S. Burhanettin Kapusuzoğlu/ Yazar
Balkanlar, bizim ikbâl ve idbâr zamanımıza şahit olmuş bir saha olarak, adından mülhem, baldan, kandan ve dağdan mürekkep bir hatıralar yumağıdır. Akından akına at koşturan akıncı cedlerin, nâm-ı cemîli dillerinden düşürmeden zuhurat ve fütuhatla gönüller açtıkları, özü pâk, yüzü ak ve gözüpekzmânâ erlerine mekân olmuş bir aziz diyardır. İslâm'la hayata destur almış hakikat yolcularının, sîne hakkettiği; düstûru Hak olan kametlerin, celâlden cemâle pür-marifet ve pür-safâ himmetlerinin ufukları kuşattığı bir Dârü's-Selâm, bir Dârül-Emân ve bir Dârü'l-Fütûh eylediği Dârü'l-İslâm'dır. Ecdadın Rumeli dediği Balkanlar, dili ile dîni ile varlık sahasındaki zuhuratları ile biz olan, bizden olan bir bölgedir. Hayfâ ki hal böyle iken, Devlet-i Aliyye'nin her hâlinin şahidi Balkanlar'da, devlet güneşinin gurûbundan sonra sîneler dağlanmış, hânüman târumar olmuş, salîbin Hilâl'e galebe çalmak için beşer tâkatinin çok üstündeki ezâsına ve cefâsına maruz kalınmıştır! Ahmet Hamdi Tanpınar, "suyun öte yakası" diye avamın diline pelesenk olan lakırdıya inat, yüksek bir idrak eseri olarak ufukları kuşatan bir vatan telâkkisi ile hakikati şöyle tebarüz ettirir: "Rumeli, Tuna'nın bizim tarafta kalan şehit anavatan parçası!" Mesele bütün kuşatıcılığı ile budur esasen!
İşbu murassa çerçevenin içinde yer alan Kuzey Makedonya dahî, sînesinde barındırdığı ortak tarih ve kültür değerleri ile başta merkez şehir Üsküp olmak üzere her köşesinde saklı medeniyet unsurlarımıza sahiptir.
Bu bağlamda Balkanlar'ın ve Kuzey Makedonya'nın asli sahipleri olan Türk toplumu ve başta Arnavutlar olmak üzere Müslümanlar, tarihsel birikimi ve sosyo-kültürel dinamikleriyle bölgenin vazgeçilmezleridir. Kesin olan şudur: Balkanlar'da ve Kuzey Makedonya'da toplumların barış içinde bir arada yaşayabildiği bir dünya, Müslümanlar olmadan mümkün değildir.
Nazlı Tuna'nın beri tarafı: Balkan mülkü
Balkan kelimesi, Türkçedir ve sarp, ormanla kaplı sıra dağlar anlamına gelmektedir. Esasen coğrafyanın da bundan daha isabetli bir tarifi olmazdı galiba. Balkanlar, Türkiye tarihî açısından siyasî, ekonomik, kültürel ve daha pek çok açıdan büyük önemi haizdir. Vakıa bu coğrafyada Türk varlığı Osmanlı öncesidir. İskit/Saka, Hun, Kuman-Kıpçak, Peçenek ve Uz/Oğuz Türk varlığı hayli erken tarihlidir ve Slavların Balkanlar'a gelişinden eskidir. İslâmiyet'in Balkan mülkünü tesir altına almaya başlaması da Osmanlı iskân siyasetinin asırlar öncesine tarihlenmektedir. Balkanlar'ı, mânâ fatihlerin nizamı öylesine kuşatmıştır ki Avrupalılar ve Balkanlı Hıristiyan unsurlar, beraber yaşadıkları Müslüman topluluklara da Türk demektedirler.
