Rabia Yavuz/ Uzman Klinik Psikolog
Türkiye'nin tarih sayfalarında kaldı bu silinmez 28 Şubat ihanet suçu demek isterdim ama belli ki o yasakçı ve had bildiren zihniyet hala hayatımızda. O günlerde ya acıyarak bakılırdı başörtülü kadınlara ya da öfkeyle: Kurbandınız bazıları için çünkü ancak ve ancak anne babanızın zoruyla başınızı örtmüş olabilirdiniz. Aile zoruyla örttüğünüz alnı açık başınızı hükümetin zoruyla ya da sokaktaki adamın zoruyla açmanız beklenirdi bu nedenle. Ancak o zaman her Türk vatandaşı gibi üniversitede eğitim alabilir, meslek seçebilir ya da mevcut mesleğinizi icra edebilirdiniz. Öfkeyle bakanlar ve öfkelerini her fırsatta gösterenler için ise ülkeyi karanlık günlere götürmek için çalışan adını kimsenin bilmediği bir örgütün mensubuydunuz. O halde başınıza gelen ve gelecek olan her şeyi hak ediyordunuz ve her fırsatta size haddinizin bildirilmesi lazımdı. Lakin hiçbir versiyonda kendi iradesiyle hareket eden, kendi hayalleri olan ve kendi geleceğini çalışarak inşa etmeye çalışan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değildiniz. Nereden baksanız tutarsızlıklarla dolu günlerdi o yüzden 28 Şubatlı yıllar.
Geçmişte kalmadı
Geçmiş geçmişte kalmamış belli ki. Bugün halen şahsi kararlar veremeyeceğimizi var sayan yasakçı zihniyet yüzünden başörtülü olarak terapi odasında yerimizin olmadığını empati yoksunu uzmanlardan işitmeye devam ediyoruz. Eğitim hayatımıza neden ara vermek zorunda kaldığımızı Türkiye'nin yakın geçmişinden habersiz genç neslin şaşkınlık ve inanmazlığın birbirine karıştığı yüzlerinde görmeye devam ediyoruz. Mesleğime neden geç başladığımı öğrendiğinde Türkiye sosyolojisinden habersiz psikologların yargılayıcı sorularında bu zihniyete şahit olmaya devam ediyorum. Nasıl oluyorsa başörtüsüne icazet verme hakkını kendinde bulup kendilerini mensup addettikleri geleneğin literatüründe türbanın mazisini dahi bilmeyen ve hala kadınlara neyi, ne kadar ve hangi şartlarda giyebilme özgürlüğünü verme hakkını kendinde bulduğunu iddia ederek gündem olmaya çalışan siyasi tiplerin kamusal paylaşımlarını okuyoruz. Bu liste uzar gider ama bizim zamanımız da kelimelerimiz de kıymetli. O nedenle 28 Şubat'ı ona maruz kalarak deneyimleyenlerin şahitliğinden bakmayı deneyerek anlayabilir ve belki arkada bırakabiliriz diye umuyorum.
28 Şubat; Türkiye'nin geleceğine, eğitimli iş gücümüze, ehil uzmanlarımızın olabilme ihtimaline, mesleğini canla başla yapan yetişmiş elemanlarımızın varlığına karşı yapılmış bir ihanettir. Tıp fakültesini bırakmak zorunda kalarak doktorluk hayallerinden vazgeçen gücenik ev hanımlarını, kat sayı engeli yüzünden istediği üniversitelere gidemeyip Açık Öğretim Fakültelerinin sınırlarında sıkışıp kalan erkeklerin hayatlarını, okuluyla beraber yurdunu ve ailesini de geride bırakmak zorunda kalmış yurtdışında hiç bilmediği bir dilde ve ülkede eğitim hayatına devam etmenin bedellerini ödeyen yetişmiş ve yetkin ama bir o kadar da kırgın ve yorgun insanları dinlemeyi deneyebilirsek Şubat ayını artık tutuklu değil de serbest çağrışımlarla anma fırsatımız olabilir. Böylece o zorlu kışın sadece 28 Şubat 1997'de Türkiye'de yaşanan bazı siyasi olaylarla sınırlı olmadığını anlayabiliriz.
