Türkiye'de inanç tartışmalarının siyasal ve ideolojik arka planı

Seküler bir anlayışa sahip yöneticilerin işbaşında olduğu bir dönemde laikliğin tehdit altında olduğu iddiası ile muhafazakâr yöneticilerin işbaşında olduğu bir dönemde toplumun dinden uzaklaştığı iddiası arasında esasta bir paradoks ve çelişki vardır. Deizm artıyor veya din zayıflıyor iddiası bir veri değil; seküler ilerleme mitinin son çırpınışlarıdır.

26 Aralık 2025 Cuma 15:06
Açık Görüş Haberleri

Hasip Yokuş/ Sosyolog



Türkiye'de muhafazakâr kesimin iktidarıyla birlikte dillendirilmeye başlanan, son günlerde ise magazin gündemine düşen bazı ünlülerin imam-hatip kökenli olmasından hareketle "toplum yozlaşıyor" ve "gençler deizme yöneliyor" söylemi, daha sık ifade edilmeye başlandı.

Bir dönem seküler bir yönetim pratiği altında "irtica hortladı, laiklik tehdit altında" söylemiyle şekillenen felaket dilinin, bugün muhafazakârların iktidarda olduğu bir vasatta bu kez "dindarlık azalıyor, toplum çürüyor" iddialarıyla yeniden üretilmesi ilginçtir.

Türkiye'de siyasal iktidarın ideolojik rengi değiştikçe, topluma yönelik endişe söylemleri de yön değiştirmektedir. Dün laiklik elden gidiyordu, bugün ise din elden gidiyor. Bu iki iddianın aynı toplum hakkında, kısa zaman aralıklarıyla, aynı kesimler tarafından ve benzer panik diliyle dile getiriliyor olması, meselenin sosyolojik bir tespitten ziyade ideolojik bir refleksle ilgili olduğunu göstermektedir.

Endişeli laik elitleri bir dönem "irtica" korkusu, bugün ise "dinsizlik/deizm" korkusunun sarmış olması, kendi içinde tutarlı bir tablo ortaya koymamaktadır. Buna karşılık, aynı toplumsal gerçekliğin iktidarın ideolojik rengine göre birbirine zıt endişelerle okunması; meselenin objektif bir sosyolojik tespitten ziyade, ideolojik yönlendirmelerle şekillendiğini göstermektedir.

Bu nedenle dindarlığın azaldığı ya da deizmin arttığı iddiaları, ancak hangi dindarlık biçimlerinin ölçüldüğü, bu değişimin nasıl tanımlandığı ve söz konusu değerlendirmelerin hangi somut verilere dayandığı açıkça ortaya konulduğunda anlamlı bir tartışma olabilir.

Bu çerçevede yapılması gereken; toplumun inanç dünyasında yaşandığı iddia edilen dönüşümü anlamak için sloganlardan, magazin örneklerinden veya ideolojik kabullerden önce; kavramları netleştirmek, verileri soğukkanlılıkla ele almak ve dindarlığın tarihsel ve toplumsal biçimlerini birbirinden ayırmaktır. Aksi hâlde "dindarlık azalıyor" ya da "deizm artıyor" şeklindeki genellemeler, hakikati açıklamaktan çok, mevcut siyasal ve kültürel pozisyonları tahkim eden birer söylem olmaktan öteye geçmeyecektir.

Bilimsel görünümlü ideolojik okumalar

Bir araştırma şirketinin 2008 – 2025 yıllarını mukayese eden bir ankete dayanarak "Kendini dindar olarak tanımlama" oranlarındaki düşüşü ve "ateist / inançsız" olduğunu söyleyenlerin oranının yükseldiğini rapor etmesi, başka birçok araştırma ve makaleye konu oldu.

Bu noktada kamuoyuna yansıyan anket ve araştırma sonuçlarının sıhhat derecesi bir yana, bu sonuçların nasıl okunduğu ve yorumlandığı daha belirleyici hâle gelmektedir.

