alırken hedefleri arasında Boğazlar da vardı. Kırım Harbi Rusya'nın yenilgisi ile sona erince 29 Mart 1856'da Paris Antlaşması imzalandı. Boğazlara yönelik madde şöyle idi: "Boğazlar yabancı devletlerin savaş gemilerine kapalı tutulacak ve Karadeniz'de savaş gemileri bulundurulmayacak".

1871 yılında Fransa, Almanya karşısında büyük bir yeniği aldıktan sonra Rusya'ya yanaştı. Rusya ise Fransa'nın desteği ile 1856 Anlaşması'nın şartlarını revize etme arzusunu dillendirdi. Nitekim, 17 Ocak 1871'de İngiltere'nin davetiyle, Londra'da Türkiye, Almanya, Avusturya, İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya arasında bir konferans toplandı. 13 Mart 1871 tarihli Londra Antlaşması ile "Karadeniz'in tarafsızlığı" ve "Boğazlar'ın barış zamanında kapalı tutulması"na yönelik temel ilkeler kaldırıldı.

Türk Boğazlarının bu hukuki durumu 1878 Berlin Antlaşması ile de teyit edildi.

Birinci Dünya Savaşı öncesinde Rusya'nın İngiltere ile ittifak anlaşması yapması Boğazlar'ı ele geçirme politikalarının bir parçasıdır. 18 Mart 1915 Çanakkale Türk Deniz Zaferi öncesinde İngiltere, Rusya'nın Boğazlar ve İstanbul üzerindeki taleplerini kabul ettiğini açıklamıştı. Ancak İngiliz ve Fransız donanmasının hezimeti ve ardından Rusya'da çıkan ihtilal sonucunda Rusların savaştan çekilmesiyle hayalleri boşa çıktı.

Milletlerarası statü

Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti'ne dayatılan 20 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması'na göre, Boğazlarda Türk hâkimiyeti yerini "milletlerarası statü"ye bırakıyordu.

24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması, Türkiye'nin tanındığı bir anlaşma olduğu gibi, Boğazlardaki Türk hâkimiyetini de düzenleyen bir belgedir.

Bu antlaşmadaki 33. Madde Boğazlar'dan geçişin serbest olduğunu ve bu hususta ayrıca detaylı düzenlemenin yapılacağını beyan etmektedir.

Kısaca "Lozan Boğazlar Sözleşmesi" denilen "Boğazlar'ın Tâbi Olacağı Usul Hakkında Mukavelenâme" isimli belge şu devletler tarafından imzalanmıştır. İngiltere, Bulgaristan, Yunanistan, Fransa, İtalya, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti, Rusya, Japonya ve Türkiye.

Bu sözleşmeye göre, savaş ve barış zamanında, Marmara Denizi ve bu denizden Karadeniz ve Adalar Denizine açılan Türk Boğazları'ndan her türlü geçişin serbest olacağı belirtildi. Sözleşmenin ikinci maddesi gereğince, geçişlere yönelik esaslar bir ek metin ile düzenlendi.

Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin en önemli maddesi, Boğazlarda güvenliğin milletlerarası bir yapıya yani "Boğazlar Komisyonu"na bırakılmasıdır. Buna göre, Çanakkale ve İstanbul boğazlarının her iki kıyısı ile Marmara denizindeki adalarda Türk askerinin bulunması yasaklandı. Buna teknik olarak askerden arındırılmış bölge adı verildi. Marmara Denizi'nin Avrupa ve Anadolu kıyılarından 20 kilometre içlerine kadar Türk askerî ve tahkimatı bulunmuyor güvenliği de Türk askerî makamları değil Milletler Cemiyeti' üstleniyordu. O günkü Milletler Cemiyeti'nde İngiliz Milletler Topluluğuna mensup ülkeler daha baskın görünüyordu. Bu yüzden Boğazlarda esas kontrol İngiltere'de demekti. Ayrıca askerden arındırılan bölgede Türkiye'nin tahkimat yapması ve asker bulundurması da yasak idi.

Türkiye, 1923 yılı koşullarında Boğazlar'daki egemenlik haklarını sınırlı bir şekilde koruyabilmişti. Ancak Boğazlardaki otorite boşluğu ilerleyen yıllarda Türkiye dışında Batılı ülkeleri de kaygılandıracak düzeye ulaştı.

1936 Montrö Antlaşması

1936 Montrö Antlaşması, 1809 sonrası Türk egemenliğini kuvvetlendiren en kapsamlı anlaşmadır. Türk hükümeti 1933'teki Silâhsızlanma Konferansı'nda Boğazlar'da egemenlik haklarını kuvvetlendirmek için harekete geçti. 1936 yılında İsviçre'nin Montrö kentindeki Boğazlar Konferansı'nda Atatürk'ün bizzat ilgilenerek oluşturduğu diplomatik heyetin başkanı Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras idi. 20 Temmuz 1936 tarihinde Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği, Japonya, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Yugoslavya arasında imzalandı. Lozan antlaşmasına katılan İtalya ise 2 Mayıs 1938'de imzaladı. Türk Ordusu 21 Temmuz 1936'da Boğazlarda kontrolü ele aldı. Böylece, 1920'den itibaren gündemde olan kısıtlamalar kaldırıldı ve Boğazlardaki Türk hükümranlığı fiilen de kuvvetlendirildi.

