Dr. Mehmet Rakipoğlu/ Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü
7 Ekim 2023'te Hamas'ın merkezinde yer aldığı Gazzeli direniş gruplarının, işgalci İsrail'e karşı başlattığı Aksa Tufanı operasyonu, sadece Filistin bağlamında dönüm noktası değildir; aynı zamanda Ortadoğu'da otoriter rejimlerin kırılganlığını ortaya koyan ve bölgesel dengeleri kökten değiştiren bir dönüm noktasıdır. Diğer bir ifade ile 7 Ekim ile Filistin'den başlayan direniş harekâtı bölgesel bir dönüşüm başlatmıştır. Bu süreç Suriye'deki Esed rejiminin çöküşünü hızlandırmış, on yıllardır devam eden otoriter yönetimin sona ermesiyle ülkede yeni bir dönemin kapıları aralanmıştır. Silahlı muhalif unsurların 11 gün gibi kısa bir sürede Esed rejimine karşı askeri bir zafer elde etmesi güç dengelerini değiştirmiştir.
Esed Rejiminin çöküş süreci
Beşar Esed rejimi, 2011 yılında barışçıl protestolarla başlayan, ancak kısa sürede silahlı bir çatışmaya dönüşen iç savaşta uluslararası destekçilerin yardımıyla ayakta kalmayı başarmıştı. Özellikle Rusya'nın 2015 Eylül itibarı ile Suriye sahasına müdahil olması, rejimin hayatta kalmasını sağlamıştı. Hizbullah ve İran destekli Şii milislerin de takviyeleriyle rejim Şam merkezli iktidarı ayakta tutabilmişti. Ancak son yıllarda rejimin müttefikleri olan Rusya ve İran'ın etkisinin azalması, rejimin gücünü önemli ölçüde zayıflatmıştır. Rejimi ayakta tutan Rusya ve İran-Hizbullah ekseninin önceliklerini Suriye'den başka noktalara kaydırması ve yaşadıkları kapasite kaybı rejimin düşme, muhaliflerin ve Suriye halkının kazanma sürecini hızlandırdı. Bu anlamda ilk olarak Rusya'nın Suriye'deki etkisinin ciddi ölçüde azaldığı görüldü. Nitekim Ukrayna Savaşına odaklanan Rusya, Suriye'deki askeri ve lojistik desteğini büyük ölçüde sınırlandırmak zorunda kalmıştır. Bu durum, Esed rejiminin sahadaki kontrolünü kaybetmesine yol açmıştır. Ayrıca, her ne kadar 27 Kasım'dan 8 Aralık'a kadar muhaliflerin ilerleyişini durdurmak adına Rusya defalarca hava saldırıları tertip etse de bu ilerleyiş durdurulamamıştır. Dolayısıyla 2015'e kıyasla Rusya'nın Suriye sahasında rejime sağladığı hava desteğinin azalması ve yerel aşiretler ve muhtelif unsurların da rejime karşı silahlı biçimde ayaklanması muhaliflerin ilerleyişini kolaylaştırmıştır. İkinci olarak rejimi ayakta tutan İran ve Hizbullah'ın da Suriye sahasında zemin kaybettiği ve etki alanlarının zayıfladığı görülmüştür. İran, ekonomik kriz ve bölgesel nüfuz kaybıyla mücadele ederken Suriye'ye ayırdığı kaynakları azaltmıştır. Özellikle İsrail ile devam eden ve büyük oranda İran'ın kaybettiği çatışma iklimi Tahran'ın yayılmacı politikalarına zarar vermiştir. Benzer şekilde çağrı cihazları saldırısı ile elemanları ve Dahiye saldırısı ile lider kadrosunu kaybeden Hizbullah da rejimi ayakta tutmak yerine İsrail'e karşı hayatta kalmak durumunda kalmıştır. Dolayısıyla İran ve Hizbullah'ın ciddi kayıplar vermesi ve İsrail'in İran destekli milislere yönelik saldırıları, rejimin direncini daha da kırmıştır. İran'ın Suriye'deki etkisinin azalması, rejimin yalnızlaşmasına ve sahada koordinasyon kaybına yol açmıştır. Öte yandan rejimi ayakta tutmanın ekonomik açıdan da gerek Rusya gerekse İran ve İran'a bağlı milislere ciddi bir yük olduğu bilinmektedir. Rusya, bir bataklığa dönüşen ve üç yıldır süren Ukrayna işgali nedeniyle Batı yaptırımlarına maruz kalırken rejimi destekleyerek ek bir maliyete katlanamamıştır. Ayrıca Trump'ın Ocak 2025'te göreve gelip savaşları bitireceğine dair ifadeler kullanması, Rusya'nın Ukrayna'da kazanımlarına odaklanmasına neden olmuştur.
