Madde bağımlısı Batı düzeni karşısında son kale: İslam medeniyeti

Batı ekonomilerinin zayıflaması ve işsizliğin o ülkelerde demokrasinin belkemiği orta sınıfları çökertmesi umulmadık sosyal patlamalara, etnik ayrışmalara yol açabilir. Türkiye işte o günlere hazırlanmalıdır. İnsanın “mana” fıtratını yok etmeye yemin etmiş, onu “madde bağımlısı” yaparak köle eden çöküşteki Batı medeniyetine karşın Osmanlı torununun arkasında başka hiçbir İslam ülkesinin hayal edemeyeceği “meşruiyet”i, veraseti vardır.

10 Aralık 2017 Pazar 07:00
Açık Görüş Haberleri

Aydın Nurhan / Emekli Büyükelçi



Lafı çıplak oturtalım. Türk Batı’nın ötekisidir. Bu tarihi gerçek değişmeyecektir. Bununla yaşamak zorundayız. Yani? Batıcılarımız 200 yıllık rüyadan uyanmalıdır. Türk’ün Batı ailesi içinde yeri yoktur. Türk ülkesine yabancılaşıp Batı’ya yerleşir, Hıristiyan olursa, asimile olursa o ayrı bir konudur.

Küresel köyde Türkiye’nin yeri nedir?

Küresel düzen Batılı ülke yöneticilerini, iş adamlarını ve medyasını korkuttu, maymuna çevirdi, emri altına aldı. Başta ABD eliti, sonra Avrupa yöneticileri boyun eğdi II. Dünya Savaşı sonrası yeni düzene. Japonya ve Kore yöneticileri onları takip etti. Hindistan yöneticileri yola girmek üzere. Sırada Çin ve Rusya eliti var. Ne kadar direnebilirler, zaman gösterecek.

Bu öyle bir düzen ki, robot kullanan sermaye giderek daha az sayıda elde toplanıyor. Devlet yöneticileri insanlık tarihinin hiçbir devrinde bu kadar korkak olmamışlardı. Sermaye karşısında bu kadar çaresiz ve ürkek olmamışlar, halklarını satıp başka mihrakların hizmetine girmemişlerdi. İnsanlık için tek kurtuluş olarak gösterilen “demokrasi” ve “medya” bu kadar yozlaşıp emir altına girmemişti.

Bu sistem nasıl işliyor?

Yerel sermaye belirli bir hacme ulaşınca metropole taşınıyor. Daha da palazlanınca dışa açılıyor, küresel sermaye oluyor. O ortamda iş yapabilmek için, ekmek yiyebilmek için de küresel mafyanın emrine giriyor. İşte bu nokta hayati karar noktası.

Büyük, küresel ticarete açılmış sermaye “milli” kalabilir mi? Milli kalırsa ona ekmek yedirirler mi? Onu rahat bırakırlar mı? Şöyle bir örnekleme yapalım: Bir adam evli kadına sata-şıyor. Kadın iffetli, eşine sadık, ama adam bırakmıyor peşini. Kadın kocasından yardım istiyor. Bu örnekte sataşan küresel mafya. Koca ise devlet. Eğer koca karısını koruyabilirse sorun yok. Koruyamazsa “fahişe sermaye”den bahsedebiliriz. Bu oyunda vatanına sadık sermayenin (medya da örnek olabilir) istemeyerek zorlanarak fahişeleşmesi veya zaten bu işe teşne sermayenin (medyanın) bilerek, isteyerek, seve seve vatanından kopması söz konusu olabilir. Öyle bir devirdeyiz ki, dünyanın en güçlü devletleri bile çaresiz bu düzende.

Köle düzenine karşı umut

Şimdi de gelelim Türkiyemize… Yani Batı’nın “öteki”sine… Batı Reform ve Rönesans’la dini, yani insanın “mana” boyutunu dışladı materyalist oldu, Doğu dinleri de materya-list saldırı karşısında direnme gücü gösteremedi, teslim olmak üzere. İnsanlığı “madde bağımlısı” köle yapan düzen karşısında son kale ve umut, İslam medeniyeti.

Bu ortamda Türkiyemizin önündeki seçeneklere bakalım.

Roma’nın barbarları ehlileştirmesi gibi gayrımüslim dünya nasıl korkutulup ehlileştirildi ve o sayede ekmek yiyorsa, Türkiye de kendi isteğiyle ehlileşip emir altına girer. ABD, AB, Kore, Japon markaları nasıl cici çocuklarsa, eşit muamele görüyorlarsa, Türk mamulleri de yaşama şansı bulur. Tek şart düzenin emri altına girmek, cici çocuk olmak. Zinhar baş kaldırmamak.

Vaktiyle Amerikan mandasını samimi olarak isteyenler vardı, bugün de teslimiyetçi ruhla samimi olarak küresel mafyanın emrine girmekten başka çare olmadığını düşünenler var. Alman, Japon, Koreli gibi sisteme teslim olup “Manayı boşver, dünya malı yiyelim” diyenler var. Aksi takdirde ekonomimizin çökertileceğini, Türkiye içine hapsedileceğini düşünen, buna samimi olarak inananlar var. Bu inanış samimi de olsa, gayr-ı samimi de olsa sonu “fahişe sermaye”, “fahişe basın - Amerika’da Prestitute diyorlar”, “fahişe, korkak, satılık politika-cı”dır.

