Doç. Dr. Ali Osman Karaoğlu/ Yalova Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Milletlerarası Hukuk A.B.D.
Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (UCM) 1. Ön Yargılama Dairesi (Pre-trial Chamber I), Filistin soruşturması kapsamında 21 Kasım 2024 tarihinde önemli bir karar vererek üç kişi hakkında yakalama emrine hükmetti. Buna göre Daire, Benjamin Netanyahu, Yoav Gallant ve Mohammed Diab Ibrahim Al-Masri (Deif)'in insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları işlediğine dair makul deliller olduğunu ifade ederek üç ismin yakalanarak Mahkeme'ye teslim edilmesi gerektiğine karar verdi. Mahkeme'nin verdiği yakalama emri metni gizlidir. Artık bu aşamadan sonra UCM'yi kuran Roma Statüsüne taraf 124 ülkenin Mahkeme ile işbirliği yapması ve bahsi geçen üç ismi yakalayarak Mahkeme'ye teslim etmesi gerekmektedir. Zira Mahkeme'nin bağımsız bir polis gücü yoktur. Ayrıca Mahkeme'nin, Taraf devletlerin topraklarında yakalama yapma yetkisi de bulunmamaktadır. Bu nedenle taraf devletlerin üç ismi yakalaması ve Hollanda'nın Lahey (Hague) şehrinde bulunan bir hapishanenin içerisinde Mahkeme'ye ayrılmış bölüme teslim etmesi beklenmektedir. Belirtmek gerekir ki işbirliği yükümlülüğü taraf devletler üzerinde olmakla birlikte devlet dışı aktörler de Mahkeme ile işbirliği yapabilir ve şüphelileri yakalayarak Mahkeme'ye teslim edebilir. Örneğin; bölgede yer alan BM Barış Gücü Misyonları ya da Ulusal Kurtuluş Hareketlerinin Mahkeme ile işbirliği yapmasının önünde herhangi bir engel bulunmamaktadır.
Soruşturma genişleyebilir mi?
Mahkeme'nin yakalama emrine hükmetmesi ya da bu emir uyarınca şüphelilerin yakalanması ve Mahkeme'ye teslim edilmesi bahsi geçen kişiler hakkında kovuşturmanın/davanın (trial) başladığı anlamına gelmemektedir. Bu nedenle kişiler hala sanık olarak değil şüpheli olarak nitelendirilmektedir. UCM usul kuralları uyarınca suçlamanın teyidi (confirmation of charges) duruşması yapıldıktan sonra dava aşamasına geçilmiş olacaktır. Bu süreç uzun sürebilir. Hatta Mahkeme'nin Kony davasında olduğu gibi istisnai durumlarda şüphelinin yokluğunda da suçlamanın teyidi duruşması yapması mümkündür. Ancak UCM usul kurallarına göre suçlamanın teyidi aşamasının ötesine geçerek kişinin yokluğunda davaya devam edilmesi mümkün değildir. Daha açık ifadeyle kişinin yokluğunda suçlamanın teyidi duruşması yapılabilse de bu aşamadan sonra süreç dondurulur ve suçlanan kişinin Mahkeme önüne çıkması ya da yakalanarak çıkarılması beklenir. Örneğin, Ömer El-Beşir uzun yıllardır yakalanamadığı için esas yargılamaya geçilememiştir. Bu nedenle Netanyahu, Gallant ve Deif yakalanıp teslim edilinceye kadar haklarındaki davanın duracağını ifade etmek gerekir. Diğer bir husus ise Filistin soruşturmasında üç kişi hakkında çıkarılan yakalama emrinin insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarına ilişkin olması ileride soykırım suçuna genişleyemeyeceği anlamına gelmiyor. Nitekim El-Beşir davasında da birinci yakalama emri insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları hakkında verildiyse de daha sonra yeni makul deliller ışığında ikinci bir yakalama emri çıkarılarak soykırım suçu ile ilgili olarak da yakalama emri çıkarılmıştır. Bu anlamda Netanyahu, Gallant ve Deif hakkında da makul delillerin varlığı halinde ikinci bir yakalama emrinin çıkarılması ve soruşturmanın soykırımı da kapsayacak şekilde genişlemesi mümkündür. Bu kısımda son olarak bahsetmemiz gerekir ki Deif'in ölmüş olduğu teyit edilirse kendisi hakkındaki yakalama emrinin, tıpkı Heniye ve Sinwar hakkında olduğu gibi, geri çekilmesi gündeme gelecektir.
