GÜLCAN TEZCAN / KÜLTÜR MANTARI
Prof. Haluk Dursun da Eygi ve Işık hocalar gibi ‘kültür adamı’ tanımının tam karşılığı olan bir değerimizdi. Sadece İstanbul kültürüne ilişkin hizmetleri bile nasıl bir gayret ve aşkla bu şehre bağlı olduğunun en net göstergesi. İstanbul’da Yaşama Sanatı adlı kitabı bile pek çok anlamda başlı başına bir rehberdi çoğumuz için. Gençlere ülkesini, toprağını, dağını, taşını, suyunu, ağacını sevmeyi öğretenlerden biriydi. Resmi görevlerini bihakkın yerine getirirken ‘hocalık’ vasfını da her daim devam ettirdi. Görev için gittiği bir şehirde vazife yolunda can teslim etti.
Peki bundan sonra irfandan, medeniyetten söz edecek, kim olduğumuzu hatırlatıp bizi silkeyecek kaç kişi kaldı etrafımızda? Çok değerli hocalarımız, rehberlerimiz var hiç şüphesiz. Biz onların farkında mıyız? Diz kırıp bir gönül ehlinin terbiyesine talip olabiliyor muyuz? Şehri yaşanmaz kılan şeyin bizim hırsımız, betona düşkünlüğümüz, ‘modern’ hayat adı altında doymak bilmeyen iştihamız olduğunu görmezden gelip giderek kültürsüz, kavgacı, gürültücü, saygısız, sevgisiz bir topluma dönüşüyoruz.
Artık kimsenin meselesi değil İstanbul’un mevsimleri, nerede hangi çiçeğin gönül eğlediği, anıt ağaçların hikayesi, tarihi yarımadanın efsaneleri. İstanbullu kimdir, yemek kültürü nasıldır, mimari ve estetik ölçüleri nelerdir? İstanbullunun konuşma ve selamlaşma adabındaki incelikleri bilen var mı?
İki kitap açıp okuyanlar biraz bilse de Mehmet Şevket Eygi gibi Haluk Dursun gibi yaşayan örnekler usulca çekilip gidiyor aramızdan.
Korkunç bir nobranlık, görgüsüzlük ve nezaketsizlik hâkim olmaya başladı giderek bu şehre. Megakent olmanın, bu kadar farklı kültürü, göçmeni barındırmanın kaçınılmaz etkileri deyip geçemeyiz buna. İstanbul asırlar boyunca medeniyetlerin birikimi ve çokkültürlülüğün ürünü olan Osmanlı kimliği içinde nezaket damıtmıştı. Şimdi niye ‘İstanbullu olmak’ tan bu kadar uzağız? Bu nesille birlikte şehrin kimliği de yok olup gidecekse vah hâlimize...