Kâmil Yeşil / Yazar
Toplumları yemek kültürüne göre sınıflandırmak mümkün. Mesela en temel ayrımlardan biri domuz etidir. Domuz eti yiyenler ve domuz eti yemeyenler olarak ayırabiliriz milletleri. Yemek kültürü sadece yenilecek şeylerle sınırlı değil. Yemeği yiyiş tarzı da kültüre dahildir. Bir kısım milletler yer sofrasında bir kısım milletler de masada yer. Bazı sosyologlar da "soğan-sarımsak sevenler" ve "soğan-sarımsak sevmeyenler" diye ayırmışlar toplumları. Buna göre Türkler soğan-sarımsak sevenler grubuna giriyormuş. Yerleşik hayata geçmezden önce kırlarda hayvancılıkla geçinen bir millet için anlaşılır bir durum bu. Türklerin sarımsak ve soğansever olduğu atasözlerinden ve deyimlerinden bellidir
Aslında soğan-sarımsak, yiyecekler arasında değersiz olanı temsil eder. Bunu Yahudilerden öğreniyoruz. Çünkü onlar, bıldırcın eti ve kudret helvası yerine soğan ve sarımsağı tercih etmişlerdir.
Malcolm-X'in salgın hatırası
Bu iki sebzenin çiğ halde yenilmesi hoş karşılanmamış; soğan-sarımsak yenildiği takdirde, mescide gidilmeyip (namazın) evde kalınması tavsiye edilmiştir. Çünkü soğan ve sarımsak kokusu ikinci kişileri çok rahatsız eder. O kadar ki insanlar soğan sarımsak yiyenden uzak durmak ister. Malcolm-X'in hatıralarından öğrendiğimize göre, küçük Malcolm ve kardeşini salgın hastalıktan sarımsak kokusu kurtarmıştır. Malcolm diyor ki: "Annem bizi okula gönderirken, koltuklarımızın altına sarımsak bağlardı. Sarımsağın keskin kokusundan rahatsız olan diğer talebeler, bana ve kardeşime yaklaşamazlardı. Bunun sebebini sonradan öğrendik. Meğer kasabamızda ve okulda yaygın bulaşıcı hastalık varmış biz sarımsak korktuğumuz için kimse bize yaklaşmıyordu böylece biz de bulaşıcı hastalıktan kurtulmuş olduk. Biz hariç, okuldaki bütün arkadaşlarımız haftalarca hasta oldu."
Sarımsak ve soğanın faydaları bu saydıklarımızla sınırlı değil. Dinî-tıbbî hükümler de konumuz dışında. Kültürümüzde yer ettiği için bu kadarcık değindiğimiz soğan-sarımsak olgusunun toplum yapımız ve yönetim biçimi ile de ilgisi var ve bunun üzerinde durmak istiyoruz.
Soğan metaforu ile soğanın yapısı ve toplumsal tabakalaşma arasında bir benzerlik kurulabilir diye düşünüyorum. Çünkü soğan, tabaka tabaka kalınlaşıp büyür, böylece soğanın özü korunma altına alınmış olur. Değişmeyen bu öz Müslümanlıktır. Mezhep, meşrep, tarikat, soy sop ne olursa olsun milleti millet yapan bu öz değişmez. Milletimizin özünü oluşturan bu yapı Kayıboyu'dur. Kayıboyu'nu beylikten devlete taşıyan öz, İslam'dır. Beylik, devlet-i âliye olduktan sonra İslamî öz nasıl değişmemişse; soy ve kültür bakımından da bu boy genişlemiş, zenginleşmiş fakat esas olarak değişmemiştir.
Tabaka tabaka büyümek
Soğan metaforu ile milletimizin hem etnik hem inanış bakımından çoklu yapısını izah edebiliriz. Buna göre, bölgeler, kültürler, inançlar, yaşayışlar soğanın tabaka tabaka büyüyen kabuklarına tekabül eder. Her bir kabuk kendi çevresinde müstakildir ve fakat hem kendinden öncekine hem kendini çevreleyen diğer katmanlara bağlıdır. Bir taraftan korur diğer taraftan korunur. Bu yapı birbirine muhtaç bir yapıdır. Soğanın katman yapraklarının korunması, büyümesi, fonksiyonunu yerine getirmesi yapının da korunmasına bağlıdır. Soğan metaforu üzerinden şunları da söylememiz gerekir. Soğanın merkezinde ona adını, tadını, kokusunu veren nasıl bir öz varsa; milletimize de adını, sınırlarını, temel niteliklerini veren bir öz vardır. O öz Türklük ile özdeşleşen Müslümanlıktır. Katmanların büyümesi, gelişmesi, kendi etrafında kenetlenmesi o öze, Türklüğe bir zarar vermemiştir. Bundan sonra da vermemelidir. Bu özü korumak kat kat gelişen diğer yapıları korumak demektir.
Kenetlenmiş birliktelik
Makalemizin başında Türk milleti soğan da sever sarımsak da sever demiştik. Ben soğan değil sarımsak severim, diyenler de bu metaforun içindedir. Bilindiği gibi bir baş sarımsak, soğandan farklı olarak kendi içinde, birden çok dişin birleşmesinden meydana gelir. Sarımsağın yapısında en içteki diş, diğerlerine göre daha küçüktür. Soğan gibi katmanlı bir iç içelikle bağlanmış değildir dişler. Sarımsak dişinin kendi kabuğu içinde müstakil olarak belirlenmiş bir şekli ve sınırı vardır. Dişlerin yaşaması, büyümesi ve gelişmesi, kenetlenmiş birlikteliğe, bir başa rabıtalı oluşa bağlıdır. Birbirinden ayrı imiş gibi görünen sarımsak dişlerini rapteden öz, sarımsağı görünür kılar. Görünür yapı birbirine katışmaz, ancak birbirini destekler.
Atalarından yemek kültürünü tevarüs eden milletimiz soğandan, sarımsaktan bile bir birliktelik çıkarmasını bilmiştir. Baş başa bağlıdır; baş da devlete bağlıdır. Atasözü burada devletvyerine şeriatı getirmiş, 'baş başa baş da şeriata bağlıdır' demiştir. Her biri kendi içinde müstakil ve fakat aynı mihver etrafında çevrelenmiş bir yapıdan bahsediyoruz.
Madem soğanı da sarımsağı da seven bir milletiz; milletimizi bir arada tutma arayışında bu iki metaforun açıklayıcılığından da yararlanmalıyız. Toplumsal yapımız ister soğana ister sarımsağa benzetilsin, özünde bir aradalık vardır. Bir aradalık kenetlenmek demektir; bu yapı bozulursa, ortada ne soğan kalır ne sarımsak.
Dutlar olduğu müddetçe...
Tarihçiler derler ki Ahmed Yesevi Hazretleri, müridlerini Orta Asya'dan Anadolu'ya gönderirken ellerine birer dut dalı vermiş. "Bu dutu Anadolu'nun her tarafına dikiniz, yapraklarını atlarınız yer; üzümünden siz yersiniz; gölgesinde dinlenirsiniz, ozanlar da ondan saz yapar" demiş. Ve ilave etmiş: "Dut olduğu müddetçe Anadolu toprakları sizin elinizde olacak."
Hazrete ilaveten diyoruz ki Türkler soğan ve sarımsak yedikleri, bu iki nimeti sevdikleri müddetçe bir arada, soğan gibi iç içe; sarımsak gibi bir başa bağlı olarak yaşamayı da seveceklerdir.
yesilkamil63@hotmail.com