Osmanlı asırları, Balkanlar'da ihya zamanıdır. İklimin dört mevsimi, adalet ve huzurdan ibaretti/r. Camiler, medreseler, kütüphaneler, hastaneler, tekkeler, hanlar, hamamlar, köprüler, arastalar, bedestenler gibi Türk-İslâm kültürüne ait yapılar bu görkemli devrin eseridir. Her eser kendini inşa eden kültürün sonucu olduğu için, bölgede, Türk dili, edebiyatı ve her dalı ile sanatı kalıcı izler bırakmıştır. Bu yapılar, Osmanlı'nın bölgedeki siyasî ve kültürel gücünün birer sembolü olarak inşa edilmiştir. Macaristan Peç'teki Gâzî Kâsım Paşa Camii, Filibe'deki Hüdavendigâr Camii, Bosna'daki Mostar Köprüsü, Gâzî Hüsrev Bey Camii, Prizren'deki Sinan Paşa Camii, Belgrat'taki Bayraklı Camii, Tiran'daki Ethem Bey Camii, Piriştine'deki Yaşar Paşa Camii, Travnik'teki Alaca Cam, Kalkandelen'deki Alaca Cami, Berat'taki Sultan Bayezid Camii, Kalkandelen'deki Harabâtî Baba Bektâşî Tekkesi ve Berat'taki Halvetî Tekkesi gibi eserler, Osmanlı sanatının Balkan coğrafyasındaki muhteşem örneklerindendir. Osmanlı mimarisi, Balkanlar'da yeni rafine bir kültür inşa etmiş, özgün ve kalıcı eserlerle beldeleri bezemiştir. Pirizren'deki Ethem Paşa Camii'nin kitabesinde Prizren'den Pür-zerîn diye bahseder. İşte böylece mülke çakılan altından çiviler, altın işlemelerle bölgeyi ziynetlendirmiştir.
Vaktiyle, Karadağ/Montenegro'nun Adriyatik kıyısında bulunan tarihî şehirlerinden Bar'da kalenin içinde Ömer Paşa Camii haziresinde, Şeyh Hasan Baba Türbesi'ni geçer geçmez bir mezar taşı dikkatimi çekmişti. Mermerden yapılmış mezarın şahidesinde yazanları hiç unutamam. XVIII. yüzyılın sonundan yadigâr mezarın kitabesi Türkçe idi ve şöyle yazıyordu: "Hüve'l-Bâki. Ziyaretten maksat duâdır. Bugün bana ise yarın sanadır." Ötesine duadan başka söz zaittir.
Her şeyin Türk'çe olduğu Balkanların/Rumeli'nin tafsilatı, cümlenin malumudur! Ahalisi, hicran-zadedir, keder-dîdedir. Varsın olsun! Hangi kuvvet ve kudretin kahrına râm olmuş ki Rumeli'nin Hamza duruşlu, hilâl kaşlı, gül bakışlı efradı! O Evlâd-ı Fâtihân'dır ve hep efendidir! "Bu da geçer yâ Hû!" demenin sırrına agâh olarak her dem yeniden doğmuştur! Güzel görüp güzel eylemiştir! Rumeli'nin/Balkanlar'ın her tarafında ve Kuzey Makedonya'da!
Ziyaretlerimden birinde Makedonya kelimesinin; "yamalı bohça," "türlü," "karışık," "değişik parçalardan oluşan,"anlamlarına geldiğini öğrendiğimde, gördüm ki; "Makedonya" kelimesinin anlamı aslında ülkenin sosyo-kültürel yapısı ve tarihi hakkında açık ipuçları sunmaktadır.
Tarih, düne ait hadiselerin ve hatıraların bilgisidir. Olup geçmiştir, fakat hiç geçmeyen bir vasfı var ki, fertlerin ve milletlerin peşinden gelmesidir. Bu mânâda tarih, talihtir, iyi okunması şartıyla. İnsan ânı yaşar, âtiye yürür ve mâzi peşinden gelir. Hele de bizim için, milletimiz için; Kuzey Makedonya'daki "bizimkiler" için! Üsküp, Gostivar, Ustrumca, Struga, İştip, Köprülü, Resne, Debre, Pirlepe, Manastır, Kalkandelen... artık çeşitlense de her unsuru, her vasfı ile Devlet-i Aliyye döneminin Anadolu şehirlerinden farksızdır. Vakıa Kuzey Makedonya, Üsküp'tür, Kalkandelen'dir, Manastır'dır, Ohri'dir biraz da!