İnsanların dinden uzaklaştığı, deizmin yükseldiği, toplumun çürüdüğü şeklindeki yargılar; kesinliği ispatlanmış bir veri şeklinde aktarıldıktan sonra, nedenlerine yönelik olarak da aşağıdaki maddeler sıralanmaktadır:

1. Dinin siyasi söylemlerde yoğun bir şekilde kullanılmasının dini araçsallaştırdığı, dolayısıyla insanlardaki dinin kutsallığına dair algıyı zayıflattığı,

2. Dindar kimliğiyle bilinen kişilerin, cemaatlerin veya kurumların sergilediği yolsuzluk, adaletsizlik, liyakatsizlik gibi ahlaki tutarsızlıkların insanlarda hayal kırıklığına sebep olduğu,

3. İletişim imkânlarının artması ve bilgiye erişimin kolaylaşmasıyla birlikte geleneksel din anlayışının sunduğu dogmatik cevapların artık insanları tatmin etmediği,

4. Daha bireysel ve özgürlükçü yaşam tarzını benimseyen gençlerin zorunlu din eğitimi uygulamalarına ve dini baskıya tepki gösterdiği...

Bu hususta yapılan değerlendirmeler, detaylarda bazı farkları içermekle birlikte aşağı yukarı bu başlıklar etrafında işlenmektedir.

Bu verilerin bilimsellik ambalajıyla bu minvaldeki yazı ve makalelere ilham kaynağı şeklinde kesin hükümlere dönüştürülmesi; iddia edildiği gibi bu değerlendirmelerin bilimselliğini değil, sunucuların ideolojik ve siyasal pozisyonlarını teyit etmektedir.

Bu noktada mesele, toplumun gerçekten dinden uzaklaşıp uzaklaşmadığından ziyade; sınırlı ve tartışmalı verilerin nasıl olup da böylesine kesin hükümler üretmeye elverişli ideolojik anlatılara dönüştürüldüğüdür. Anket sonuçlarının bağlamından koparılarak dinin kamusal alandan tasfiyesini, dindar kimliğin ahlaki meşruiyetinin tartışmaya açılmasını ve din eğitiminin problemli bir alan olarak sunulmasını meşrulaştıran bir söylem zincirine eklemlenmesi; dinin, bilim karşısında sürekli mevzi kaybeden dogmalardan ibaret olduğu varsayımıyla desteklenmektedir. Bu durum, bilimsel bir tespitten çok ideolojik bir yönlendirme arzusuna işaret etmektedir. Burada aslında sorgulanan, dindarların zaaflı yönleri değil; dinin bizzat kendisidir.

Toplumun dinden uzaklaştığı söylemi çoğu zaman bir tespit gibi sunulsa da, bu söylemin hangi verilerden beslendiği ve hangi niyetlerle dolaşıma sokulduğu nadiren sorgulanmaktadır. Bir iddianın sıkça tekrarlanıyor olması, onun doğruluğunu delili değil; temenni edilen bir hayalin sesli ifadesi de olabilir.

Seküler bir anlayışa sahip yöneticilerin işbaşında olduğu bir dönemde laikliğin tehdit altında olduğu iddiası ile muhafazakâr yöneticilerin işbaşında olduğu bir dönemde toplumun dinden uzaklaştığı iddiası arasında esasta bir paradoks ve çelişki vardır. Ayrıca, İmam-hatip kökenli bazı isimlerin magazin dünyasında görünür olması üzerinden dini temsiliyetin yozlaştığını iddia etmek, hem bireysel sorumluluğu bütün bir dine yüklemek hem de dini kimliği ahlaki kusursuzlukla özdeşleştirmek gibi iki çelişkili varsayımı barındırmaktadır.

Aydınlanma mirasının geri dönüşü

Deizmin arttığı iddiası, gerçekliğin değil, Aydınlanma düşüncesinin hayatta kalma refleksidir. Dolayısıyla deizm artıyor veya din zayıflıyor iddiası bir veri değil; seküler ilerleme mitinin son çırpınışlarıdır.

Deizm söyleminin arka planında, Aydınlanma düşüncesinin hâlâ canlılığını koruyan ilerlemeci din anlayışı bulunmaktadır. Bu anlayışa göre din, insanlığın bilim öncesi dönemde doğa karşısındaki acziyetinin bir ürünüdür ve bilim ilerledikçe dinin işlevi ortadan kalkacaktır. Dolayısıyla bugünkü "deizm" iddiası, aslında eski "ateizm" anlatısının güncellenmiş versiyonundan başka bir şey değildir.

