Karantina halleri

Pandemi salgınının ürettiği küresel baskıyı soğukkanlı bir şekilde aşmaya yönelik kolektif bir çabaya bilimin, dinin ve kültürel geleneklerin katkısını dışarıda bırakarak dahil olmak mümkün değildir. Bu da söz konusu katkı alanlarını yeni bilme biçimleriyle gözden geçirmeyi, onları anlamayı ve hayat karşısında bir kere daha sınamayı gerekli kılmaktadır.

14 Kasım 2020 Cumartesi 21:46
Açık Görüş Haberleri

Dr. Necdet Subaşı / Yazar



Covid-19 küresel salgınıyla birlikte gündelik hayatın akışındaki bildik ritim hızla değişmeye başladı. Yeni yaşama biçimlerine, üslup ve desenlerine uymakta artık eskisi kadar zorlanmıyoruz. İnsan ilişkilerin olağan akışı ağır tazyiklerle yeniden şekilleniyor.

Pandemiyle birlikte giderek olağanlaşan tecridin gündelikleşmesi ortaklaşa dil kurmanın imkanlarını zayıflattığı gibi toplum temelinde çeşitlenen temsilleri de kısıtlamakta gecikmedi. Buna karşılık gelişmeye her zaman açık düşünce alanı da sıkı bir güvenlik endişesinin etkisi altında daralmaya başladı. Yeni ve bilinmez bir gelecek beklentisi dünü olduğu kadar bugünü de muğlaklaştırıyor; geçmişin devamlılığını sağlayacak ara eşikler giderek kullanışsız birer aparata dönüşüyor.

Birlikte olmak, muhabbeti derinleştirmek, sözü çoğaltmak, birbirine dokunmak ya da iletişimde kalmak artık aklımızın bir kenarında sabiteye dönüşmüş ölüm duygusu ve korkusu refakatinde ancak deneyimlenebiliyor. Endişe korkutuyor, belirsizlik hayatın tadını kaçırmada etkili bir güce dönüşüyor.

Ölümün soğukluğu

Dinler, felsefi sistemler, kişisel hayat tecrübeleri bize ölümün soğukluğunu, gerçek ve sahiciliğini her zamankinden daha seri ve yoğun bir şekilde hatırlatıyor. Öyle ki ölüm duygusuyla şimdiye kadar hiç olmadığı bir sıklıkta, yakınlık ve hissedişle iç içe bir durumdayız. Onun bizi bir gün öyle ya da böyle bir şekilde bulacağı gerçeğinden teolojik hatırlatmalardan daha ağır sayılabilecek yaşanmışlıklar eşliğinde haberdarız. Çeldirici, unutturucu ve erteleyici süreçlerin varlığı hepimiz için kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüzde duran ölüm duygusunu ehlileştirmeye yetmiyor. Artık bu dünyadan ayrılmak şimdiye kadar hiç olmadığı bir şekilde ürkütücü, açıklamasını yapmakta zorlandığımız bir veda hayat felsefemizi, düşünsel berraklık arayışımızı bulanıklaştırıyor. Çat kapı gözümüzün önünde kendine bir yer tutan ölüm hissi varlık dünyasının iç içe geçmiş anlamları hakkındaki müktesebatımızı da boşa çıkarıyor. Dünya sadece yeniden kurulmuyor, yeni bir tahayyülün belli belirsiz adımlarına ram olma çağrısı eskinin bütün defterlerini kullanılamaz bir hâle sokuyor.

Salgın kendi gerçekliği içinde yeni bir sosyolojiyi, psikoloji ve hatta teolojiyi harekete geçirmekte zorlanmadı. Toplum bir kez daha inşa edilirken eldeki mevcut veri ve yeterliliklerin değeri yok sayılıyor, yeni bir anlama biçiminin hangi varoluşsal kodlar üzerinden işleyeceği konusunda garip bir belirsizlik duygusu yaşanıyor. İnsan ilişkilerindeki tıkanıklık yetinme duygusunu harekete geçirmede gecikmedi. Geçmişi yâd etme konusunda sıkı bir nostaljinin etrafında dolaşmayı yeğleyen eski kuşaklar günü idareli kullanmanın değerine odaklanırken, yeni kuşaklar da bu aniden ortaya çıkan verili durumun dayatmalarına teslim olmuş olarak farklı bir normalliğin içinde hayat bulmanın yollarını aramakta.

Kapandığımız yer ev mi?

Bilim adamlarının önümüze koyduğu veriler kendimizi birkaç yıl daha bu benzersiz yalıtımla, tecrit ve kapanmayla yaşamaya ikna olmayı dayatıyor. Evi türlü ihmalkârlıkların telafi edileceği bir melce olarak görenler içine kapandıkları yerin ev olmadığını, buranın başka bir şey olduğunu birkaç ay içinde fark etmiş durumdalar. Eve kapanmanın ürettiği bunaltı, klinikleri, terapistleri ve tüketici şirketlerini atağa kaldırmış durumda. Önerilen programlar evde ne yapacağımızı belirliyor, pandemi süreçlerini unutmamızı sağlayacak eğlence paketleriyle günü gün etmemiz bekleniyor. Hemen her gün şaşırtıcı bir şekilde birbirine benzemeye başladığında bu sıradanlığın ortaya çıkardığı daralmaların önüne nasıl geçileceği konusunda değişik öneriler endüstriyel birer ürün olarak pazarda yerini alıyor.

