Üç göç, bir yangın yerini tutar
ABONE OL

Başta Suriye olmak üzere İslam coğrafyasında yaşanan politik gerilimler, ekonomik sıkıntılar ve tabii terör örgütleri ve acımasız rejimlerce uygulanan korkunç bir şiddet dalgası hem bizi hem de dünyayı yeniden kitlesel bir göç dalgasıyla yüzleştirdi. Sadece çağımızda değil tarih boyunca da göç, insanın muhatap olmak zorunda kaldığı bir gerçeklik olmuştur. İnsanlar yaşadıkları mekanları çeşitli nedenlerle terk etmek durumunda kalmışlardır. İnsanın kendi dışında gelişen doğal felaketler yanında tarihsel süreç içerisinde ekonomik, siyasi ve sosyal nedenler kitleleri yaşadığı topraktan koparan göç hareketlerinin en önemli nedenleri arasında sayılabilir.

Bu noktada hiç abartmadan söylemeliyiz ki son dönemde yaşanan göç hareketinde insanlık adına en iyi sınavı Türkiye verdi. Çünkü Batı’nın yaklaşık iki yüz elli yıldır üst perdeden dile getirdiği, dünyanın geri kalanına bu konuda akıl verdikleri hoşgörü ve insaniyetçilik teorileri, ülkelerinin kapısına kitleler halinde biriken göçmenlerin gerçekliği karşısında birden bire buharlaştı.

Oysaki göç, biz Türkler için sosyal bilinçaltımızda derin bir iz bırakmış önemli bir kavramdır. Bunun en önemli kanıtı masallar ve destanlardır. Apaçık görünmektedir ki göç olgusu Türk destanlarında ve hikayelerde işlenen önemli bir konudur. Bunun yanında günlük dile sinmiş ifadeler ve deyimler de bunu destekler niteliktedir. Öyle ki göç alanındaki sözcük ve söylemler Türkçede önemli bir yer tutmaktadır.

Bizim dil dağarcığımızda “göçüp gitmek” hâlâ bir kişinin ölmesi anlamında kullanılırken, plan yapmadan eyleme geçme alışkanlığımızı da “Kervan yolda düzülür” sözü ile gene göçe vurgu yaparak dile getirmekteyiz. Dahası, halk arasında günümüzde bile kullanılan “Üç göç, bir yangın yerini tutar” sözü de taşınmanın sıkıntısını yine göçe vurgu yaparak anlatmaktadır.

Bu söz dağarcığı aslında tarihsel bir tecrübenin izlerini taşır. Binlerce yıl Asya bozkırlarında konargöçer yaşayan atalarımız, göç olgusunun yaşam gibi, çok fazla çaba, gayret ve mücadeleyi zorunlu kıldığını belleklerine kazımışlardır. Bu nedenle tarihsel belleğin derinlerinden gelen duygular göç elem, keder, acı ve üzüntü kaynağı olduğunu sürekli bizlere hatırlatmaktadır.

Küresel sonuçları

Herhangi bir beşerî coğrafya kitabını karıştırırsanız karşınıza göç olgusuyla ilgili şu tarzda kupkuru bir bilgi çıkacaktır:

“Göç, kişilerin yerleşmek amacıyla bir yerden başka bir yere gitmeleri hareketine verilen addır. Bu hareket ülke içinde olursa iç göç, ülkeler arasında olursa dış göç veya uluslararası göç olarak adlandırılır. Göç esas itibarıyla bir mekansal değişiklik olsa da, insanlar bu fiziki hareketle tüm hayatlarında ciddi bir değişim yaşar; toplumsal, kültürel ve ekonomik unsurların değişmesiyle göçmen topluluklar kadar göç edilen yerdekiler de etkilenir.”

İşte bizi ilgilendiren nokta bu kuru tanımdaki; toplumsal, kültürel ve ekonomik etki kısmıdır. Zira 21. asırda insanların kitleler halinde vatanlarından kopuşu şimdilik bölgesel bir sıkıntı gibi görülse de bütün insanlığa etkisi ve tarihin akışına yaptıracağı yön değişikliğine ilişkin küresel çapta sonuçları uzun vadede ortaya çıkacaktır.

O halde göçler geçmişte tarihi ve insanlığı nasıl etkiler bakalım:

Tarihi göçle başladı

Sosyal bilimciler her uygarlık çehresinin altında bir göç etkeninin yattığını söylemektedirler. Her büyük toplumun efsanesi veya tarihe mal olmuş hikayesi kurcalandığında altında bir göç öyküsü anlatıldığı görülecektir.

