Faruk Önalan/ Yazar
Şam rejiminin çöküşü, 2011'de başlayan iç savaşın ardından, bölgesel ve uluslararası dinamikleri derinden etkileyen bir dönüm noktasıdır. Suriyeli muhalif grupların birlik halinde başlatmış olduğu büyük operasyon ise 11 gün içinde Esad ailesinin 54 yıllık hükümranlığını yıkmıştır. Diğer yandan Suriye Milli Ordusu'nun icra ettiği Özgürlük Şafağı Operasyonu ile PKK/SDG unsurlarına karşı önemli kazanımlara imza atılmıştır.
Münbiç terörden arındırıldı
Şüphesiz Esad rejiminin düşmesi milyonlarca mülteciyi misafir eden ve Suriye'ye 911 km sınırı olan Türkiye'yi birinci derecede etkilemektedir. Oluşan yeni durum Ankara'nın güvenlik politikalarını yeniden şekillendirmesini zaruri kılmaktadır. Zira Esad güçlerinin terk ettiği alanlarda, ABD destekli PKK/YPG terör örgütünün hareket alanının genişlemesi Türkiye'nin terörle mücadele stratejisi ile doğrudan ilintilidir. Bu durum, Türkiye'nin daha önce gerçekleştirdiği operasyonların devam etmesini elzem kılmaktadır. Muhalif grupların Halep'i alma operasyonu sırasında PKK/SDG unsurları, Tel Rıfat-Münbiç arasındaki hattı kapatmak istemiştir. Buna karşın Türk Silahlı Kuvvetleri destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) hızlı bir refleks göstermiş Özgürlük Şafağı Operasyonu'nu başlatmıştır. Şam'ın düşmesinin -daha doğru ifadeyle özgürleştirilmesinin- ardından Münbiç de terör unsurlarından tamamen arındırılmıştır. Böylece Fırat Nehri'nin batısındaki en büyük PKK/SDG yuvası temizlenmiştir. Arap nüfusun ağırlıklı olduğu Rakka ve Deyrizor gibi bölgelerde de halk ve aşiretlerin SDG yönetimlerine karşı hareketliliği artmaktadır. Gerek SMO'nun operasyonları gerekse Arap aşiretlerin terör gruplarının yönetimlerine başkaldırması Biden liderliğindeki Beyaz Saray'ı tedirgin etmiştir. Başta Cumhuriyetçi Senatör Lindsay Graham gibi isimler, PKK/SDG'ye destek verilmesi için baskı yapmaktadır. Açıklamaların dayanağı ise her zamanki gibi "DEAŞ'ın yeniden ortaya çıkması" şeklindedir. Graham son paylaşımında Ocak ayında görevi devralacak olan Trump'a seslenmiştir: "Türkiye'nin Suriye'nin kuzeydoğusunda yaşayan farklı gruplarla ilgili meşru kaygıları var. Ancak Türkiye ile Suriye Demokratik Güçleri arasında bir çatışma yaşanırsa ya da Türkiye Kürt güçlerine saldırırsa, bu DEAŞ'ın hapisten kaçışını tetikler ki bu da Amerika için bir kâbus olur." Bu noktada misal Rakka'nın; CENTCOM (ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı) ile DEAŞ'ın anlaşması neticesinde boşaltıldığı ve PKK/SDG'ye teslim edildiği İngiliz Haber Ajansı BBC raporlarına da -fotoğraflarla teyit edilecek şekilde- yansımıştır.
ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, Dışişleri Antony Blinken, Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan Ankara'daki mevkidaşlarıyla görüşme trafiğini hızlandırmış durumdalar. Beyaz Saray'ın, Suriyeli muhaliflerin Şam yönetimini devirme operasyonunu Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) başlığı altında değerlendirip, endişe dile getirmeleri tutarsızlık olarak değerlendirilmektedir. 12 Şubat 2012 tarihinde Jake Sullivan'ın dönemin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'a göndermiş olduğu e-mailde "El Kaide Suriye'de bizim tarafımızda" notu dikkat çekicidir. Öte yandan New York Times gazetesinin yetkililere dayandırdığı haberinde Biden yönetimi ve Amerikan İstihbarat Topluluğunun HTŞ'nin durumunun (terör listesinden çıkarılması) yeniden değerlendirildiği belirtilmiştir.
Ölüm tugayları
Beşar Esad'ın devrilmesinden en fazla etkilenen İran olmuştur. 15 Mart 2011 tarihinde başlayan Suriye iç savaşında "türbelerin korunması" bahanesiyle ülkeye giren ve rejimin ayakta kalmasının sac ayaklarından biri Tahran yönetimidir. Afganistan Hazara'dan getirilen Şii gençlerden oluşturulan Fatimiyyun Tugayları, Pakistan'dan getirilen Şii gençlerden oluşturulan Zeynebiyyun Tugayları ve Lübnan'dan getirilen Hizbullah güçleri Suriye'de büyük katliamlar gerçekleştirmiştir. Diğer bakış açısıyla 16-17 yaşındaki Afganistanlı, Pakistanlı gençler Suriye sahasında ölüme gönderilmiştir. Başarısızlık sonucu son noktada, İran medyası da Beşar Esad aleyhinde yayınlar yapmaya başlamıştır. Ayrıca Tahran'dan güvenlik birimleri Suriye Milli Ordusu yetkilileri ile irtibat kurmaya başlamıştır.