Bir nesle mal oldu
O günden bu yana Şubat ayını yutkunarak ve derin bir nefes alma ihtiyacı duyarak hatırlarım. Geldi geçti diyemediğimiz bir tarihtir bazılarımız için o gün. Haddinizin bildirilmesinin sadece ülkenin başbakanı tarafından değil sokaktaki vatandaşlar için bile görev haline getirildiği bir dönem. 28 Şubat medyasının düne kadar ekranlarda başörtülü kadınlar yokmuş gibi davranırken bir anda sözde çarpık ilişkilerin mağduru olan bazı kadınları hemen her gün ekranlara taşıdıkları günlerden bahsediyorum. O günlerde başörtülü kadınlar sokaklarda "Müslüm Gündüz'ün f...si" hakaretini duymadan evine dönemezdi. Mecliste kovulan, kurumlara alınmayan, medyada sürekli hedef gösterilen kadınlara uygulanan ayrımcılık sokaklarda da karşılığını bulmuştu. Düne kadar bindiğiniz belediye otobüsüne alınmamanız, iplik almak için girdiğiniz manifatura dükkanından "Ben sizin gibilere mal satmam" diyerek kovulmanız, yemek yemek istediğiniz restorandan "Başörtülülere servis yapmıyoruz" denilerek çıkartılmanız, film izlemek için gittiğiniz sinemaya alınmamanız gibi olaylarla yavaş yavaş başörtülü kadınlar birçok alandan kovuldu. Herkes bir koro halinde "Sizin yeriniz eviniz" der gibiydi. Eviniz dışında size bir yer bırakılmamıştı. Doğru ya, evimizde bize karışan yoktu zaten, laiklik tam da buydu o zamanlar. Bir anda ülkenin zencileri oluvermişti başörtülü kadınlar. Giremeyeceğiniz okullar, çalışamayacağınız kurumlar, serbest dolaşamayacağınız sokaklar ve evinizin sınırları dışında yaşamayı denemenizin hadsizlik olduğunun size gösterildiği yıllar. Kadın iş gücünün politik hesapların ve asker tanklarının altında çiğnendiği bu zamanların Türk insanının bir nesline mâl olduğunu söylemek mümkün.
Hatırlaması acı veren o kadar çok şey var ki o günlerden bu günlerimize gölge düşüren, dikenli teller ören, kocaman duvarlar yükselten. 28 Şubat, çalınan geleceklerinin, yaşadığı haksızlıkların, iade edilmemiş haklarının en çok da bir anda olgunlaşmak zorunda kalan kadın ve erkeklerin yaraları henüz iyileşmediği için geçmeyen bir gün. Çalınan hayaller ve küçülmek zorunda bırakılan hayatlar bıraktı bu gün bize. Kendi ülkenizde bir yabancı değil, bir suçlu muamelesi görmeyi bıraktı. O nedenle geçmeyen bir geçmiştir 28 Şubat. Çünkü bıraktığı izlerle yarattığı hayat, zaman ve mekân kaymaları bugün hala yaşanmaya devam etmektedir. Acı veren duygularla kişisel tarihimize sinmiş olan bu tarihin yaralarını bugün çok uzun zamandır güçlü olmak ve kalmak zorunda kalan güzel insanlar hala sarmaya devam etmekte. Terapi odasında hemen her gün bu gasp edilen zaman ve hakların bizlerden çaldıklarıyla halleşmek ve ideallerimize olan vefamızı gösterebilmek için bugünümüzü onararak hayatlarımıza devam etmekteyiz. Şimdi bazen ağlaya ağlaya bazen ağlamadan, dillerimiz dolaşsa da yumruğumuzu çözmeden o kara günün karşısında yanımıza o günlerde olduğu gibi bugünlerde de yüreğimizden başka bir şey almadan çıktığımız bu yolda yürümeye, konuşmaya, yazmaya ve en çok da yaşamaya devam edeceğiz. İster terapi odasında ister bir dostun yanında ister bir günlüğün satırlarında geçmişi onarmanın yollarının şimdinin hakkını vermekte yattığını öğrenmiş olan, acılar yaşamış ama acılaşmamış yetişkinler olarak hayata aşkla katılmaya devam edeceğiz. Hayat bizden karşılık beklemektedir. Buradayız ve beraber yaralandığımız gibi beraber iyileşeceğiz.
@klpskrabiayavuz