"Çehre ve rûhuyla biz" mübarek bir diyar: Üsküp
Rumeli/Balkan coğrafyası güzeldir ve yeşildir! Kuzey Makedonya da öyle! Esasen, Kuzey Makedonya'nın baht şehri, biz/im Üsküp de çok güzeldir ve güzelliğin Balkan dağlarında, Vardar boylarında yazılmış som altınla yazılı destanıdır. "Üsküp ki Yıldırım Bayezid Han diyarıdır" ve bulunduğu mehabetli coğrafyanın serlevhasıdır. Her dem, Sultan Murad Han'ın, Yıldırım Bayezid Han'ın, Paşa Yiğit Bey'in, İshak Bey'in, İsa Bey'in, Yahya Paşa'nın, Mustafa Paşa'nın, Murad Paşa'nın, akıncı beylerinin, gâzîlerin, fatihlerin yâda geldiği bir aziz diyardır! Ruhaniyetli şehir Üsküp için dilhûn olan aziz üstad Yahya Kemâl Beyatlı'nın, "çehre ve rûhuyla biz" diye vasfettiği mübarek Üsküp, "Şardağı'nda Bursa'nın devamı"dır! Yanıbaşındaki Vodno Dağı, her ne kadar tepesine dikilen 72 metre boyundaki bir devi andıran haçı ile kasvet verse de Uludağ'ı andırır.
Üsküp, Kuzey Makedonya'nın başkentidir. Balkanlar'da kadim kökleri olan medeniyet karargâhıdır. Vardar Nehri'nin ortasından geçerek can suyu verdiği bu şehir, tarihin önemli duraklarından biri olarak hep dikkat çekmiştir. Ülkede Kumanova adıyla bir bölgenin de olması esas itibariyle Osmanlı Türklerinden çok öncesi buralarda eski zamanın Türk boylarından Kuman-Kıpçaklar'ın yerleşik olduğunu göstermektedir. Kadim Türk topluluklarından olmakla birlikte, bulundukları Bizans ordusunda taraf değiştirerek akrabalarının yanına geçtikleri için Malazgirt Savaşı'nın zaferle sonuçlanmasında büyük katkıları olan Peçeneklerin ve Uzların Vardar boyunda yerleşik oldukları malumdur. Balkanlar'ın fethinde ve İslâmlaşmanın çabuklaşmasında bu Türk unsurların varlıkları bir lütuf olmuştur adeta.
Şehid Sultan Murad Hüdavendigâr Han devrinde, Saruhanlı Türkmenlerinin de boy beyi olan Akıncı Beylerinden Paşa Yiğit Bey tarafından 1392'de fethedilen Üsküp, atılan sağlam temeller sayesinde asırlar sürecek demler ve safâlar sürmüştür. Osmanlı Devleti'nin XIV. yüzyılda Balkanlar'a yayılmasıyla birlikte Üsküp, önemli bir idarî, ticarîve kültürel merkez hâline gelmiştir. Osmanlı yönetiminde inşa edilen hanlar, hamamlar, köprüler ve camiler, şehirde Türk mimarisinin en önemli örneklerini temsil eder. Üsküp'te inşa edilen Sultan Murad Camii/Murâdiye, Taşköprü, Kurşunlu Han, Sulu Han, Hüseyin Şah Camii, Burmalı Cami, Mustafa Paşa Camii, Yahya Paşa Camii, İsa Bey Camii, Alaca/İshak Bey Camii gibi yapılar, Osmanlı ihtişamının Üsküp'e kattığı kültürel mirasın en önemli parçalarıdır. Taşköprü, Üsküp'ü ikiye ayıran Vardar Nehri üzerinde inşa edilmiştir ve Osmanlı mimarisinin bölgede ayakta kalan en eski ve en bilindik eserlerinden biridir. Ayrıca, Büyük Bedesten, Kurşunlu Han ve Sulu Han gibi yapılar, o dönemdeki ticaret yollarının gelişmesinde önemli bir rol oynamış ve bölgedeki kültürel alışverişin sembolü hâline gelmiştir. Modern Üsküp'te, ortak kültür mirasını yaşatmak ve korumak için geliştirilen restorasyon ve kültür-sanat projeleri ile görklü zamanlarının ihtişamına yaraşır güzellikleri görünür kılmak için çalışılmaktadır.