Şam'dan kaçan Beşar Esad ve ailesine sığınma hakkı veren Rusya da Suriye'deki üslerini boşaltmaya, hava savunma sistemlerini taşımaya başlamıştır. Rus ve İran medyasında yer alan analizlerde, Türkiye'nin Suriye sahasında artık birinci güç olduğu görüşü sıklıkla yer almaktadır.
İsrail tedirgin
Rejimin yıkılması, özellikle Golan Tepeleri'ndeki güvenlik endişelerini bahane gösteren İsrail'in Suriye sahasında hareketliliğini de artırmıştır. Muhalif güçlerin eline geçmesini istemediği 100'e yakın silah deposu hava saldırılarıyla imha edilmiştir. Bu hedeflerin dışında Dışişleri Bakanlığı, Muhaberat binalarının da vurulması soru işaretleri meydana getirmiştir. Şam-Tel Aviv arasındaki bağlantıların boyutunun açığa çıkmasının istenmemiş olması güçlü bir olasılık olarak görülmektedir.
Suriye Geçici Hükümeti ve Milli Ordu'nun yapmış olduğu kapsayıcı açıklamalar yeni dönemin nasıl olacağına dair işaretler vermektedir. Bu noktada dünya kamuoyuna yönelik 5 mesaj öne çıkmaktadır
· DEAŞ'ın uyguladığı, köleleştirme ve İslam'ımızı, örf ve adetlerimizi rencide eden, gerçek dinimizin öğretileri veya devrimci değerlerimizle hiçbir ilgisi olmayan diğer yöntemler de dahil olmak üzere barbarca uygulamaları kategorik olarak reddettiğimizi teyit ediyoruz.
· Hiçbir koşulda kimyasal silah veya herhangi bir kitle imha silahı kullanma niyetimiz veya arzumuz olmadığını açıkça teyit ediyoruz. Bu tür silahların kullanılmasını insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak görüyoruz ve ne olursa olsun hiçbir silahın sivillere karşı kullanılmasına veya bir intikam ya da yıkım aracına dönüştürülmesine izin vermeyeceğiz.
· Vadi al-Nasara ve Humus vilayetindeki tüm Hıristiyanlara mesajımızı gönderiyor ve herkesi adaletsizliğe ve zulme karşı birlik olmaya çağırıyoruz; zira sizler Suriye ulusal dokusunun ayrılmaz bir parçasısınız ve dini ya da etnik aidiyete dayalı her türlü hedef gösterme ya da ayrımcılıktan muaf tutulmalısınız.
· Suriye halkının verdiği savaşın, herhangi bir yabancı ülke veya vatandaşlarına karşı değil, ülkelerini ve topraklarını suçlu Esad rejiminden kurtarma savaşı olduğunu ve Suriye'deki vatandaşlarınızın ve mevcut diplomatik misyonlarınızın tam güvenlik ve koruma haklarından yararlanacağını temin ederiz.
· Suriyeli Kürtler, tüm Suriye halkı gibi onurlu ve özgür bir şekilde yaşama hakkına sahiptir, onlar hepimizin değer verdiği farklı Suriye kimliğinin bir parçasıdır, geleceğin Suriye'sinde çeşitliliğin bir zayıflık değil bir güç olduğuna inanıyoruz.
Suriye'nin geleceği, yeniden inşası uluslararası toplumun, özellikle Birleşmiş Milletler'in ve büyük güçlerin desteğini şart kılmaktadır. Siyasi çözüm arayışları ve yeni bir anayasa oluşturma süreci gibi adımlar, Suriye'nin istikrarına önemli katkı sunacaktır.
Suriye sahasında her bir etki, diğerleriyle birlikte düşünüldüğünde, bölgedeki siyasi, güvenlik ve insani durumun iyileştirilmesi ivme kazanacaktır. Bu kapsamda 911 km sınırıyla Türkiye'ye rağmen herhangi bir oluşumun, plan ve projenin başarıya ulaşamayacağı son gelişmelerin ışığında açıktır. Ankara, Suriyelileri birleştirmek ve Suriye topraklarının bölünmesini önlemek için tarihi sorumluluğu üstlenecektir. Zira tüm tarafların da kabul ettiği üzere sahadaki dolayısıyla masadaki gücü Türkiye'yi ön plana çıkarmaktadır. Milyonlarca mültecinin gönüllü, güvenli ve onurlu bir şekilde dönüşleri büyük bir hızla gerçekleşmeye başlaması Ankara'nın ilk günden itibaren ortaya koyduğu tezlerinde ne kadar haklı olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.
Son olarak; Esad rejiminin Tahran'ın baskılarıyla engel olduğu bazı enerji projelerinin yeni Şam yönetiminin de katılımıyla yeniden planlanması, Suriye ekonomisine önemli getiri sağlayacaktır.
frkonalan@gmail.com