Cüneyd Altıparmak/ Hukukçu
Suriye meselesinden önce de çokça gündeme gelen bir kavramdı. Ancak son dönemlerde bilen bilmeyen herkesin diline pelesenk olan bir "lafa" dönüştü "self determinasyon". Bu yazıda kavramın ihtiva ettiği unsurları ve uluslararası hukuktaki örneklerine değinerek bir çerçeve çizmek istiyorum.
Self determinasyon, yani "kendi kaderini tayin hakkı" ya da -TDK'nın tavsiyesi ile- "öz belirtim". Bu kavram en basit ifadesi ile ulusların kendi geleceklerini kendilerinin alacağı kararlar ile belirlemesidir. Buna göre milletlerin geleceklerini belirlemesi bir hak olarak düzenlenmiştir. Bu hakka herkes saygı duymak zorundadır. Hiçbir devlet veya yapı bir milletin temel haklarına zarar verebilecek davranışlarda bulunamaz, kurumlarını yok edemez, gelenek ve göreneklerine saldıramaz, dilini ortadan kaldıramaz kısaca özgürlüklerini kısıtlama altına alamaz. Self determinasyon bu çerçeveyi çizer.
Nereden nereye
Uluslararası hukukta bu hakkın gelişimi adım adım seyretmiştir. Yani bir anda ortaya çıkmış değildir. Bu sebeple görünen ve bilenen şartlarının yanında daha ağırlıklı siyasi bir karara ve bağlama ihtiyaç duyar. Tek başına siyasi ve hukuki bir durum da değildir. Coğrafik, tarihsel ve toplumsal dinamikleri de vardır self determinasyonun. İlk olarak 1. Dünya Savaşı sonrası gündeme gelen bu hak, Milletler Cemiyeti döneminde ve BM'nin ilk aşamasında "politik" bir kavram olarak ele alınmakta iken sonrasında hukuki ve şimdilerde ise normatif bir boyut kazanmış, bu aşamaya evrilmiştir.
Self determinasyon aslında iki temel öğe üzerine inşa edilmiştir hukuki olarak. Birincisi bir toplumun demokratik hak arayışıdır. İkincisi ise bu hak arayışının sonucunda ortaya çıkan yapının insan haklarına bağlılığı noktasındadır. Bu iki amacı da taşımayan bir talep hukuki olarak tanınmaz. Misal terör yapısı olarak bilenen grubun "self determinasyon" hakkını kullanması, bunu bir ırk veya kitle temeline dayandırsa bile yapısı itibarıyla kabul edilebilir veya makul olarak karşılanmaz. Self determinasyonu anlamak için pratiğine bakmak ve geçmiş örnekleri hatırlamak da fayda vardır.
Yıkılan imparatorluklar
İlk dalga imparatorlukların çöküşü ve ulus devletlerin yükselişidir bu konuda. Avrupa'da başlamış ve sonrasında Osmanlı coğrafyasında devletlerin oluşmasına neden olmuştu. Bunlar askeri ve siyasi zemindeki kader tayini durumuydu. Bağımsızlaşmak isteyen topluluklar ve uluslar vardı ve o dönemin koşullarında zayıflayan, gerileyen ve yenilen imparatorluklar egemenlik sahnesinden çekildi. Bu yıkımın ve dönüşümün son adımı SSCB'de oldu.
Soğuk Savaş sona erdiğinde, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağıldığında, Doğu Avrupa'daki iç savaşlar bitip ve ayrışmalar yaşandığında, 100'den fazla yeni "ulus devlet" daha eklendi ülkeler envanterine... Şüphesiz bunların da temelinde kaderlerini tayin etme hakkına dayanan uluslar vardı. Birleşmiş Milletler kayıtlarına göre ise dünya üzerinde toplam 208 ülke bulunmaktadır. Bu ülkelerin 117 tanesi Asya ve Avrupa kıtalarında bulunmaktadır. Soğuk Savaş sonrası kurulan devletler olmasaydı, nasıl bir sayı ve Avrupa-Asya düzeni ile karşılaşırdık, bunu düşünmek gerekiyor...
Quebec denedi ama olmadı...