Sözleşmeye göre barış zamanında ticaret gemileri, bayrağı ve yükü ne olursa olsun gündüz ve gece Boğazlardan geçiş serbestliğine tabidir.

Bir savaş zamanında Türkiye savaşın bir tarafı değilse ticaret gemileri barış zamanındaki gibi serbestçe geçiş yapabilir. Eğer Türkiye savaşta veya yakın savaş tehdidi altında ise düşman olmayan ülkelerin ticaret gemileri düşmana yardım etmemek koşuluyla serbest geçiş yapabilir.

Karadeniz'e kıyıdaş olmayan devletlerin savaş gemilerinin Karadeniz'e girmesi bazı kısıtlamalara tabi tutulmuştur. Karadeniz'e kıyısı olmayan ülkelerin bu denize çıkacak savaş gemilerinin toplam tonajı 45 bini aşamaz ve 21 günden fazla orada kalamazlar.

Madde 19'a göre savaş zamanında savaşa dahil ülkelerin savaş gemileri Boğazlardan geçemez.Türkiye savaşa dahilse ya da savaş tehdidi ile karşı karşıya ise Boğazlar'dan savaş gemilerinin geçip geçmemesi bütünüyle Türkiye'nin kararına bağlıdır. Türkiye savaşan taraf değilse, savaşa dahil devletlerin savaş gemilerinin geçişi yasak, savaşmayanların ise serbest olacaktır. Bununla birlikte, Karadeniz'e kıyıdaş olan ya da olmayan savaşan devletlere ait olup da bağlama limanlarından ayrılmış bulunan savaş gemileri, bu limanlara dönebilirler. Madde 24 ile Lozan'da kurulan milletlerarası komisyon kaldırılmış ve bu konudaki tüm yetkiler Türkiye'nin iradesine verilmiştir. Ek 1'de belirtilen hususlara göre Türkiye, Boğaz geçişlerinden sağlık kontrolü, fenerler, şamandıralar ve kurtarma hizmeti için vergi ve harç alacaktır. Bu konuda alınacak ücretler altın frank kuru üzerinden uygulanacaktır.

Boğaz türleri

Türk Boğazlarını Hürmüz Boğazı ve Cebeli Tarık Boğazı gibi boğazlardan ayıran unsur nedir? İki tür boğaz vardır. Birincisi ulusal, ikincisi uluslararası boğazdır. Bu bağlamda değerlendirecek olursak ulusal boğaz üzerinde hâkim devletin egemenlik hakları vardır. Geçişleri ilgili devlet belirler. Uluslararası boğaz da ise geçişi kıyıdaş ülkeler belirler. Buna göre Marmara bir iç deniz olduğundan ve İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı'nın kıyılarında egemen devlet Türkiye Cumhuriyeti olduğundan buradaki geçişleri sağlama hakkı da ona aittir.

Montrö, 1809'dan sonra Boğazlar'da Türk egemenliğini en geniş şekilde sağlayan antlaşmadır. Bununla birlikte, Boğazlar'da Türk hâkimiyetinin garanti belgesi görmek sakıncalıdır. Ayrıca Boğazlarda Türk egemenliğini güçlendirecek Kanal gibi projeleri gündeme getirmek, inşa etmek Montrö'ye aykırı bir durum değildir. Türkler 1453'ten beri 568 yıldır Boğazlar'ın egemen milletidir. İstanbul'un idaresine el koyan itilaf devletleri 13 Kasım 1920 ila 4 Ekim 1923 tarihleri arasında geçici olarak Türk egemenliğini kesintiye uğratmıştır. Bu arızi durum dışında İstanbul'un fethinden beri Boğazların tek egemen gücü Türkler olmuştur. Bu bakımdan Türk Boğazları olarak adlandırılan Boğazlardaki egemenlik statüsü, birden fazla devletin kıyısı olan ve açık denizleri açık denizlere bağlayan Cebel-i Tarık, Babü'l-Mendep ve Hürmüz Boğazı gibi değildir.

Üç önemli anlaşma

XIX. Yüzyılda Avrupa denge politikalarına dayanarak varlığını sürdürme noktasında diplomasiden yararlanan Osmanlı Devleti Boğazlar konusunda üç konferans sonucunda üç önemli anlaşma yaptı. 1841 Londra, 1856 Paris ve 1871 Londra Boğazlar Sözleşmesi. XX. Yüzyılda ise sorun daha derinleşti. XX. Yüzyılda da Boğazlar konusunda üç konferans neticesinde üç antlaşma metni ortaya çıktı. 1920 Sevr, 1923 Lozan ve 1936 Montrö. Sevr tasarı olarak kalmış olmakla birlikte Boğazlarda Türk egemenliğini ortadan kaldıran bir metindi. Lozan ise Türk egemenliğini tanımakla birlikte oldukça sınırlandırıyordu. Montrö ise, Türk Boğazları'nda Türkler egemendir ilkesini sağlayan son iki yüzyılda Boğazlar konusunda -daha iyisi yapılana kadar- yapılan en uygun antlaşma özelliğindedir. 1453'de başlayan Çanakkale ve İstanbul Boğazlarındaki Türk hâkimiyeti devam etmektedir.

[email protected]