İşgücünde gelecek endişesi

Şirketlerin, 1997 ile 2010 yılları arasında doğan Z kuşağı çalışanlarını işe aldıktan hemen sonra işten çıkarmaları yönündeki ilginç eğilimleri bugünlerde sıkça tartışılan konular arasında. Tüm bileşenleri ile internetin adeta çocukluktan itibaren dijital bebek bakıcılığı yaptığı bir nesil ve bu neslin ülke ekonomisine olan katkısı belki de ebeveynlerden başlayarak çok daha ciddi bir şekilde dikkate alınmalı.

22 Ekim 2024 Salı 12:44
Açık Görüş Haberleri

Dr. Hülya Bulut/ Yazar



Temmuz 2024 itibarıyla, dünya nüfusunun yüzde 67'sine denk gelen yaklaşık 5.45 milyar insan internet kullanıyor. Dünyanın en büyük dijital nüfusuna sahip ülkeleri şu şekilde: Çin (1.050 milyon kullanıcı) lider konumda, onu Hindistan (692 milyon kullanıcı) izliyor. ABD, 311 milyon kullanıcı ile üçüncü sırada yer alırken, Endonezya (213 milyon kullanıcı) ve Brezilya (181 milyon kullanıcı) sırasıyla dördüncü ve beşinci sırada bulunuyor. Rusya (128 milyon kullanıcı), Nijerya (123 milyon kullanıcı), Japonya (103 milyon kullanıcı), Meksika (101 milyon kullanıcı) ve Filipinler (85 milyon kullanıcı) ise diğer büyük dijital nüfusa sahip ülkeler arasında konumlanıyor.Bununla birlikte, hiç internet kullanmayan ülke yok. Kuzey Kore gibi özellikle internet erişimi konusunda en sıkı kısıtlamalara maruz kalan ülkeler olduğu kadar Hollanda, İsviçre ve Norveç gibi neredeyse nüfusunun tamamının internet kullandığı ülkeler de söz konusu.

İnternet kullanımının popüler nedenleri

2024 yılının ilk çeyrek verilerine göre, dünya genelinde internet kullanımının en popüler nedenleri şu şekilde sıralanıyor: Bilgi edinmek (yüzde 63), arkadaşlar ve aileyle sosyalleşmek (yüzde 60), son gelişmelerden ve etkinliklerden haberdar olmak (yüzde 54), video, film ve televizyon izlemek (yüzde 53), yemek pişirme ve tamirat gibi pratik bilgiler aramak (yüzde 51), yeni fikirler ve ilham kaynakları bulmak (yüzde 47), müziğe erişim ve müzik dinlemek (yüzde 46), ürün ve markalar hakkında bilgi almak (yüzde 45), boş zamanları değerlendirmek ve internette sörf yapmak (yüzde 44), tatil ve seyahat için lokasyon araştırması (yüzde 38), ve eğitim ve öğretimle ilgili amaçlar (yüzde 38).

Gençler arasında internet kullanımı da oldukça yaygın; örneğin, Avrupa'da 15-24 yaş grubundaki bireylerin yüzde 98'i interneti aktif olarak kullanırken, dünya genelinde bu oran yüzde 75. Üstelik, dünya üzerinde 15-24 yaş arası gençlerin yüzde 71'inin çevirimiçi olduğu, 18 yaşından küçük çocukların dünyadaki internet kullanıcılarının üçte birini oluşturduğu dikkate alındığında gelecek nesillerin dijital yaklaşımlarının nasıl bir hal alacağı da bugünden belli oluyor.

Sosyal medya

Dünya nüfusunun yüzde 64'ü, yani 5.17 milyar kişi de sosyal medya platformlarını aktif olarak kullanıyor. Bu veriler, internet ve sosyal medyanın küresel ölçekte ne kadar yaygınlaştığını ve insanların dijital dünyadaki varlıklarının ne ölçüde büyüdüğünü gösteriyor. Dünya genelinde en fazla kullanıcıya sahip ilk beş sosyal medya platformu ise şöyle: Facebook (3.065 milyar kullanıcı), YouTube (2.5 milyar kullanıcı), Instagram (2 milyar kullanıcı), WhatsApp (2 milyar kullanıcı) ve TikTok (1.6 milyar kullanıcı). Bu durum sosyal medya platformlarının global etkisini ve kullanıcılar arasında ne kadar yaygın olduğunu ortaya koyuyor.

