Hiç kimse olduğundan farklı görünemez

Siyaset kelimesinin karnesinin bunca kötü olarak algılanması elbette boşuna değildir. Demogojik salvolarla halk avcılığı yapıp milletin değerlerinden bihaber, kendince bir millet yaratma idealinin varacağı noktanın böyle bir kavramsal algıya yol açmaması da mümkün değildir.

18 Mart 2023 Cumartesi 07:00
Açık Görüş Haberleri

Ali Osman Sezer / Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi



İfadeler varlıkların varoluşlarının ve kapasitelerinin göstergeleridir. Her varlık kapasite göstergesi olan ifadesi kadardır. Bu durum sadece insan için değil tüm varlıklar için de varoluş olgusunun temelidir. Her varlık böyle bir ifade üzerinde varlığını gerçekleştirir. İfadesi olmayan ise varoluşsal bir kapasite taşımadığı için yoktur.

İnsan dışındaki varlıkların ifadesi ile özü aynı iken insanlar için durum farklı ve karmaşıktır. Özellikle insan için ifade, eylem ve söze dayalı ortaya çıkar. Bu ifadenin mahiyeti de söz ve eylemsel ifadenin tutarlılığında anlamını ortaya koyar. Sadece söz tek başına bir anlam ifade etmeyecektir. Ayinesi (kendisi) iştir kişinin lafa bakılmaz atasözü bunu gayet iyi ifade ediyor zaten. İnsanı diğer varlıklardan ayıran, özünü gizleyip bambaşka biri gibi görünebilme özelliği, onu görenin görüş kapasitene göre şekillenir.

Özü gizlemek

Esasında hiç kimsenin, olduğundan farklı görünmesi mümkün değildir. Bu önermeye karşı yapılabilecek itiraz bunun en açık delili olacaktır. Çünkü buna itiraz eden, başkası gibi görünmeye çalışan birini işaret ederek onun böyle bir çabada olduğunu gördüğünü ifşa etmiş olur. Kendi özünü gizleyip başka biri gibi görünmeye çalışanın ifadesi bundan başka bir şey anlatmaz. Ancak böyle bir sahteciliği göremeyip sahteyi gerçek zannetme vakası da hiç azımsanamayacak boyutlardadır. Bu açıdan bu önermeyi, hiç kimse olduğundan farklı da göremez ifadesiyle tamamlamak eksikliği giderecektir. Böylece, hiç kimse olduğundan farklı görünemez ve hiç kimse olduğundan (görüş kapasitesi başta olmak üzere) farklı da göremez.

Sözün imkanları

Siyasal ortamın ana mecrası özellikle seçim dönemlerinde, sözel ifadelerle gündem oluşturmaya dayalı gerçekleşiyor. Bu durum Türkiye siyasal ortamında daha belirgindir. Siyasal muhalefetin neredeyse tüm faaliyeti sözel aktiviteye dayalı bir sahnede gerçekleşir. Hükümet kanadının icrai sorumluluğu gereği ortaya koyduğu icraatları ile ona dair eleştiri yapmak kolay iken sadece sözün tüm imkanlarını kullanarak, lüks ve konforlu bir alanda konumlanan muhalefeti anlamak o kadar kolay değildir. Bu açıdan kavramsal donanıma dayalı görüş yeteneği bu milletin mukadderatını derinden etkileyecek siyasi ortamı görüp analiz etmeyi mümkün kılacaktır.

Nefret söylemi

Siyasetin ne olduğu kavranmadan siyasal bir duruş mümkün değildir. Özellikle siyasetin (se yasa) hak hukuk ve adaleti gerçekleştirme çabasında, halka hizmet etme anlayışında üç yasal ilkenin gerçekleştirilmesi olduğu anlaşılmadan, böyle bir ortama dahil olmak, çıkar için her yolun mübah olarak görüldüğü zemin ve söylemlerin siyaset olarak algılanmasına dönüşecektir. Böyle bir siyasal ortam kendi çıkarlarına tehdit gördüğü herkesten nefret eden kitlelerin yönetimini siyaset adı altında sürdürmekle siyaseti bulaşılmaması gereken bir kavram algısına dönüştürecektir. Böyle bir ortamda rakibine karşı nefret söylemleri ile taraftarlarını coşturmak yeterlidir. Bu hale dönüşmüş bir kitlenin muhatabı olan siyasi aktörün rolü de bu kitlenin nefretini körüklemeye matuf demogoji yaparak onları coşturmaktan öteye geçmeyecektir. Bu ortamda gerçekleşen faaliyeti, siyasal faaliyet olarak tanımlamak, siyasal gerçekliği örtmek anlamında bir görüş bozukluğuna yol açacaktır. Çünkü hakkı ve hukuku hiçe sayarak sadece kendisi gibi görmediğine nefret üzerinden bir araya gelmiş bu kitlelerin amacının hak ve hukuk olması mümkün değilken, bu tür faaliyetleri de siyasi olarak adlandırmak mümkün değildir. Artık bu ortamda yalan, hakaret ve kendisi gibi olmayana karşı her tür aşağılama ve tehdit bu kitlenin coşku kaynağıdır.