Göç, bireyler için acı bir kopuş olsa da toplumlar için hareketli, değişken ve yaygın bir dünya görüşünün ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Her türlü sosyal kalıbı parçalayarak bir yandan negatif bir etki oluştururken diğer yandan da sosyal yapıyı dinamik hale getirerek yapıcı bir etken oluşturur. Zira göçe muhatap olan toplumlarda hem bakış açıları çeşitlenmiş, hem de toplumun kendisi aktivite kazanmıştır.

Medeniyet kavramının beşiği tartışmasız Yakın Doğu’dur. İnsanlığa ait önemli medeniyet merkezleri, tarihin eski çağlarında farklı kentler ve bunları yöneten devletler halinde yerleşik bir düzen görüntüsü verirken M.Ö.1200’de birden bire her şey alt üst oldu.

Eskiçağ tarihçilerinin Bronz Çağı’nın bitişi olarak etiketledikleri bu olay büyük bir göç hareketiydi. Yine daha özelleştirirsek; büyük deniz kavimleri göçüydü. Bu göç dalgası MÖ 1.200 yılında Balkanlar’dan başlayarak Yunanistan, Anadolu, Doğu Akdeniz kıyıları ve Mısır’a doğru ilerlemişti. Bu kavimler eriştikleri her yerde savaşmışlar ve kurulu düzenleri yıkmışlardı. Adeta bir sel gibi Yakın Doğu üzerine gelen deniz kavimleri Knosos ve Miken’deki uygarlık havzasını, Anadolu’daki Hitit düzenini, Doğu Akdeniz kıyılarındaki önemli Fenike merkezlerini yerle bir etmişlerdi. Sadece Mısır Medeniyeti bir ölçüde kendisini bu akınlara karşı koyabilmişti. Günümüzden binlerce yıl önce gerçekleşen bu göç dalgası Yakın Doğu’nun tüm siyasi ve sosyal yapısını değiştirmiş, Bronz Çağı biterek, Demir Çağı denilen yeni bir dönemin başlamasına sebep olmuştu. Artık Yakın Doğu’da hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Kavimler Göçü

Biraza tarih eğitimi gören herkesin göç deyince bileceği üzere tarihin en büyük kitlesel hareketlerinden birisi de “Kavimler Göçü” olarak bilinen insan hareketiydi. Takvimler milattan sonra 4. asrı gösterdiğinde Asya’dan Avrupa’ya doğru büyük bir insan hareketi başladı.

Aslında zincirleme etki Uzak Asya’da yaşanan bir olaya dayanıyordu. Asya Hunları Çin ile mücadelesinde başarısız olunca, Hun Devleti iki ayrılmış, bir kısım Hunlar batıya yani Hazar Denizi ve Aral Gölü’ne doğru yönlenmişti. Ama burada durmadılar. Hunlar zamanla Karadeniz’in batısına geçtiler ve bu bölgelerde yaşayan toplulukları Avrupa’nın içlerine doğru ittiler. İşte tabiri uygunsa sosyo-politik anlamda bir kıyamet koptu. Çünkü Hunların önünden kaçan ve Cermen olarak bilinen topluluklar Avrupa yüklendiklerinde karşılarında Roma İmparatorluğu’nu buldular. Roma Asya’dan dalga dalga gelen bu göç karşısında duramadı ve önce ikiye ayrıldı, daha sonra da Avrupa üzerindeki hakimiyetini kaybetti.

Bu göç hareketi sadece Roma İmparatorluğu’nu yıkmakla kalmamış, Avrupa’nın etnik yapısı değiştirmiş, Türkler ilk kez Avrupa’da bir devlet kurmuşlardır. Tarihçiler böylece İlk Çağ’ın sona ererek Orta Çağ’ın başladığını söylemişlerdir. Sonuçları bakımından Kavimler Göçü, insanlığın en önemli göç hareketlerinden birisi olmuştur.

Mukaddes göç

Müslümanların, Mekke’den Medine’ye hicret yılını İslam tarihinin başlangıcı kabul etmeleri gerçeği göçün tarihi rolüne dair çok önemli bir işaretlemedir.

Miladî 622 yılına rastlayan tarihte gerçekleşen Hicret, İslam düşüncesinde böyle büyük bir özelliğe sahiptir. Çünkü bu tarihte Mekkeli Müslümanlar, Hz. Peygamberin işaretiyle inançları uğruna tüm işkencelere katlanarak, tüm tehlikeleri göğüsleyerek, samimiyet ve fedakarlıkla; can, mal, aile, sosyal haysiyet, adına her şeyden yüz çevirerek Medine’ye göç etmişlerdi. Fakat bu zorluklara karşın İslam tarih geleneği Hicret’i hem tarihin başlangıcı olarak hem de bir din ve İslamiyet’in düşmanlarına karşı kazandığı kesin zafer günü olarak almıştı.