Özellikle Facebook, YouTube ve Instagram'ın büyük kullanıcı kitleleri, bu platformların dijital iletişim ve içerik tüketimi üzerindeki geniş etkileri aynı zamanda çevrimdışı davranışlar ve genel yaşam üzerinde de geniş ve önemli bir etkiye sahip. Yapılan bazı anketlerin genel sonuçları; sosyal medyanın bilgiye erişimi kolaylaştırdığına, iletişimi geliştirdiğine ve ifade özgürlüğünü desteklediğine işaret ediyor. Bununla birlikte, sosyal medyanın kişisel gizliliği tehlikeye attığı, siyasi kutuplaşmayı artırdığı ve dikkati dağıttığı gibi olumsuz yönleri de vurgulanmış.

Türkiye'de internet kullanımı

Bizde, 85 milyonluk nüfusa sahip Türkiye'de 74,4 milyon insan mobil internet kullanıcısı iken geniş bant internet abone sayısı nüfusumuzun yüzde 10'unu da geçerek 94,2 milyon kişiye ulaşmış durumda. Ülkemizdeki internet kullanım süresi günlük ortalama 7 saat 57 dakika. Dünya genelinde en çok içerik üretilen web sitesi dillerinden biri olan Türkçe, bu alanda 4. sırada yer alıyor! Ayrıca, kişisel verilerin kötüye kullanımı konusunda en az endişe duyan ülkelerden biri ne yazık ki biziz; Türkiye! Bu bakımdan 7. sıradayız. Görünen o ki, dijital güvenlik konusunda farkındalığımız oldukça düşük.

Türkiye'de nüfusun yüzde 70.8'i sosyal medya kullanıyor ve sosyal medyada geçirilen günlük ortalama süre 2 saat 57 dakika. Türkiye'deki internet kullanıcılarının ortalama 9.4 farklı çevrimiçi hesabı bulunuyor! Sosyal medyayı iş amaçlı kullananların oranı yüzde 47 ve sosyal medya kullanıcılarının yüzde 54.5'i markaları sosyal medya üzerinden araştırıyor. Bu veriler, Türkiye'nin internet ve sosyal medya kullanımında oldukça aktif olduğunu ve Türkiye'nin dijital dünyada ne denli yoğun bir etkileşim içinde olduğunu gösteriyor. Öyle ki, bu rakamlar yaygın kullanılan sosyal medyanın Türkiye'deki siyasi, sosyal ve ekonomik faaliyetler üzerindeki etkisini ve önemini oldukça net bir şekilde ortaya koyuyor.

Z kuşağı ve iş piyasaları

Şimdi, bu sayısal veriler ışığında analiz etmeye çalıştığımız internet ve sosyal medya odaklı hayatın, işgücü piyasaları üzerindeki olumsuz etkilerini özellikle Z kuşağı bağlamında inceleyelim isterseniz. Çünkü, şirketlerin, 1997 ile 2010 yılları arasında doğan Z kuşağı çalışanlarını işe aldıktan hemen sonra işten çıkarmaları yönündeki ilginç eğilimleri bugünlerde sıkça tartışılan konular arasında.

Bu günlerde çok konuşulan iki kavram var: Bunlardan biri dijital yerliler, ki teknoloji ile doğar doğmaz tanışan, internetin kurdu olarak yetişen, bilgisayar ve bilgisayar teknolojilerini çok iyi kullanan ve özellikle 1980 sonrası doğan kuşağı ifade ediyor. Diğeri ise dijital göçmenler, ki bu da dijital dünyayla sonradan tanışan yani interneti kullanmaya belli bir yaştan sona başlayan, hayatının diğer dönemlerinde interneti hiç kullanmamakla birlikte, sonradan teknoloji okuryazarlığıyla tanışan, özellikle de 1980 öncesi doğan kuşağı temsil ediyor.