Öte yandan İran açısından rejimi ayakta tutmanın maliyeti katlanılamaz hale gelmiştir. Hizbullah'ın verdiği kayıpların yanında İsrail ile 'mücadelede' başarısız olan Tahran rejimi açısından Esed rejimini iktidarda tutmak öncelik olmaktan çıkmıştır. Benzer şekilde rejimin ekonomik kaynaklarının tükenmesi, ordunun moralini ve savaş kapasitesini ciddi şekilde düşürmüştür. Özellikle kamu maaşlarının ödenememesi ve artan enflasyon, rejimin halk desteğini de kaybetmesine neden olmuştur. Dolayısıyla rejimin düşüşünü geciktiren Rusya ve İran ekseni açısından rejimi ayakta tutmak rasyonel bir tercih olmaktan çıkmıştır.
Muhaliflerin stratejik ilerleyişi
Dondurulmuş çatışma sahası haline gelen Suriye'de Rusya ve İran'ın ateşkesi defalarca bozduğu, yerel çatışmaların devam ettiği ve bu çatışmalara karşılık muhaliflerin askeri operasyonlar düzenlemek istediği bilinmekteydi. Türkiye'nin bu süreci Ankara-Şam diplomatik angajman sürecini öncelediği için geciktirmişti. Fakat rejimin ve İran'ın siyasi geçişte Türkiye'nin siyasi ve hukuksal olarak masada yer almasına sıcak bakmamasından ötürü süreç çıkmaza girmişti. Bir süredir hazırlık yapan muhaliflerin, Türkiye'nin de engellemesinin kaldırılması sonrası Halep ile başlayan özgürleştirme operasyonları Şam'a kadar ilerlemiş, rejimin düşmesi ile sonuçlanmıştır. Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) ve Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO), rejime karşı yürütülen direnişin ana aktörleri olarak öne çıkmıştır. Özellikle Halep sonrası gerçekleştirilen geniş çaplı operasyonlar, rejimin kritik şehirlerdeki kontrolünü kaybetmesine neden olmuştur.
HTŞ'nin de aktif biçimde içerisinde olduğu muhalif gruplar, Halep, Hama ve Humus gibi önemli şehirleri ele geçirerek rejimin lojistik hatlarını kesmiştir. Bu ilerleme, rejimin ikmal ve savunma kapasitesini ciddi şekilde zayıflatmıştır. HTŞ'nin yerel yönetimlerde oluşturduğu organize yapılar, halkın desteğini kazanmasına ve sahadaki etkinliğini artırmasına yardımcı olmuştur.