ABD taraf değil
Ön Yargılama Dairesi'nin kararı sonrasında devletler birbiri ardına açıklamalarda bulundu. Devletlerin büyük çoğunluğu Mahkeme'nin bağımsızlığına saygı duyduklarını ve kararı uygulayacaklarını açıklarken başta ABD olmak üzere bir kısım devletler kararı çabucak verilmiş haksız bir karar şeklinde nitelendirerek uygulamayacaklarını ifade etti. Bu noktada gözler ABD'nin Mahkeme'ye karşı olası tutumuna çevrildi. Zira halihazırda görevine devam eden Biden hükümeti kararın karşısında yer alsa da esasen yeni seçilen Trump hükümetinin ne yapacağı daha çok gündemi meşgul etmekte. Nitekim Trump bir önceki başkanlık döneminde dönemin UCM savcısı Fatou Bensouda ve UCM Yetki, Uyum ve İşbirliği birimi başkanı Phakiso Mochochoko hakkında 13928 sayılı Yürütme Kararı (Executive Order) ile yaptırım uygulamıştı. Trump 13928 sayılı kararıyla Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin, Amerika Birleşik Devletleri'nin rızası olmaksızın herhangi bir ABD personelini ya da Roma Statüsü'ne taraf olmayan veya UCM yargı yetkisine başka şekilde rıza göstermeyen ABD müttefiki ülkelerin personelini soruşturma, tutuklama, gözaltına alma veya yargılama girişiminde bulunmasının, ABD'nin ulusal güvenliği ve dış politikası için olağanüstü ve sıra dışı bir tehdit oluşturduğuna karar verdi. Bu tehditle başa çıkmak amacıyla ulusal acil durum ilan etti. Bunun üzerine Trump yine ilgili karar ile UCM personelinin mallarının bloke edilmesi, para transferlerinin yasaklanması, ABD'ye giriş izni verilmemesi gibi birtakım tedbirlere hükmetti.
13928 sayılı karar daha sonra 2 Nisan 2021 tarihinde Biden yönetimi tarafından kaldırılmıştır. Ancak buna benzer bir kararın yeni Trump yönetimi tarafından mevcut savcı Karim Khan hakkında da verilmesi ihtimal dahilindedir. Bu nedenle kararın önemli dayanağı olan 2002 tarihli "Amerikan Hizmet Görevlileri Koruma Kanunu"nu (American Service-Members' Protection Act) bilmemiz yerinde olacaktır. Bilindiği üzere ABD en baştan Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin kurulmasını destekleyip Roma Statüsü'ne imza atarken daha sonra Statü'ye taraf olmayacağını bildirmiştir. Bu durumun oluşmasında ABD'nin 11 Eylül sonrasında Afganistan'a girmesi büyük rol oynamıştır. ABD 11 Eylül sonrasında öncelikle Amerikan Hizmet Görevlileri Kanunu'nu çıkarmıştır. Buna göre ABD Roma Statüsü'ne taraf olmayacak ve ABD makamları kendi vatandaşları hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi ile hiçbir şekilde işbirliği içerisine girmeyecektir. Hatta Mahkeme'nin talebi ile başka ülkelerde tutulan ABD ya da ABD Müttefiklerinin vatandaşlarının salıverilmesi için Başkan'a gerekli tüm tedbirleri alma yetkisi tanımaktadır. Bu anlamda İsrail'in ABD müttefiki olduğu ve bu kanun uyarınca ABD'nin İsrail yetkililerini yakalamayacağı gibi başka bir ülkede yakalanmaları halinde serbest bırakılmaları için o ülkeye yaptırım uygulaması da ihtimal dahilindedir. ABD bu kanunla birlikte 6 Mayıs 2002 tarihinde Roma Statüsü'ne taraf olmayacağını BM Genel Sekreteri'ne bildirmiştir. Öte yandan ABD bunlarla yetinmeyerek 100'den fazla ülke ile İki Taraflı Dokunulmazlık Antlaşmaları (Bilateral Immunity Agreements) akdetmiştir. Buna göre bu antlaşmalara taraf olan devletler hiçbir şekilde ABD vatandaşlarını UCM'ye teslim etmeyeceklerdir. Görüldüğü üzere ABD hem kendi vatandaşlarını hem de müttefiklerinin vatandaşlarını UCM önüne çıkarmamak için hem iç hukuk hem de uluslararası hukuk düzeyinde birtakım düzenlemelere sahiptir. Trump ise ilk döneminde zaman zaman bu düzenlemelere dayanarak çeşitli yaptırımlara imza atmıştır. İkinci döneminde de benzer bir politika izlemesi kuvvetle muhtemel gözükmektedir.
karaogluhukuk@gmail.com