Üsküp, İslâm medeniyetinin Balkanlardaki en köklü ve görkemli şehridir desek abartmış olmayız. Mimarî eserlerden toplumsal hayat pratiklerine, edebî ürünlerden dinî hayata kadar birçok alanda İslâm kimliğiyle şekillenen şehir, bugün zengin mirasını koruma mücadelesi vermektedir. Bu bağlamda Üsküp'ün tarihine ve kültürüne yönelik çalışmaların arttırılması ise şehrin İslâm/lı kimliğinin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Üsküp konu olunca söz tükenmez ki. Sardıkça büyüyen hatıralar yumağının arasında saklı unutulmazlarımızdan biri ile bu bahse bir mim koyalım:
Birgün, Üsküp'te Cuma hutbesinin Türkçe okunduğu ve vaazın Türkçe verildiği tarihî Murat Paşa Camii'nin önünde, aslen Bursalı ve Emîr Buharî ahfadından Prof. Dr. Süleyman Baki hocadan Üsküp tarihine dair duymadığım ve okumadığım konuları dinliyordum. Yanımıza, sonradan Arnavut olduğunu öğrendiğim yaşlı ve sîması temiz bir amcamız geldi. Belli idi oradaki tek misafir bendim. Bundan dolayı önce beni bir süzdü: ve; "Oş geldın!" dedi. Mukabele ettim. "Türk misın?" diye sordu. "Türk'üm!" dedim. Bu cevabımın üstüne bana asla unutamayacağım şu karşılığı verdi; "Nereden bellı nereden? Sülemişmisın bi Eşedü!" Bir an durakladım. Şaşkınlığım geçmeden, Süleyman hoca kulağıma eğilip Kelime-i şahadet getirmemi söyledi. Ben de ezelî ve ebedî ilânı tekrarladım. O amcamız samimiyetle; "Şimdı oldı be ya!" deyip bana sarıldı. Hiç kolay bir hayatları olmamış. Kim Müslüman kim değil dikkat etmişler. Kime güveneceklerini seçmek durumunda kalmışlar. On yılların adı sadece zorluk ve temkinden ibaret olmuş. Ben de ilk defa gördüğü birisiydim. Normaldi bu tavır. Üsküp'ün mânâ muhâfızlarından, Murat Paşa Camii'nin Cuma Vaizi, ömrüne bereket Emîr Sultanzâde Süleyman Baki hoca: "Evet üstadım! Ne diyorsunuz bu işe?" dedi. Rumeli'nin ve Üsküp'ün mânâsına karışarak şunu söyledim: "Aşk olsun. Dilimle ikrar, kalbimle tasdik ederim ki, Balkanlar; Kelime-i Şahâdet getirmeyenin, Tevhîdi olmayanın Türk sayılmadığı bir mehabet mülküdür." Hakikatli dost Süleyman Hoca: "Eyvallah! Tam da böyle!" dedi ve hep beraber "cedlerin mağfiret ikliminde" geçmişlerimize Fâtihalar yolladık.
Balkanlar'ın incisi: Güzelce Ohri
Balığı ile meşhur büyük bir gölün kenarında, etrafı yüksek ama yemyeşil ormanlarla kaplı dağlarla çevrili tabiat harikası Ohri, cennet-misaldir! Ohri, ahşap Türk-Osmanlı mimarisinin bütün zarafetini yansıtan konaklarla tam bir Osmanlı şehridir her şeye rağmen! Sapanca Gölü'nün kenarına Safranbolu'yu getirip kondurursanız Ohri'yi ancak o zaman tarif edebilirsiniz! Kuzey Makedonya'nın güneybatısında yer alan Ohri, Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkanlar üzerindeki etkisinin en canlı örneklerinden biridir.