İnsanlık tarihini doğrusal ve aşamalı bir ilerleme süreci olarak gören bu okuma biçimine göre İlkel dönemlerde doğa tanrıları, animizm, totemizm gibi dinler edinen insanoğlu, ara aşamada çok tanrıcılık ve mitolojiler üretmiş, daha ileriki aşamada ise tek tanrılı dinler edinmiştir. Nihai aşamada ise bilimsel akıl ve rasyonalitenin öncülük edeceği seküler bir dünya kurulacaktır. Oysa tarih, dinin bilimsel gelişmeler karşısında geri çekildiğini değil; farklı biçimlerde yeniden üretildiğini göstermektedir.

İdeolojik ön kabullerle yapılan bu çalışmalardan toplumsal inanç haritaları çıkarmak, bilimsel bir tespit değil, toplumsal mühendislik çabalarıdır. "Gençler deist oluyor" söylemi, sıklıkla bilimsel verilerle desteklendiği iddia edilen anketlere dayandırılsa da, bu anketlerin yöntemleri, soruların yönlendirici dili ve sonuçların yorumlanma biçimi ciddi sorunlar barındırmaktadır.

Şehirleşme ve modernleşmeyle birlikte dini aidiyet biçimlerini de etkileyecek düzeyde "geleneksel" yaşam formlarda bir değişimin yaşanması, dindarlığın azalması değil, biçim değiştirmesidir. Söz gelimi modern zamanlarda bireyselleşmenin artması; din dilinin ve pratiklerinin de bireyselleşmesini doğurabilir ancak bu değişim inanç terkine işaret etmez.

Bu noktada dikkat çekici olan, deizm iddiasının yalnızca seküler çevreler tarafından değil; belli belirsiz şekilde bazı dindar kesimler tarafından da dillendirilmesidir. Ancak bu iki grubun motivasyonları farklıdır. Seküler çevreler için bu söylem, modernleşme anlatısının hâlâ geçerli olduğuna dair bir umuttan kaynaklanıyorken; bazı dindarlar içinse kendi kuşaklarıyla gençler arasındaki mesafeyi açıklama kolaycılığından kaynaklanmaktadır.

Son kertede mesele, toplumun dinden uzaklaşıp uzaklaşmadığı değil; dinin kamusal hayatta hangi dille, hangi iddiayla ve hangi ahlaki tutarlılıkla temsil edildiğidir. Dindarlığın geleceği de, bu temsil biçiminin iktidar merkezli mi yoksa hakikat merkezli mi kurulacağı sorusuna verilecek cevapta saklıdır.

Bu noktada asıl sorgulanması gereken husus, gençlerin ya da toplumun "dinden uzaklaştığı" değerlendirmesini dindarları karalayarak yapan aktörlerin hangi ahlaki örnekliği sunduğu, hangi adalet tasavvurunu temsil ettiği ve hangi dünyayı vaat ettiğidir.

Kur'an, inancın toplumsal hayattaki karşılığını adalet, ahlak ve şahitlikle ölçer. "İnsanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz?" (Bakara, 2/44)

Bu nedenle yapılması gereken, savunmacı reflekslerle "gençler elden gidiyor" feryatları atmak ya da Aydınlanmacı bir kibirle "din bitiyor" ilanları yapmak değildir. Asıl ihtiyaç, dinin hakikat iddiasını yeniden ahlaki tutarlılık, adalet bilinci ve tevhid merkezli bir dünya tasavvuru üzerinden kurabilmektir.

Bugün tartışılması gereken, toplumun dinden uzaklaşıp uzaklaşmadığı değil; Müslümanların adaletle, emanetle ve hakikatle imtihanlarını ne ölçüde verebildikleridir. Zira Kur'an'ın vaadi nettir: "Şüphesiz bir toplum, kendini değiştirmedikçe Allah, onların durumunu değiştirmez." (Ra'd, 13/11)