Avrupa'da yaklaşık bin işe alım yöneticisinin, Z kuşağına ilişkin değerlendirmelerini yansıtan bir anket çalışmasının sonuçları oldukça şaşırtıcı: (I) Güçlü bir iş ahlakından yoksunlar, (II) İş yeri ve çalışma koşulları ile uyum sağlayamıyorlar, (III) Çalıştıkları organizasyonun bir parçası olamıyor ve aidiyet bağı kuramıyorlar, (IV) Ciddi iletişim zorlukları yaşıyorlar, (V) Geri bildirimleri doğru bir şekilde değerlendiremiyorlar, (VI) Kırılganlar, yani dirençli bir çalışma temposuna sahip değiller, (VII) Gerektiğinde fazla çalışmak gibi işgücünün taleplerine karşı son derece hazırlıksız ve duyarsızlar.

Z kuşağı çalışanları ile yapılan araştırma sonuçlarında göre de, bu grupta yer alan her dört kişiden biri çalıştığı kurumda mutsuz ve her beş kişiden biri de işlerini bırakmayı düşünüyor. Patronlarla yapılan bir anket çalışmasına göre ise, üniversiteden yeni mezun olan ve işe alınan kişilerin, çok kısa bir süre sonra işten çıkarılma gerekçeleri de şöyle sıralanmış: Motivasyon ve inisiyatif eksikliği (yüzde 50), profesyonel bakış eksikliği (yüzde 46), zayıf organizasyonel beceriler (yüzde 42), yetersiz iletişim becerileri (yüzde 39), geri bildirimde yaşanan zorluklar (yüzde 38), yetersiz iş tecrübesi (yüzde 38), yetersiz problem çözme kapasitesi (yüzde 34), yetersiz teknik beceriler (yüzde 31), şirket kültürüne uyum sağlayamama (yüzde 31), bir takım ile çalışmada yaşadıkları zorluklar (yüzde 30).

İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına...

Ben bu noktada, yüzde 46 gibi bir oranla öne çıkartılan profesyonel bakış açısı eksikliği ile yüzde 38 gibi bir oranla vurgulanan yetersiz iş tecrübesi gibi iki unsuru, yeni mezunlar açısından büyük ölçüde hakkaniyetsiz bulsam da, aslında çocuklarımızı ve gençlerimizi hayata hazırlamak noktasında acaba ebeveynler, mentorlar, yaşam koçları, medya mensupları, öğretmenler, üniversite hocaları... olarak yeterli özeni ve performansı gösterdik mi diye de kendimizi sorgulamadan edemiyorum.

Şimdi hal böyle olunca, çoğunlukla sokaklarda oyun oynayarak çocukluğunu yaşayamamış bir neslin internet tutkusu ve bu tutkunun onların iş hayatı başta olmak üzere pek çok yaşam pratiğine olan etkisi üzerine söylenecek şeyler bitmez tükenmez elbette. Ama, tüm bileşenleri ile internetin adeta çocukluktan itibaren dijital bebek bakıcılığı yaptığı bir nesil ve bu neslin ülke ekonomisine olan katkısı belki de ebeveynlerden başlayarak çok daha ciddi bir şekilde dikkate alınmalı.

İnternette ve özellikle de sosyal medyada geçirilen vakitlere ebeveynler tarafından bilinçli bir kısıtlama getirilmesi dolayısıyla çocukların ve gençlerin; ev ve bahçe işleri, ufak tefek tamiratlar, marangozluk, dikiş-nakış, yemek, temizlik gibi hayatın olağan akışındaki faaliyetlerde daha fazla yer almalarını, çekirdek/geniş aileleri ile daha fazla zaman geçirmelerini, mahalledeki komşularıyla daha fazla kaynaşmalarını, spor aktivitelerinde, gönüllülük ve yardım faaliyetlerinde daha fazla yer almalarını sağlayacak yaklaşımların tüm eğitim,öğretim ve akademik süreçlerimize entegre edilmesini bir çözüm önerisi olarak önemsiyorum.

Böylelikle, internet ve sosyal medyanın yol açtığı, hatta azalan doğum oranları da dikkate alındığında eğer abartılı olmayacaksa bir anlamda gelecekte bir beka meselesi olarak da mücadele etmek zorunda kalacağımız işgücü piyasasındaki bu olumsuz süreci tersine çevirebileceğine dair bir umut taşıyorum.

dr.hulyablt@gmail.com