Sanal mecralar insana ulaşmanın etkileyici birer aracı olarak öne çıkmış durumda. Bilim adamları, yazarlar, düşünce adamları, vaizler ve karizmatik şahsiyetler pek çok mecra üzerinden kendi sanal kitlelerini oluşturma konusunda sınır tanımayan bir emekle sahada yer alıyorlar. Sosyal medya ve dijital platformlar kendi pedagojilerini üretmekte gecikmiyor. Eğitim ünitelerinin paylaşımıyla sınırlı olmayan bir bilgi akışı sözü olanı da olmayanı da bu bağlamda konuşmaya ortak ediyor. Artık herkes kendi evinde mahpus olduğu gerçeğini göz ardı ederek kendine yeni pencereler açıyor, başkalarına ulaşabildiği her vasatta dijital mecralar eşliğinde mesajlarını dolaşıma sokmanın telaşını yaşıyor. İnsanlar ya konuşuyor ya dinliyor. Söz konusu programlar sayesinde pek çok kişi artık kendi haz kotalarını belirlemekte ya da tatmin edici bir dil akışını sistematikleştirmekte hiç mi hiç zorlanmıyorlar. Geçmişte başka vesilelerle hayatın olağan akışında zapturapt altına alınan insanlar için bugün yeni birtakım mecralar aynı işlevi görmekte. Bir farkla ki geri dönüşü olmayan bir yalnızlığa doğru ilerleyen yeni insanlık hâlleri için dijital platformlar farklı bir yaşama üslubunu da beraberinde getiriyor.

Artık pek çok kişi bir konferanstan öbürüne yetişmekte zorlanıyor. Ev içindeki koşuşturmalar herkesin anlatacağı bir şeyler olduğunu imlemekte. Ekranlara sıkışmayı başaran onlarca insan eski dünyanın değerlerine bağlı kalarak birbirini ikna edebilecek yeterlikte olduğunu düşündükleri argüman setleriyle tebliğe, irşat ve anonsa ihtiyaç duyuyorlar. Yeni dönemin ortaya çıkaracağı sosyolojinin, psikoloji ve etnometodolojinin ne vaat ettiğine dikkat kesilme konusunda ciddi bir gecikme söz konusu. Dünün, geçmişin dünyasını anlamlandırmada yeterliliği sınanmış bilgilerin değişen bir hayatın akışına entegre edilmesinin hiçbir şansı yok gibi görünüyor. Oysa yaşanılan hem yeni bir kader hem de tarihte bir karşılığı olmayan sıra dışı bir gerçekliktir. Teolojinin yardımına ihtiyaç duymayan yeni bir ahlak ve değer akışı güçlenerek hayatı kaplama çabasındadır. Teorilerin içinde kalmış bireyselliği çoktan zorlayan bir kişisellik ve kendi varlığının etrafında dönen bir kişilik örüntüsü bütün insan ilişkilerinin rotasını değiştirecek bir şekilde hayatiyet kazanmaktadır.

Ekstrem bir varoluşsallık

Bundan sonraki dünyanın nasıl olacağı olması gerektiği konusunda kayda değer bir müzakere, tartışma ve öğrenmeye pek fazla fırsat vermeyen bu akışkanlık sonuçta hiç de yabancısı olunmayan bir günü tüketme çabasıyla kendini deruhte etmektedir. Dünyanın sonunun geldiğine dair belli başlı eskatolojik tezlerin aksine sonluluk duygusunu yok sayan ekstrem bir varoluşsallıkla karşı karşıyayız. Dinî ve kültürel referans kodlarının bilerek ve isteyerek dışarıda bırakıldığı yeni halet-i ruhiyelerin nasıl bir gelecek tasarımına yöneldiğini kestirmek güçtür.

Dünün giderek zayıflayan tez ve argümanlarını birbirinden aceleci telafi programlarıyla sözüm ona güncellemeye çalışan bir zihniyet döngüsünün yarının dünyasını karşılamada hangi yeterliliklere yaslanacağını öngörmek pekâlâ mümkündür. Bugün sürecin maliyetlerini bütün bu aleladelik ve amiyanelikten uzak bir şekilde değerlendirenlerin ürettiği üst dille temas kurmakta gerçek bir gecikmişlikle hemhâl olunduğu açıktır. Süreci doğru anlama ve insanlık durumunun geleceği hakkında mevcut müktesebatı kışkırtıcı ve ağır sorularla sınamaktan kaçınan bir dikkat yeni zamanlara yenilme riskiyle karşı karşıyadır.

Pandemi salgınının ürettiği küresel baskıyı soğukkanlı bir şekilde aşmaya yönelik kolektif bir çabaya bilimin, dinin ve kültürel geleneklerin katkısını dışarıda bırakarak dahil olmak mümkün değildir. Bu da söz konusu katkı alanlarını yeni bilme biçimleriyle gözden geçirmeyi, onları anlamayı ve hayat karşısında bir kere daha sınamayı gerekli kılmaktadır.

@darulmedya