Geçtiğimiz uzun asırlarda, bütün din ve inanç mensuplarına hayat ve emniyet hakkı tanıyan ecdadın siyaseti sayesinde kalabilmiş bir gayrımüslim topluluk yaşıyor Ohri'de. Bölgeye ruhanî merkez nazarı ile bakılıyor. 365 kilise bulunuyor irili ufaklı; her güne bir kilise düşüyor. Bazı dertler olsa da bugün de Müslümanlarla Hıristiyan Ortodoks Makedonlar arasında belli bir hukuka tâbi olarak bir hayat sürülüyor. Tepedeki Fatih Sultan Mehmed Han'ın fetih hatırası kalesi ve Kale Mahallesi, 1945'e kadar tamamen Müslüman Türklerden ibaretmiş! Ohri'de, bugün göç sonucu hayli azalmış vaziyettedir Müslüman Türk nüfus!
Balkan bozgunundan sonra Müslümanlar baskılara maruz kalmışlar. Yugoslavya'nın oluşturulup Tito rejiminin kökleşmesinden sonra sistemli bir sindirme politikası ile Müslümanlar Türkiye'ye göçe zorlanmış. Öyle ki, İslâm Birliği/Diyanet İşleri Riyasetine, baskı ile göçü teşvik amacıyla Cuma hutbelerinde Hicret'in faziletine dair hutbeler okutturulmuş. Buna karşılık ulema bir fetva ile karşı durmuş; "Burası Dârü'l-İslâm'dır. Her kim göç ederse, İslâm'a ve Müslümanlara zarar vereceği için kâfir olur!" deyip göçü durdurmaya çalışmış. Üsküplü meşhur müderris Hacı Fettah Efendi'nin göçü durdurmak için gösterdiği çaba hâlâ anlatılmaktadır.
Ohri'de Müslümanlarla Hıristiyanların asırları devirmiş birlikteliği, toplulukların karşılıklı etkileşimine sahnedir. Sweti Naum yani Aziz Naum Manastırı'nda kabri bulunan Aziz Naum'u, her iki dinin mensupları ziyaret etmektedirler. Hıristiyanlar bir Ortodoks azizi ziyaret ettiklerini söylerken, Müslümanlar da Aziz Naum zannedilen kişinin aslında Sarı Saltuk Sultan olduğunu söyleyip ziyaret ediyorlar. Hıristiyanlar gelip mum yakıp dua ediyorlar, Müslümanlar ise Fâtiha ve Yasin okuyup gidiyorlar. Ruhî sıkıntısı olan ve çocuğu olmayıp çocuğunun olması için kabre/türbeye duaya gelen her iki dinin mensupları niyazlarının tahakkuk ettiğine inanıyorlar. Aynı maksat, Belgrat'ta türbesi duran Halvetî büyüklerinden Şeyh Mustafa Efendi'nin türbesine yapılan ziyaretlerde ve derin hürmette de geçerlidir.
Ohri Kalesinde mânâ nöbetini tutmaya devam eden Sinan Çelebi'nin ve türbesinin şehirde müstesna bir yeri vardır. Ohrîzâde Yûsuf Sinânüddîn Çelebi, Fatih Sultan Mehmed Han zamanının ehlidil devlet ricalindendir. Sarayda nişancı imiş hazret. Hatırası hâlâ tazedir. Türbesi kalenin tam ortasına çakılmış sökülmez bir çivi adeta. Artık yerinde bir büyük manastır bulunan İmaret Camii'nin önündedir. Yakın zamanda, Sinan Çelebi Türbesi'nin restorasyonunun yapılabilmesi için ciddi çaba sarf edildi. Müzakerelerde,Türkiye ve Makedonya arasındaki dostluğun daha da geliştirilmesine verdikleri önemi ifade eden muhataplarımız zorlaştırmayıp kolaylaştırmayı tercih ettiler.