Seçim dönemine girdiğimiz şu gönlerde sıkça karşılaşacağımız demogojik (halk avcılığı) söylemler, özellikle halka hizmet yani siyaset hususunda hiçbir alameti farikası olmayan lafazanlığın daha bir öne çıkacağını gösteriyor.

Siyaset kelimesinin karnesinin bunca kötü olarak algılanması elbette boşuna değildir. Demogojik salvolarla halk avcılığı yapıp milletin değerlerinden bihaber, kendince bir millet yaratma idealinin varacağı noktanın böyle bir kavramsal algıya yol açmaması da mümkün değildir. Halk avcılığı yaparak, yaşam biçimi ile hiçbir ilgisi olmayan, hatta hayatı boyunca mücadele ettiği değerlere saygılı gibi görünerek gerçekleşen bir siyasi faaliyetin olumlu bir içerikle algılanması beklenemez.

Sayısız örnekleri yanında milletin oyuna talip olup, milletin seçtiği cumhurbaşkanını sultanlıkla suçlamak bu zihniyetin siyaset anlayışını yeterince ortaya koysa da bu söylemin zemini kendi çıkarları dışında herkesten nefret eden bir kitlenin varlığına yaslanıyor. Böyle sabit bir kitlenin varlığı ile tedavülde kalabilse de bu zihniyetin iktidara gelebilmesi bunun dışında bir teveccühe muhtaç görünüyor. Başka bir seçeneğin olmaması ise iktidara küskün kitleleri tatmin etmeye matuf söylemleri dolaşıma sokup muhatap kitleyi ikna etmeye kalıyor.

'Yaşama hakkı yok'

Çıkarlarına ulaşamamanın hayal kırıklığı ile savrulmuş ve amaçlarına engel olana karşı "dünyanın en iyi şeyini dahi yapsanız sizi asla kabul etmeyeceğiz" söylemiyle nefret objesini belirginleştiren kitlelerin ikna edilmek için fazla bir çabaya ihtiyaç olmadığı bir ortamın siyasal söylemi de bu durumdan nasibini alıyor. Daha önce YÖK başkanlığı yapmış bir kişinin daha birkaç gün önce kullandığı "size bundan böyle yaşama hakkı yok " ifadesi, insani zeminden savrulmuşluğun boyutlarını gözler önüne seriyor. Terör örgütü mensuplarını mazlum olarak tasvir edip onlar için her tür merhameti hak gören böyle bir zihniyetin hangi amacına ulaşamamanın hayal kırıklığı ile böyle bir duruma gelebildiğini anlamak kolay değil.

Memleket düşmanlığının siyasi muhalefet adı altında bu kadar açıktan yapıldığı başka bir dönem olmamıştır. Muhalefet adı altında her türlü tahribata rağmen Türkiye'nin son yıllarda geldiği aşama, uluslararası ortamın egemenlik iddiasında olan kesimini çok rahatsız etmiş durumda. Bu bağlamda Türkiye siyasetine doğrudan müdahale edeceğini bile gizlemeden beyan eden sömürgeci söylem ortada iken siyasetle hiçbir ilgisi olmadığı halde siyasal söylem adı altında bu iradenin içeride dillendirilebilmesi ve taraftar bulabilmesi izahı güç bir durum. Bu durum ancak kendisi gibi olmayandan nefret ve gerçeklerle bağını koparmakla mümkün olabilir.

Emperyalist iradenin Türkiye düşmanlığı, bizim geldiğimiz seviye ve bundan sonra neler olabileceğine dair önemli ipuçları barındırıyor. Bu açıdan bu hasmane yaklaşımı olumsuz algılamıyorum. Bilakis bu durum doğru bir çizgide olunduğunu gösteriyor. Ancak böyle bir düşmanlık açıktan değil Sayın Cumhurbaşkanımızın şahsına hasredilerek örtbas edilerek yapılıyor. Bu durum nefret ile zehirlenmiş ve gerçeği göremez hale gelmiş kitlelere de yeterli gerekçeyi verebiliyor. Hiç kimsenin olduğundan farklı görünemeyeceğine karşılık bunu görmeye engel görme bozukluğu böyle gerçekleşiyor. Yoksa normal bir bakış rol yapanın rol yaptığını, demogoji(halk avcılığı) yapanın demogoji yaptığını görür. Bunların görülmemesi ise ya aynı oyunun içinde olmakla ya da görüş bozukluğu ile gerçekleşebilir. Günümüz iletişim araçlarının kuşatıcı yoğunluğuna maruz kalıp gerçek dünyanın dışına savrulan kitlelerin görüş bozukluğu ile ideolojik körlüğe maruz kalan kitlelerin, hiç kimsenin olduğundan farklı görünemeyeceğine rağmen gerçeği görebilmesi o kadar kolay değildir. Gerçeğin görülmesi ancak gerçek zeminden bakıldığında mümkün olabilir.

Hak, hukuk ve adaletin tesisi yolunda halka hizmetten başka bir anlamı olamayacak siyasetin adı bugün kötüye çıkmıştır.

Bu durumun tersine çevrilmesi, siyasi faaliyet adı altında yapılanan gayri siyasi faaliyetlerin önünün alınması ve ısrarla hak, hukuk ve adalet tesisi yolunda çaba ile mümkün olabilir vesselam.

aliosmansezer@hotmail.com