Trump'ın ikinci başkanlık dönemi: Beklentiler ve belkilerin analizi

Amerika gibi köklü demokratik geleneklere ve güçlü kurumsal yapılara sahip bir ülkede, bir liderin, toplum desteğini kaybetme pahasına, herkesin zannettiği kadar sınırsız ve "ezber bozan" adımlar atması da pek mümkün görünmüyor. Trump'ı kısıtlayan bir diğer önemli faktör ise, dış politikanın o çok katmanlı ve hassas dengeleri. Her lider gibi ülkesinin çıkarlarını öncelediğini ifade etse de, Erdoğan ve Putin gibi uluslararası siyasette uzun yıllara dayanan tecrübeye sahip iki önemli aktör karşısında daha temkinli ve ölçülü bir dil kullandığı dikkatlerden kaçmıyor.

24 Mayıs 2025 Cumartesi 15:01
Açık Görüş Haberleri

Ahmet Taha Yayman- Stratejist/Mühendis



Yavaş yürürüm fakat geri yürümem. -Abraham Lincoln

Donald Trump, sayısız hukuki mücadele ve hatta bir suikast girişimi gibi olağanüstü badireleri atlatarak ikinci kez başkanlık koltuğuna oturdu . Bu çetin yoldan gelmiş olmanın da belki bir tezahürü olarak, başkanlığının hemen başında agresif bir siyaset çizgisi benimsediği gözlemleniyor. Trump'ın stratejisinin temel unsurlarından biri, planlarını kasıtlı bir belirsizlik perdesi altında tutarak kamuoyunda sürekli bir merak ve tartışma ortamı yaratmak gibi görünüyor. Bu yaklaşım, "her an beklenmedik bir hamle yapabilirim" algısını pekiştirerek, hem iç hem de dış politikada muhataplarını daimi bir teyakkuz halinde tutmayı amaçlıyor. Nitekim, tüm dünyanın gündeminde şu sıralar yine ve yeniden Donald Trump var.

Medya ve popülizm

Trump'ın attığı her adım, sarf ettiği her söz, medyanın da ilgisiyle kolayca reyting malzemesine dönüşüyor ve bu durum, onun Amerikan siyaset sahnesinin en çok tartışılan figürü olma konumunu perçinliyor. Dış politikada hemen her konuya doğrudan müdahil olma tarzı, uluslararası kamuoyunda şaşkınlık ve bir o kadar da ilgiyle karşılanıyor. Örneğin, İran'ın "zorbalık" söylemi üzerinden dile getirdiği direnç, Trump yönetiminin baskıcı olarak algılanan politikalarına bir reaksiyon olarak okunabilir.

Ekonomi alanında ise, piyasaların işleyişi ve küresel ticaret savaşları arasındaki girift ilişkiyi kendi siyasi öncelikleri doğrultusunda yeniden tanımlama ve bu alanı tek başına domine etme çabası içinde olduğu görülüyor. Bu cüretkar yaklaşımının ne denli başarılı olacağı henüz meçhul olsa da, Trump'ın yerleşik ezberleri bozmaktan, konvansiyonel olmayan yollara sapmaktan çekinmediği aşikar. Kendine özgü, sarsılmaz görünen bir özgüveni var ve "yapılamaz" denilen, hatta siyasi akıl tarafından "delice" olarak nitelendirilebilecek hamleleri denemekten imtina etmiyor. Bu durum, onun siyasi karakterinin belki de en tanımlayıcı özelliği olarak öne çıkıyor.

Siyasetin sınırları

Peki, böylesine bir belirsizlik ortamında, Trump'ın gerçek niyetlerini ve potansiyel hamlelerini tam olarak kestiremeden, diğer ülkeler nasıl bir strateji izlemeli? Unutulmamalıdır ki, siyasi liderliğin gücü ve meşruiyeti en nihayetinde toplumsal tabandan gelir. Donald Trump, bugüne kadar pek çok popülist vaadinden geri adım atmış ve zaman zaman kendi tabanına umut verme konusunda sıkıntılar yaşamış bir lider portresi çizdi. Kendisine karşı adeta birleşmiş bir medya cephesinin varlığına ve yoğun eleştirilere rağmen, rakip kanadın, örneğin Kamala Harris'in, toplumda Trump kadar "sahici" ve etkili bir duruş yakalayamadığı da bir başka gerçeklik.

Ancak, Amerika gibi köklü demokratik geleneklere ve güçlü kurumsal yapılara sahip bir ülkede, bir liderin, toplum desteğini kaybetme pahasına, herkesin zannettiği kadar sınırsız ve "ezber bozan" adımlar atması da pek mümkün görünmüyor. Örneğin, daha önce gündeme getirdiği bazı radikal ticari tarife uygulamalarından geri adım atılması, bu durumun bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Trump'ı kısıtlayan bir diğer önemli faktör ise, dış politikanın o çok katmanlı ve hassas dengeleri. Her lider gibi ülkesinin çıkarlarını öncelediğini ifade etse de, Erdoğan ve Putin gibi uluslararası siyasette uzun yıllara dayanan tecrübeye sahip iki önemli aktör karşısında daha temkinli ve ölçülü bir dil kullandığı dikkatlerden kaçmıyor.

Çin rekabeti

Çin ile girilen ve giderek keskinleşen küresel rekabet bağlamında ise, Trump'ın izlediği politikaların, Amerika'nın uzun vadeli stratejik çıkarları açısından ne kadar isabetli olduğu tartışmaya açık. Çin'in rekabet gücünün temelinde yatan kalifiye insan kaynağı, muazzam organizasyon yeteneği ve özellikle yüksek teknoloji alanlarındaki atılımlarıyla küresel tekelleri kırma potansiyeli gibi unsurları yeterince dikkate alıp almadığı bir soru işareti. Zira, bir devletin gerçek gücü, sadece askeri veya ekonomik kapasitesiyle değil, aynı zamanda beşeri sermayesi ve toplumsal bütünlüğüyle de ölçülür. Halkı devletten ayrı, hatta ona rağmen bir unsur olarak görmek, stratejik körlüğe ve büyük yanılgılara yol açabilir. Trump'ın ise bu türden karmaşık ve uzun vadeli analizler gerektiren konularda dahi, çoğu zaman bilgiye dayalı ve soğukkanlı kararlar almak yerine, daha fevri ve anlık reaksiyonlarla hareket ettiği yönünde eleştiriler mevcut.

Devlet aklı

Netice itibarıyla, Donald Trump'ın Ukrayna-Rusya savaşı, İran'la ilişkiler, İsrail-Filistin meselesi ve Türkiye gibi kritik dış politika başlıklarında doğrudan ve kişisel temaslar üzerinden sonuç alma gayreti içinde olduğu görülüyor . Ancak bu yaklaşımın, devletlerarası ilişkilerin o köklü teamüllerine ve diplomatik nezaket kurallarına ne kadar uyduğu, tartışmalı bir konu. Nitekim, Zelenski'nin bir basın toplantısında adeta dışlandığına dair görüntüler, bu "devlet usulü" ile işleri yürütme konusundaki sıkıntıların bir yansıması olarak okunabilir. Zira siyaset, sadece istediğini elde etme sanatı değil, aynı zamanda ve belki de daha önemlisi, yeri geldiğinde ustaca manevra yapabilme, doğru zamanda doğru tavizleri verebilme ve farklılıkları yönetebilme sanatıdır. Bu incelik, Trump'ın ikinci başkanlık döneminde ne kadar sergilenebilecek, hep birlikte göreceğiz.