Bu sırada Osmanlı döneminden kalma eserlerin saklandığı bir deponun varlığından bahsedildi. Hep birlikte depoya gidildi. Gördüğümüz manzara şaşırtıcı idi. Yüzlerce mermer mezar taşı ve onlarca eser kitabesi bize bakıyordu. Sadece merak saikiyle mermer işçiliğinin en nadide örnekleri olan mezar taşları tek tek incelendi. Kitabeleri okundu, şiirler not edildi. Hüzün bastı ve herkesin içine aktı gözyaşları. Taşlar tek tek kaldırıldı yerden, hayli zor oldu ama taşların tamamına bakıldı. En son bir taş kalmıştı. O da üzerine basan büyük bir baş taşının altında olduğu için güç belâ çıkarıldı. Yarısı kırılmıştı alttan. Su getirilerek yazıyı kaplayan taşlaşmış toprak yıkandı, temizlendi ve okundu. Aman yâ Rabbî! Bir de ne göreyim: Sinan Çelebi Hazretlerinin mezar taşıydı bu kitabe. Gördüklerim karşısında ürperdim. Kitabeyi seslice okumamın üzerine ağladı orada bulunanlar. TİKA görevlisi tercümanımız Alkan Nuredin, muhataplara vaziyeti aktardı. Onlar da; "Orijinal taşı ise doğrusunun tabiî ki yerine konulması olduğunu" söylediler. Hamdolsun, mezar taşını bulmak fakîre nasip oldu.
Her şey kurala, kaideye ve bilime uygundu. Ruhaniyeti güçlü bir zat olan Hazreti Sinan'ın mezar taşına ne yazılsın diye telâşla müzakere edilirken, asıl mezar kitabesi çıktı ortaya! Her konunun şahidi muhatabımız yetkilinin heyecanla: "Sinan Çelebi bir aziz!" deyişini unutmayacağız. İşlerin sonunda mermer kitabe mezara konuldu. Sinan Çelebi Hazretlerin ruh-ı revanı şad u handan ola ki öyledir.
Nihayet çalışmalar başladı ve bitirildi. İş bitmişti ama mezar taşına ne yazılacağı konusunu netleştirmek gerekiyordu. Makedonya makamları ile karşılıklı olarak hassasiyetler ve çekinceler ortaya konularak sürdürülen müzakereler memnuniyetle bitti.
Zuhuratlı zamanlar devrederken, sıra, Ohri'de Sinan Çelebi Türbesi'nin resmî açılış törenine geldi. Bu maksatla, Türkiye'nin tüm dünyaya uzattığı dostluk eli TİKA'nın Balkanlar'da yürüttüğü projelerin ağırlık noktalarından olan Kuzey Makedonya'ya gelen Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ Bey açılışa riyaset ediyordu. Büyük bir kalabalığın iştirakiyle türbenin açılışı yapıldı. Beyaz güvercinler uçuruldu, ülkelerimiz arasında barış ve dostluğun devamı temennileri ile. Makedon dostlarımızın da katılımı ile açılış görkemli geçti. Karşılıklı dostluk mesajları verildi.
Aynı günün akşamı, XVIII. asırdan beri Ohri'yi ve Rumeli'yi irşad eden büyük velî Halvetî-Ramazaniyye'ye mensup Pîr Hayatî Hazretlerinin türbe-i şerifinin merkezinde bulunduğu Hayatî Tekkesi'nde de sebilin restorasyonu dolayısıyla tören düzenlendi. Bekir Bey duadan sonra kordelayı kesti. Yatsı namazından sonra sebilde bir dost meclisi kuruldu. Muhabbetin ateşi yakıldı. Sohbette, Ohri Müslümanları problemlerini aktardılar. Yaşadıklarını anlattılar. Vaktiyle Yugoslavya Diyanet İşleri Başkanlığı da yapan Makedonya İslâm Birliği Reisül-ulema Yardımcısı Yakup Efendi Selimoski (Allah rahmet eylesin), kaledeki İmaret Camii'nin yıktırılması sırasında yaşananları aktardı Bekir Bey'a! Bakanımız, zaman zaman notlar alarak dinledi. Yakup Efendi, resmi görevli olarak Türkiye'den gelen arkeologların raporu ile caminin yıktırıldığını gözyaşları arasında naklederek tarihe kayıt düştü, silinmemesine! Bekir Bey, Yakup Efendi'nin anlatımı sayesinde arkeologların marifetinden haberdar oldu!