Hicret adı verilen bu mukaddes göçün başlattığı süreç ile dünya tarihi baştan başa değişecekti.

15. asırda Kristof Kolomb’un Pinta, Nina ve St. Maria adlı üç gemiyle Karayiplerdeki bir kara parçasına çıkmasıyla insanlık için yeni bir göç dalgasının da kapısı açılmıştı. Doğal olarak yeryüzünde gene bir sosyo-politik düzen değişiminin de zilleri çalmaya başlıyordu.

Yeni ticari yollar arama isteği ile başlayan ve adına Coğrafi Keşifler denilen bu süreçle Amerika kıtasının keşfi ile dünyayı değişti. Batılı toplumlarca fark edilen yeni kıtalar zengin doğal kaynakları ve arazileri ile Avrupa’da tutunamayanlar için oldukça cazip bir göç mekanı oldu. Yeni dünya denilen bu topraklarda kurulan ticari kolonilere Avrupa’dan insanlar akmaya başladı. Buraya gelen Batılılar sadece bir nüfus hareketi gerçekleştirmedi aynı zamanda ayak bastıkları bu topraklarda yerli toplulukların önemli bir kısmına da soykırım uygulayarak dünya nüfus tablosunu alt üst etti.

Bu göç hareketinin en büyük sonucu yeni kıtalarda yeni devletler ve kültür havzaları oluşması yanında, dünya siyasetini etkileyecek bir unsur olarak 1776 yılında Amerika Birleşik Devletleri kurulması olmuştur elbette.

Türkiye ve göç

Doğu- Batı arasındaki önemli bir geçiş güzergâhı olan Anadolu’da yıkılan ve kurulan medeniyetler için ayrı bir önemi bulunan göç, Türkiye toprakları üzerinde tarih boyunca ciddi etkiler göstermiştir.

Her şeyden öte Türkiye’nin kuruluşu da bir göçe dayanır. 11. asırda Orta Asya’dan İran ve Anadolu’ya yapılan göçler Türk tarihinin en önemli kolu olan Türkiye Tarihini başlatmıştır. Bu topraklar üzerinde kurulan Selçuklu-Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti çizgisinde pek çok göç dalgası yaşamıştır.

Özellikle Osmanlı Devleti’nin güçten düşerek Balkanlarda toprak yitirmesiyle Müslüman ve Türk topluluklar bölgeden koparak Anadolu’ya doğru göçe başlamışlardır. Bunun en keskin örmeği 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve Balkan Harbi bozgunu ile yaşanmıştır.

Yine Kurtuluş Savaşı sonrasında Lozan barış antlaşması ile Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan nüfus mübadelesi göçü de önemli nüfus hareketlerindendir. Mübadele sonucunda Anadolu’daki yaklaşık 1 milyon 200 bin Rum Yunanistan’a, Yunanistan’daki 500 bin Türk de Türkiye’ye gelmiştir.

1989 yılında Bulgaristan’daki komünist rejimin Müslüman Türklere uyguladığı baskı sonucunda da pek çok Türk, Türkiye’ye göç etmiştir.

19. asırda yaşanan Kafkas-Rus Savaşı, Çerkezlere uygulanan soykırım ve Rus kolonizasyonu bölgedeki Çerkez topluluklarını vatanlarından kopararak Osmanlı topraklarına doğru büyük bir göç hareketi başlatmıştı.

Rusların Batı Çerkesya’da yerli halkı sürgün ederek, mülklerine el konulması ve yerlerine Rus nüfus yerleştirilmesiyle 1863-64 yıllarında yoğun olmak üzere, 1858’den itibaren yüz binlerce Çerkes Osmanlı yönetimiyle anlaşmalı olarak Karadeniz kıyılarından gemilerle Anadolu ve Balkanlar’a taşındı. Bu hareketin sonucu olarak Kafkasya’nın etnik kimliğini tümden değişti.

Türkiye, Arap Baharı’nın sonucu olarak Suriye’den gelen göçmenlere benzer bir büyük göç dalgasını 1991’de yaşadı. Körfez Savaşı sonucu Irak’taki Baas rejiminin başlattığı saldırılardan kaçan Kuzey Irak halkının bir bölümünün Türkiye’ye göç etti.

Daha sayısız irili ufaklı örneklerini verebileceğimiz hadiseler olmakla birlikte kısaca denilebilir ki; göçler her daim insanlık tarihini değiştirici bir rol oynamıştır. Bu göç dalgalarına muhatap olan Türk milleti ise göçün psikolojisini belleğinden hiç silmediğinden dün olduğu gibi bugün de kendi kapısını çalan her dilden, dinden ve etnik kökenden topluluğa el uzatmıştır. Bunu biz değil tarih böyle söylemekte.

@koray_serbetci