Québec iki kez Kanada'dan ayrılma referandumuna gitti. İlki yüzde 85 katılımla gerçekleşen referandum, 1980'de yapıldı ve yüzde 59 hayır oyu çıktı. Kanada'dan bir kopuş olmadı. 1995 yılında ise ikinci kez "Quebec referandumu" yapıldı. Çoğunluğun Fransızca konuştuğu bu Kanada eyaletinde seçmenlere, Quebec'in egemenliğini ilan edip bağımsız bir ülke olup olamayacağı soruldu. Seçime katılım yüzde 93 civarındaydı. Oylar neredeyse eşitti. "Hayır" oyları (yüzde 50.58) sadece 54 bin civarında fazlaydı. Konu birtakım manipülasyon tartışmaları ile birlikte Kanada "Suprime Court" gündemine kadar gitti. Yüksek Mahkeme referandumda öngörülen tek taraflı ayrılığın yasadışı olduğuna karar verdi. Bugün halen "özel bir durumu" vardır bu eyaletin.
Benzeri olaylar son dönemlerde de oldu. Bazı topluluklar, bağlı oldukları devletlerden ayrılarak "bağımsız devletler" olarak var olmak istediklerini açıkladı. 2014'te İskoçya'nın Birleşik Krallık'tan, 2017'de Katalonya'nın İspanya'dan ve 2017'de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin Irak'tan ayrılma yönündeki referandumları yaşandı. İskoçya'nın bağımsız bir devlet olabilmesi için yapılan referanduma yüzde 85 civarı katılım oldu. Ve yüzde 55 hayır oy verildi. Katalonya'daki oylamada ise katılım yüzde 40 civarındaydı. Ezici çoğunluk "ayrılma" yönünde oy kullansa da mahiyeti itibarıyla kabul görmedi. Irak'ta ise referanduma katılım oranı yüzde 73 civarındaydı sonuç evet çıkmasına rağmen bölge ülkelerinin buna muvafakat etmemesi sonucu "ayrılma söylemi"; "merkezi hükümetle kalma" yönüne çevrildi. Bu üç örnek aslında üç durma işaret etmektedir.
BM Antlaşmasının 1., 55. ve 76. maddesi self determinasyon ilkesini içerir. Buna göre her ulusun "kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek ve dünya barışını geliştirmek için diğer uygun önlemleri almak" gibi bir yükümlülüğü olduğu tanımlanmıştır. BM bu noktada iki hususa dair adım atmakla kayıtlamıştır kendisini. Bunlardan ilki "halkların hak eşitliği ve kendi yazgılarını kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş barışçı ve dostça ilişkiler sağlanması için gerekli istikrar ve refah koşullarını oluşturma" ikincisi ise "vesayet altındaki bölgelerde yaşayan insanların siyasal, ekonomik ve sosyal bakımdan ilerlemelerini ve eğitim alanında gelişmelerini kolaylaştırmak, her bölge ve halkına özgü koşulları ilgili halkların özgürce dile getirdiği özlemleri ve her vesayet anlaşmasında öngörülebilecek hükümleri de göz önünde tutarak, bu bölge halklarının kendi kendilerini yönetmelerini ya da bağımsızlığa doğru giderek gelişmelerini kolaylaştırmak"
Hakkın kullanımı...
Birleşmiş Milletler, Vatikan dışında sınırlı tanınan veya bağımsızlığını ilan etmiş ülkeleri üye olarak kabul etmektedir. Ocak 2011'de bağımsızlığını ilan eden Güney Sudan, Temmuz 2011' de Birleşmiş Milletlerin son üyesi olup BM, üye sayısını 193 ülkeye taşımıştır... Bağımsızlık ilanı belirli bir toprak üzerinde yapılır. Bu alanda bağımsız bir devlet oluşturduğunun ileri sürülmesinden ibaret bir iddiadır. 2010'da Uluslararası Adalet Divanı Kosova hakkındaki tavsiye raporunu açıklarken uluslararası hukukun bağımsızlık ilanına ilişkin herhangi bir kısıtlaması olmadığını belirtmiştir. Ancak buradaki dilemma, "bağımsızlık" istemekle "isyancı" olmak arasındaki farktır. İşte bu fark ister istemez konuyu hukuki zeminden çıkarıp askeri ve siyasi zemine her zaman itmektedir. Bir ülkenin toprak bütünlüğünün içinde yer alma konusunda "demokratik ve insan haklarına aykırı" bir tutum ile karşılaşmayan toplulukların bu hakkı kullanmak istemesi ile parçalanmış veya çökmeye doğru ilerleyen hak ihlallerinin olduğu bir ülke için bu hakkın kullanılmak istenmesi "farklı referans noktalarına ve parametrelere" işaret eder. Meselelere, hele de güncel duruma bu bilgiler ışığında bakmakta fayda vardır...