68 başkaldırısı ve küresel elit

68 köylü gençliğinin karşı çıktığı küresel düzen bu kadar teslim olmamıştı sermayeye. Ama o gençler bugünün yarı-burjuva kapitalistleri, konformistleri oldular. 68 başkaldırısı ma-sum değilmiş. Ezik taşralılıktan kaçıp küresel elite katılma özentisiymiş. Heyhat…

Emperyalizme karşı ezilen halkların umudu Atatürk idi, bugünün Batıcı sahte Kemalistleri ise küresel sermayeye karşı korkudan ses çıkaramaz hale geldiler. Atatürk olsaydı ne ya-pardı bugün? “Batılı olmak istiyorsanız küresel mafyanın emri altına girin” der miydi? Yoksa “Küresel haksızlığa başkaldırın” mı derdi? Küresel düzenin fahişesi olma seçeneğinin karşısında iki alternatif olabilir: İlki kolay, Marksizm. 20. yüzyıl ideolojilerin ölüm çağı idi, sanayileşme döneminin bu antika ideolojisini bugün tartışmaya bile değmez.

Gelelim ikinci alternatife. İslam Medeniyeti. Osmanlı’nın çöküşünden bu yana tartışılan husus: Osmanlı öldü, geri getirmeye çalışmayın, insanlığın modern sorunlarına çare olamaz. Asr-ı Saadet. Onu uygulamak da gerçekçi olmaz deniyor günümüzde.

Eveet… Gelelim tartışmamızın kilit noktasına. Her medeniyet gibi Batı Medeniyeti de zirveyi aştı, iki dünya harbi ile intihar etti ve inişe geçti. Devletler de insanlar gibi kendilerini güçlü ve güzel hissettikçe güzel, iyi işler yaparlar. Güçten düştükçe çirkinleşir, komplekse girer çirkin işler yaparlar. O nedenle nükleer silahlar yükselen güçlerin elinde insanlık için az tehlike, çöküşteki güçlerin elinde çok büyük tehlike olurlar. “Ben bittiysem Dünya da bitsin” derler. Nükleer ırkçılık yapıp “Ehil olmayan” edinemez derler çöküşteki güçler.

Batı çöküşe girdiyse…

Doğu medeniyetleri Batı kapitalizmine teslim olmuş, yorulan Batı’nın maddeci bayrak yarışında nöbeti hevesle devralmaya  soyunmuşsa… İnsanlığa adalet ve barış sunacak alter-natifleri yoksa... Giderek karanlık tünele sürüklenen insanlık için çıkış yolu sunamıyor ise… Öldüğü zannedilen, insanlık tarihinin en parıltılı medeniyeti Osmanlının torunları ışık olabilir mi? “Bu halimizle mi?” diyenleri duyuyorum.

Batılı dünya düzeni hasta. Osmanlı hasta adamdı çöktü. 21. yüzyılın hasta adamı Batı. 1750 yılından beri dünya ekonomik ağırlığı ilk kez Doğu’ya geçti. Teknolojik yarış ilk kez ani fırlamalara, rakiplerin ışık hızıyla yer değiştirmesine yol açıyor. Silah üstünlüğü umulmadık icatlarla yer değiştirebilir, dünya dengeleri altüst olabilir. ABD’nin uykularını kaçırıyor bu ihtimal.

Bu göreve hazır mıyız?

Batı ekonomilerinin zayıflaması ve işsizliğin o ülkelerde demokrasinin belkemiği orta sınıfları çökertmesi keza umulmadık sosyal patlamalara, etnik ayrışmalara, “implosion”lara yol açabilir. Türkiye işte o günlere hazırlanmalıdır.

İnsanın “mana” fıtratını yok etmeye yemin etmiş, onu “madde bağımlısı” yaparak köle eden çöküşteki Batı medeniyetine karşın Osmanlı torununun arkasında başka hiçbir İslam ülkesinin hayal edemeyeceği “meşruiyet”i, veraseti var. Orta Asya, İslam alemi, Afrika, Balkanlar ve dünyanın ezilen, mazlum halklarına umut olabilecek derinlik var.

Görevimiz Batı medeniyetini toptan kötülemek değil. Batı medeniyetinin her ne kadar başka medeniyetlerle bir arada yaşama kabiliyeti yoksa da, İslam medeniyeti geçmişte nasıl komplekse girmeden Yunan felsefesinden yararlanmışsa bizler de günümüz Batı medeniyetinin iyi yanlarını alma büyüklüğünü gösterebilmeliyiz.

Asıl yapmamız gereken, Batı’da da birçok beyni meşgul eden bazı sorulara cevap aramak olmalıdır. Mesela diğer medeniyetler niçin geri kaldı? Batı nasıl geçti onları? Batı’nın güncel hastalıkları neler? Neden çöküşte? Çöküş durdurulabilir mi? Batı’dan hangi değerleri, hangi değerlerimizle yoğurup yeni, evrensel bir medeniyet yaratabiliriz?

Biz bu ağır göreve hazır mıyız? Evet. Hazırız.

Gerekli kodlar genlerimizde mevcut. Onları uyandıracak önder kadrolar yeterlidir. Kemalistlerin anlamını idrak etmeden, ilkokul ezberiyle boş hamaset olarak kullandıkları bir hazi-nemize gerçek anlamını yükleyerek bitirelim sohbetimizi. “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”

anurhan@icloud.com