Türkiye'nin kritik rolü
Türkiye, Suriye'deki dönüşüm sürecinde hem sahada hem de diplomatik alanda aktif bir rol oynamıştır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın SMO başta olmak üzere rejim karşıtı muhaliflere yönelik desteği Suriye'nin özgürleştirilmesinde kritik rol oynamıştır. Ayrıca İsrail'in Suriye'deki geçiş sürecinden faydalanıp Şam'da icra ettiği saldırılar ve Golan Tepeleri'ni de aşan işgalci varlığına karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sergilediği sert tavır ve Suriye ve Filistin halklarına ve direnişe verdiği destek, Türkiye'nin bölgedeki etkisini artırmıştır. Bu anlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki Türkiye bölgesel ölçekte askeri ve diplomatik bir liderlik görevi üstlenmiştir. Nitekim Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde oluşturduğu güvenli bölgeler, muhaliflerin ilerleyişini desteklemiş ve rejimin gücünü zayıflatmıştır. Türkiye destekli SMO, rejime karşı yürütülen operasyonlarda kilit bir rol oynamış ve sahada önemli başarılar elde etmiştir. Öte yandan Esed rejiminin düşüşünden sonra Suriye'nin yeni yönetimi, Türkiye ile iş birliğini derinleştirerek hava sahasını Türkiye'ye açmıştır. Bu gelişme, Türkiye'yi doğrudan İsrail'e komşu hale getirerek bölgedeki stratejik konumunu güçlendirmiştir. Son olarak Türkiye, bölgesel iş birliğini, Suriye'nin toprak bütünlüğünü savunmaya devam etmiştir. Bu anlamda Ankara yönetimi, Suriye'nin toprak bütünlüğünü koruma ve özgür bir Suriye'nin inşası için uluslararası platformlarda güçlü bir savunucu olmuştur. PKK/PYD terörünün sonlandırılması adına muhaliflerin Tel Rıfat, Münbiç'i terörden temizlemesi, Kamışlı-Haseke gibi bölgelere yönelmesi de Türkiye'nin ulusal güvenliğine katkı sağlamaktadır.
Yeni Suriye'nin geleceği
Esed rejiminin düşüşü, Suriye'de kapsayıcı ve demokratik bir yönetim modeli oluşturma fırsatını beraberinde getirmiştir. Türkiye'nin öncülüğünde oluşturulacak yeni sistem, yalnızca Suriye'nin iç barışını sağlamakla kalmayacaktır, aynı zamanda bölgesel güvenlik ve iş birliğini de artırma potansiyeli taşımaktadır. PKK/PYD teröründen ve baskıcı Esed rejiminden arındırılmış bir Suriye, bölgesel istikrara doğrudan katkı sağlayabilir. Söz konusu senaryonun önünde her ne kadar İsrail engeli duruyor olsa da Türkiye'nin yeni Suriye yönetimi ile askeri ilişkileri geliştirmesi, işgalci İsrail'i caydırma kapasitesine sahiptir. Yeni Suriye'nin geleceğinde toplumsal birlik ve ülkenin kurumsal açıdan yeniden inşa süreci kritik bir dönemece tekabül etmektedir. Yeni yönetim, etnik ve mezhepsel ayrılıkları aşarak kapsayıcı bir siyasal yapı oluşturmayı hedeflemektedir. Askeri kazanımlar elde eden Suriye muhalefeti dönüşüm sürecinde yapıcı ve kurumsal bir politika güderek sahadaki kazanımları diplomatik başarıya dönüştürebilir. Bu anlamda Türkiye'nin desteğiyle yürütülecek çok boyutlu yeniden inşa projeleri, Suriye'nin ekonomik ve sosyal istikrarını sağlamada kritik bir rol oynayabilir. Öte yandan Şam'ın özgürleştirilmesi İsrail'in yayılmacı politikalarına da ket vurma, Filistin direnişine güç kazandırma ihtimallerini de beraberinde getirmektedir. Nitekim Suriye, Filistin direnişinden ilham alarak bölgesel bir direniş ekseni oluşturmuştur. Bu eksen, İran-Rusya ve ABD merkezli Batı ekseninden bağımsız, halkların talepleriyle uyumlu ve İsrail'in işgal politikalarına karşı daha aktif bir tutum sergileyen aktörlerden meydana gelmektedir. Söz konusu durum Ortadoğu'daki otoriter rejimlerin kırılganlığını daha da artırabilir. Nitekim Arap devrimleri tartışması şimdiden tekrar tartışılmaya başlanmıştır.
Sonuç olarak Suriye'de Esed rejiminin çöküşü, yalnızca bir rejim değişikliği değil, aynı zamanda bölgesel bir dönüşüm hareketi olarak değerlendirilebilir. Türkiye'nin liderliğinde şekillenecek yeni Suriye, halkların özgürlük mücadelesinin ve dayanışmanın sembolü haline gelmiştir. Bu süreç, sabır ve kararlılıkla yürütülecek bir mücadele ile Ortadoğu'da adalet ve özgürlüğe dayalı yeni bir düzenin kurulmasına zemin hazırlayabilir.