Hayatî Tekkesi'nde o akşam öyle âteşîn çilelerden ve dehşetengiz dertlerden bahsedildi ki, dinleyenler dert küpü oldu adeta. Başta Bekir Bey olmak üzere pek çok kişi zaman zaman ağladı. Yanımda heyetimizden ismi Eyüp olan koruma polisi bir arkadaşımız: "Allah aşkına yeter Hocam! Yapmayın ne olur, daha fazlasını kaldıramayacağım! Ben Hazreti Eyüp değilim, Akdağlı Eyüp'üm yahu!" deyiverdi kısık bir sesle! Elbette ki o gün Ohri'de şahit olunanlar, gelip geçmiştir. Fakat açtığı yara sızlamaya devam etmektedir. Buna benzer dertler, benzersiz çileler Balkanlar'ın/Rumeli'nin her tarafında da yaşanmıştır aynıyla.
Söze hatime çekmek
Şiir semasının kutup yıldızı Yahya Kemâl Beyatlı, her dem duyup hissettiği akıncı cedlerin ihtirası ile; "Türk'ün gönlünde dağ varsa Balkan'dır, nehir varsa Tuna'dır!" der. Osmanlı Türkiyesi'ne ve Osmanlı Avrupası'na bakınca Tuna'nın beri tarafında dağ denince Balkan/lar aklımıza gelir, gözümüze görünür. Çünkü dağ, dert döktüğümüz ortağımızdır, sırtımızı verdiğimiz dayanağımızdır. Sadece bu yüzden bile severiz Balkanlar'ı. Fetihler ve fatihler çağından bu yana ve sonrasına da hep bu ikrar ileyizdir, kavilden karardan dönmemesine. Cennet mekân olanların mülke mühür olarak basıp gittikleri ise cümlemizi sabit-kadem eyleyen ve kilidi muhabbet olan marifet sandıklarıdır. İşbu nazarla bakınca, Balkanlar'ın her bir köşesi ve bilhassa Kuzey Makedonya, kültürel kimlik serlevhası altında Türkler ve diğer Müslüman unsurlar için candan öte candır, canlılık kaynağıdır.
Kuzey Makedonya, birçok kültür, dil ve dinin bir arada var olduğu, coğrafi konumunun da etkisiyle eşsiz bir etkileşim alanıdır. Vaziyetin, Osmanlı'dan tevarüs edilen millet sisteminin, toplulukların kendi kimliklerini muhafaza ederek bir arada yaşayabilmelerinin tarih tecrübeli has bir örneği olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Hıristiyanlarla barış içinde ve her türlü hakları anayasal teminat altına alınarak yaşayan Müslümanlar, ülkelerinin huzuru, refahı ve kendi gelecekleri için var olmaya devam etmektedirler. Arnavutlar, Türkler, Boşnaklar, kök olarak Kuman-Kıpçak ve Peçenek bakiyyesi olan Torbeşler ve Romanlar, ülkenin kalabalık ve güçlü İslâm toplumunu meydana getirmektedirler.
Hasılı! Kuzey Makedonya devletine ve ülkenin temelini oluşturan Müslümanlara Türkiye'nin desteği büyüktür. Çünkü ânın heder edilmeye tahammülü yoktur! Kahire'de bir dostumuz, Hasan el-Bennâ merhumun: "İşimiz zamanımızdan çoktur." sözünü nakletmişti. Tam da bu işte! Hele biz/den ibaret Balkanlarda ve hele de Kuzey Makedonya'da.